Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin yeni sohbetinden satırbaşları:
Öyle Fitne Günleri ki Maktul Niçin Öldürüldüğünü Kâtil de Neden Öldürdüğünü Bilmez
*Hadis-i şeriflerde âhir zamanda meydana gelecek bazı fitneler ve dâhiyeler, belalar haber veriliyor. Asr-ı Saadet’in son döneminde, Seyyidina Hazreti Ali’nin devrinde de bir kısım örnekleri gerçekleşmiş. Ama Hazreti Pîr’in ifade ettiği gibi, onlar Hazreti Ali’ye çarpmış, kısmen kırılmış. Harûrilerin hareketi, Haricîlerin hareketi, Sahabi içinde bir kısım hakikatleri Hazreti Ali Haydar-ı Kerrâr kadar kavrayamamış kimselerin hareketleri, küçük fitne kıpırdanışları olmuş. Fakat Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) o meselenin zirve yaptığı dönemden bahsediyor. Mesela, “Ölen ne için öldüğünü bilmeyecek, öldüren de neden onu öldürdüğünü bilmeyecek!” buyuruyor.
*Hemen her yanda Kamu (Albert Camus)’nun başkaldırma felsefesinin çağımızdaki temsilcileri! “Bütün değerlere başkaldır, bütün değerleri yerle bir et!” Dünyanın her yerinde ve Türkiye’de senelerden beri kana susamış gibi sürekli kan döken insanlar.. ve tabi bunun karşısında da bu korkunç probleme karşı, yapılması gerekli olan şeyleri yapamayacak kadar basit dimağlar.. diplomasi bilmeyen insanlar; probleme çare üretemeyen insanlar; bu korkunç hastalığa reçete sunamayan serkârlar, pîşuvâ görünen, pişdar görünen ama bir yönüyle köy koruculuğu bile yapamayan insanlar…
Yalancı Reçetelerle Problemler Çözülemez
*Kan dökenler! Bu bir yönüyle o “Kitâbu’l-fiten ve’l-melâhim”den bir kısım kareler ihtiva ediyor. Günümüzde öyle bir zirve yaptı ki, Irak’a bakın, Suriye’ye bakın, Mısır’a bakın, Bangladeş’e bakın, Myanmar’a bakın ve Türkiye’ye bakın! Düne kadar sadece belki bir yerde bir şey oluyordu, “PKK” deyip -bir açıdan- soluklanıyordunuz, teselli oluyordunuz. Keşke o dert baştan keşfedilebilseydi; üzerine balyozla gidilmeseydi; bazı kimselerin o serkârlara bu mevzuda şöyle böyle sundukları reçeteye riayet edilseydi. Eğitim gerektiği gibi ele alınsaydı; sağlık gerektiği gibi ele alınsaydı; orada emniyet -bir yönüyle- hanelerin bekçisi haline gelseydi; mülkiyeliler ona göre olsaydı; asker herkesi şefkat ile kucaklasaydı; öğretmenler talebeleriyle beraber herkesi şefkat ile kucaklasaydı.. ve meşru dairede onların istekleri yerine getirilseydi, herhalde bu gâile bu ölçüde onulmaz hale gelmeyecekti.
*Anlayamadık, düşünemedik, idrak edemedik; şöyle böyle idrak edenleri de dinleyemedik ve meseleyi bir büyük problem haline getirdik. Sözde “bir süreç, bir süreç” diyerek onunla teselli olduk. Yalancı reçetelerle insana eczanelerden ilaç vermiyorlar! O yalancı reçeteler o korkunç probleme derman olamaz! Keşke dinleselerdi!.. Ama “Sağırdılar.. kördüler.. kalbsizdiler.. alakasız kaldılar!” -hepsi değil- bir kısım serkârlar ve problem büyüdü.
