Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 50 yıldır maruz kaldığı cefa ve mağduriyete, başta
peygamberler olmak üzere tarihe yeni bir mecra açmaya ve yepyeni bir gelecek inşasına çalışan inkılâpçı bütün büyük zatlar derecelerine göre maruz kalmışlardır.
Kendilerini Hak ve hakikatin emrine vermiş, Yaratan'dan dolayı yaratılanın, hattâ onlara her türlü mağduriyeti reva görenlerin de iki cihan saadetine adamış olan bu zatlardan biri de
Bediüzzaman'dır. O'nun düşünce dünyasında
toplumun yapısıyla ilgili olarak ordunun çok önemli bir yeri vardı. Meşum 31
Mart vakasında, onun gibi Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye âzası Ahmet Rasim (
Avni) Bey, ayaklanmaya katılan askerlerin dine lâkayt, ibadetsiz komutanlarına karşı isyanına hak verirken, Bediüzzaman şöyle yazmış ve o askerlere şöyle seslenmişti: "En mukaddes cemiyet, askerin cemiyetidir. Zira birlik, kardeşlik, itaat, muhabbet ve Allah'ın Kelimesi'ni yüceltmek ki, dünyanın en mukaddes cemiyetinin maksadıdır.
Askerin tamamı buna mazhardır. Ey askerler! Komutanlarınız bir günah ile kendilerine zulmediyorlarsa, siz itaatsizlikle 30 milyon
Osmanlı ve 300 milyon Müslüman'dan her birinin hakkına zulmediyorsunuz. Zira bütün Müslümanların ve Osmanlıların haysiyeti, saadeti ve birliği sizin itaatinizle kaimdir. Hem 'Şeriat istiyoruz' diyorsunuz, fakat itaatsizlikle Şeriat'a şiddetli muhalefet ediyorsunuz."
Fethullah Gülen Hocaefendi de asker v
e devlet konusunda hiçbir zaman farklı konuşup farklı yazmamış, öyle ki, devletçi ve askerci olmakla eleştirilmiştir. Bir tesbihte, tanelerin tamamını bir arada tutan imame neyse, bir
ülke ve toplum için devlet odur; o imameyi o tesbihin başında tutan büyük tane ne ise, ordu da bir devlet için odur. Birlik ve beka bir ülke ve toplum için en önde gelen hususlardır ki, Hz.
Harun (as), Hz. Musa (as) Tur'a çıktığında İsrailoğulları içinde meydana gelen tevhidî ihtilâle, yani buzağıya taparak şirke düşmeye bile önü alınamaz tefrika ve vuruşmaya yol açılabilir endişesiyle kökten bir müdahalede bulunmamış, Hz. Musa dönünceye kadar birliğin korunmasını daha önde tutmuştur.
Fethullah
Gülen Hocaefendi'nin yanında devlet ve asker böylesine önemli olmakla birlikte, ne yazık ki ordumuz içinde bilhassa
Cumhuriyet döneminde şu iki arızadan kurtulamayanlar hep bulunmuştur: (1) İmparatorluklar döneminden kalma bir alışkanlıkla, asker-siyasetçi, asker-idareci olma, dolayısıyla kendisini ülkenin ve devletin sahibi görmeyi bırakamama. Bu, "Bir
halkın efendisi, ona
hizmet edendir" kudsî prensibi çerçevesinde ülkeye ve halka hizmetçilik olarak anlaşılıp uygulandığında belki faydalı bir tutum olabilecekken, ne yazık ki halk üzerinde âmirliğe, ona yön verme tavrına yol açabilmektedir. (2) Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman bilhassa bazı komutanlarda paranoyaya dönüşen irtica ve bölücülük korkusu. Bu iki husus,
silahlı güç olarak milleti ve ülkeyi dışarıya karşı korumakla
mükellef bulunan orduyu, 86 yıldır
Kıbrıs çıkartması dışında haricî bir harekâta girişmezken, defalarca kendi hükümetinin üzerine gelmeye, siyasete müdahalelere sevk edebilmektedir. Yine bundandır ki, 72 milyonluk bir ülke, 700 bin kişilik bir ordu, güvenlik konusunda ve silah alımında dışa bağımlılıktan kurtulamamakta, daha da kötüsü, bunların ordu katında rahatsızlık meydana getirdiğini de