O Onulmaz Yaranın Dermanı Şefkat, Merhamet ve Mülayemettir
*Her şeye rağmen o mevzuda yapılması gerekli olanlar ne ise mutlaka yapılmalıdır: Emniyetten olan samimi, vefâkar arkadaşlar o bölgenin insanını yürekten kucaklasalar; öğretmenler o talebeleri bağırlarına bassalar; gördükleri mesâvî ve uygunsuz tavırlar karşısında, aynı tepkiyi vermeseler. Biri “Aynı tepkiyi veririz!” diyor, aynı tepkiyi vermeseler, mülayim davransalar. Belli beklentilere girmiş, bir kısım yanlış muâlecelerle hırçınlıkları artmış insanlara bir de böyle iğneyle, çuvaldızla, bizle gittiğiniz zaman, iyice tahrik etmiş olursunuz. O korkunç onulmaz yaranın dermanı bu değildir; kucak açmadır, şefkattir, merhamettir, mülayemettir! Vaktinde edâ edilmeyen bu vazife, vaktinden sonra mutlaka kaza edilmelidir.
*Balyozla hizaya gelmiyor; şöyle böyle bir kısım boş, kuru iddialarla da hizaya gelmiyor. O insanlar bir şey bekliyorlardı. Bekledikleri meşru dairede verilmeliydi. Orası parlamalı, bir yıldız gibi kendisini hissettirmeliydi. Oradaki insanlar sefaletten sıyrılmalıydı. Fakir, belli bir dönemde gezdim o bölgeleri. Bazı kimselerin -bağışlayın- ahırlarda yatıp kalktıklarına şahit oldum. Bir kere de bununla tahrik olmuşsa bu insanlar, tahrik olan başkalarını da tahrik eder; derken onlarda ezilme duygusu uyarır; dolayısıyla ezilmiş insanlarda da başkalarını ezenlere karşı bir tepki duygusu, bir reaksiyon duygusu meydana gelir.
*Size düşen vazife, kucaklamaktır şefkat ve mülayemetle. Her şeye rağmen!.. Okullarınız yansa ve buna kimse sahip çıkmasa.. yurtlarınız, pansiyonlarınız ateşe verilse, molotof kokteyli atılsa.. öğretmenleriniz orada öldürülse… Hiç bir şey olmamış gibi, yine o bölgede yapılması gerekli olan şeyler ne ise, fedakârane durup yapmaya çalışmak lazım. O insanlar bizim kardeşlerimiz! Mutlaka onların yanında olmak lazım.
O Koca Yırtıklarınız Paralel Yamasıyla Kapanmaz Arkadaş!..
*Kalkıp bir kısım densizler diyebilirler: “Bu kısım hadiselerin arkasında da paralel maralel…” diye. O yalana kendileri de inanmıyorlar da fakat mesâvîlerini kapama adına, o yırtığı kapamayacak o yama ile kendilerini teselli ediyorlar. O koca yırtığı kapamaz arkadaş; bu minnacık yama kapamaz! Size sorsam hepiniz el kaldıracaksınız: “Vallahi de kapamaz, billahi de kapamaz!” O nöronlara öyle yerleşmiş, kortekse öyle girmiş ki, bugün siz setretseniz bile yarın tarihin sayfalarında sayfa sayfa, kapkara satırlar halinde, kapkara kalemler ile yazılacak.. eğer dünyada iseniz, yüzünüze çarpılacak; öbür âleme gitmişseniz, zebanilerin kırbaçları haline gelecek ve tepenize inecek, inip kalkacak. Kapanmaz!.. O yırtık bu yama ile kapanmaz!.. Vallahi kapanmaz!
*Sokak hareketlerini bile ona isnat etme gibi iftiranın, gıybetin, isnadın, kinin, nefretin böylesi inanın gâvurlarda bile görülmemiştir. Evet, dünyanın hiçbir yanında, çok farklı dinlere, farklı kültürlere sahip insanlardan, bu türlü bir densizlik görülmemiştir.. dine, diyanete, millet ruhuna, kendi ruh ve mana kökümüze sahip çıkan insanlara bu ölçüde bir şenaat ve bir denaet revâ görülmemiştir. Fakat olsun!..
*Ben size bir şey söyleyeyim, onlara da hakkınızı helal edin. Çocuk akıllı insanlar; muhakemesini yitirmiş akılzedeler; onlara da hakkınızı helal edin. Öbür tarafa alıcı olarak gidin. Civanmertliğinizi orada da sergileyin. Bir gün Allah onlarla sizi karşı karşıya getirecek. O mezâlimi kitaplarda sayfa sayfa önünüze serecek: “Siz bunlara bunları da ettiniz, bunları da dediniz, bunları da dediniz.” Şu yiğitlikle orada ortaya atılmalı: “Ya Rabbi, biz bunları görmezlikten geliyoruz. Zannediyorum bir kulağımızdan vurdu, öbür kulağımızdan çıktı. Ne olur ey Erhame’r-Râhimîn! Sen Kendin buyuruyorsun: ‘Benim rahmetin gazabımın önündedir.’ Rahmetinin gazabına sebkat etmesi hakkına, rahmet-i ilâhiyen hakkına, onları da Cennetu’l-Firdevs ile sevindir Allah’ım.” demeli.
Onlar Kardeşlerimizdir; Sulh İçin Elden Gelen Yapılmalıdır!..
*Alacaklı olarak giderseniz, bunu deme civanmertliğini sergileme imkânı olacak. Hep verici olun! Alma beklemeyin! Bugün yaptığınız hizmetlerde olduğu gibi Güneydoğu’da veya değişik varoşlarda bulunan insanlar için de ölesiye hizmet verin. Onlar bizim kardeşlerimiz! Bin senedir kardeşlerimiz bizim. Çanakkale’de beraber olduk, Millî Mücadele’de beraber olduk; Fransızların güneyi işgal etmesinde onlara karşı savaşırken beraber olduk. Ayrı değil, kardeş yani. Bunu sun’î olarak söylemiyorum, kardeş onlar!.. Bu açıdan da ölesiye bir hizmet ile emirlerine âmâde gibi koşmalı; o hizmete mukabil geriye dönecek beklentilere de bağlamamalı meseleyi. Çünkü bizim hizmetimizin en önemli karakteristik yani beklentisizlik.. adanmışlık ruhu.. o işin kölesi olma!.. Padişahlara köle olmayız biz fakat hizmetimize köle oluruz.
*Sulh için, anlaşma için, uzlaşma için elimizden ne gelir?!. O mevzuda çok müessir değiliz, zimam başkalarının elinde. Fakat biz, biz olarak -şimdi sivil kuruluş falan deniyor veya Camia veya Hizmet- elimizden gelenleri yapmalıyız. Çapınızca ne yapabiliyorsanız bu mevzuda.. o istikamette ceplerinizi de boşaltın; dimağlarınızda oluşturduğunuz o pozitif düşünceleri de o istikamette boşaltın; o insanların gönlüne girin, kardeşliğimizi dün ifade ettiğiniz gibi bugün de ifade edin.
Bin Senelik Kardeşlik Kapris ve İhtiraslara Feda Edilmemeli!..
*Dünden bugüne kadar bin senelik kardeşlik, böyle bir kısım kaprislere, bir kısım ihtiraslara, bir kısım ardı arkası gelmeyen isteklere, arzulara kurban edilmemeli, feda edilmemeli!.. Eğitim, ne kadar yapabiliyorsanız.. gönüllere girme, ne kadar yapabiliyorsanız… Yardım yollarını kapasalar bile, teker teker gidin, cüzdanlarınızı boşaltın onlara. Buna kimse bir şey diyemez.
*Yardım toplamanıza, hesap açmanıza engel olabilirler. Neden engel olabilirler? Yapmadıkları şeyi yaptığınızdan dolayı.. gönüllere onların girmesi lazımmış, siz girdiğinizden dolayı.. hazımsızlık.. o mevzuda bu türlü şeyleri hazmedecek enzimleri yok bunların. “Biz yapamıyoruz, size de yaptırtmayız!” diyorlar bu yaptıkları şeylerle. İnanın, bu anlayış, bu mantık, bu düşünceye göre İstanbul’un fethi size müyesser olsaydı, zannediyorum bunlar Konstantiniyye’ye gider, Konstantin’e derlerdi ki: “Bunlar şu yolla geliyorlar, aman buraları kesin, bunlara fırsat vermeyin, bunlar paralelci!..” Bu hırs, bu kin, bu nefret cennete girmeye mani olacak kadar korkunç.
*Fakat bütün bunları kâle almayın. Ne onlara gönül koyun, ne de onların edip eylediklerinden dolayı hizmetten geri durun. Ölesiye bir gayretle, ciddi bir fedakârlıkla cüzdanlarınızı boşaltın, rahatınızı onların rahatına kurban edin, hayatı onlara bağışlayın; feda edin, adayın hayatınızı onlara. Siz bu mevzuda bu kadarcık şey yaparsanız, “Sen Mevla’yı seven de Mevla seni sevmez mi?” Sen gönlünü onlara feda etsen, onlar da gönüllerini sana açmaz mı? Sen onları sevsen, onlar sana kinle, nefretle mi karşılık verecek?
*Evet, insanca davran, o birliği, beraberliği, barışı bekle, alkışla, yollarını kolla, öyle olması için lazım gelen her şeyi yap. Belki bir gün ciddi bir vahşet hissiyle sokaklara dökülen, şunun bunun malını mülkünü yakan insanlar da insafa gelirler. Çünkü devlete kızıyorlar, birilerine kızıyorlar masum insanların dükkânlarını yakıyorlar, arabalarını yakıyorlar, bankaları tahrip ediyorlar, kursları okulları basıyorlar, eşyaları çalıyorlar. Bunların, bu türlü davranışların ne dinle, ne diyanetle, ne insanlıkla alakası yoktur. Belli kesimler tarafından tahrik edilmiş, dış mihraklar da olabilir, bir kısım dünya çapındaki istihbarat servisleri de olabilir. Bir gün o insanlar aldatıldıklarını anlayacaklar, başkalarının malına tecavüzün Allah huzurunda hesabının olacağını anlayacaklar, millet malını zayi etmeyle milleti -halk ifadesiyle- şapa oturttuklarını anlayacaklar. “Eyvah” diyecekler, “bu bâzicede bizler yine yandık; zira ki ziyan meydanda bilmem ne kazandık!” (Ziya Paşa) Onlar da insandır, inanın bir gün diyecekler. Ama gördüğünüz üzere sokaklar bir yönüyle harp meydanı gibi.. sanki Haçlılar işgal etmiş gibi bir hal var ve bütün bunlar karşısında fevkalade bir duyarsızlık var, bir ölü gibi tepkisizlik var, alakasızlık var. Hâlâ bu cürmü, bu mesâvîyi başkalarına fatura etmek suretiyle kendileri o işten sıyrılacaklarını zannetme gibi bir gaflet var, bir dalalet var, bir anlayışsızlık var.
IŞİD: İslâm’ın Çehresini Karartan Şer Şebekesi
*Burada bu meseleyi çözmeden, dünya çapındaki problemlerin üzerine gitmek kendi kendinizi aldatma demektir. Birinin başını ezseniz, bir başkası hemen hortlayacak orada. Alternatif fitne ve fesat ocakları var. Dün el-Kaide falan diyorlardı ama bu birden bire -kimler tarafından beslendi- sürpriz olarak ortaya çıktı ve kan döküyor, her birisi cellat.. “Önüne geleni kes, cennete gireceksin doğrudan doğruya.” Öyle bir kandırma ki bu -hafizanallah- Müslümanlığın dırahşan çehresi bu zift düşünceli insanlar yüzünden -sayesinde demiyorum- karartılıyor. İslam’dan insanlar ürkütülüyor, uzaklaştırılıyor.
*Bu problemlerin çözümü evvela kendi içinde problemi çözmeye, samimi olmaya bağlı.. kendin için yaşamamaya bağlı.. evladını, ıyâlini, çoluğunu, çocuğunu gözünün görmemesine bağlı.. muhacerete bağlı.. alemin ayağına gitmeye bağlı… Şöyle böyle hakikate aşina, hahişkar, arayan insanlar, arar bulurlar hakikatin kaynağını, hakikatin tatlı su kaynağını. Fakat ona uyanık olmayan, gözleri kapalı olan insanların ayaklarına gitmek, o konuda onları uyarmak lazım.
*Işid mi, ifrit mi, eşedd mi, her ne ise, zıvanadan çıkmış, bir yönüyle endazesiz, düşüncede nizamsız, değişik servisler tarafından beslenen, silah yardımı yapılan, dünyanın değişik yerlerinde bir yönüyle talimgâhları bulunan, her yerden insanların akın akın oraya aktığı, en mübarek memleket gibi görülen yerlerde bile hastalarının tedavi edildiği bir şer şebekesi, -bağışlayın- bir eşkıya güruhu. Bir yerde bilerek, kasten, karalama adına denen “Karmatilik, Haşhaşilik”, bunu esas onlar yaşıyorlar; bağışlayın, haydut gibi yaşıyorlar fakat onlar hakkında aynı şeyler söylenmiyor.. düşünün. Evet, nezaketim müsait olsaydı ne derdim biliyor musunuz? Yuf bu anlayışa!..
Hadiselerin Aleyhte Cereyan Etmesi Sizi Hizmetlerinizden Alıkoymasın!..
*Mantık bu kadar iflas ederse şayet, zannediyorum değil o kocaman problemler, en küçük problemleri bile halletmek mümkün olmayacaktır. Cenâb-ı Hak size güç ve kuvvet versin. İradelerinizi desteklesin. İradelerinizin hakkını vermek üzere bu yolda sizi seferber eylesin.. toptan sefere çıkarsın sizi. Kendinizi düşünmeyin, başındaki sarığını atıp Çanakkale’ye koşan 15-16 yaşındaki talebeler gibi hemen hizmete koşun Allah’ın izni inayetiyle. Ne birilerinin aleyhinizde olması, ne de birilerinin size diş bilemesi, sizi yapmanız gerekli olan bu şeyden katiyen geri koymamalı. O bir vazifedir.
*Eğer hadiselerin aleyhte cereyan etmesi ve kesbettiği şiddet itibarıyla, o meselede duraklamaya girmek caiz olsaydı, Enbiyâ-i İzâm girerdi. Efendimiz, başına bilmem neler kondu; en sevdiği insanlar çölde şehit edildi; başlarına kendilerinden ağır taşlar kondu; bazıları mızrakla delik deşik edildi; fakat O yine dediğini dedi Allah’ın izni inayetiyle.
*Allah Rasûlü, ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar hep problemlerle yaka paça oldu. Bir dönemde müşrikle, mülhidle, putperestle, Lat’çıyla, Menat’çıyla, Uzza’cıyla, Nâile’ciyle, İsaf’çıyla yaka paça oldu, beri tarafta da münafıklarla. Mücadelenin en çetini de o idi; çünkü münafık camiye geliyordu, kurban kesiyordu; şayet savaşın kazanılacağını görüyorsa, ganimet için ona da iştirak ediyordu. Buyurun aldanmayın!.. İnsanlığın İftihar Tablosu hiç aldanmamıştı ama “Allah” diyen “Lâ ilâhe illallah” diyen, onlara karşı da “Yarıp kalbine mi baktın!“ buyuruyordu. Hiç durmadı, hep problemlerin üzerine yürüdü; makul reçeteler sundu, Kur’ân’ın temel disiplinleriyle beslenmiş reçeteler sundu; çözülmez problemleri çözdü.
*Anarşinin karşısında olun! Ama anarşik yollarla, tepkilerle, öldürerek, kıyarak, kılıçtan geçirerek değil, gönüllere girerek!.. Parçalanmış o avizenin parçalarını yeniden bir araya getirerek, çatlaklarını setrederek sizin için şûlefeşan olsun diye başınıza asmaya bakın!..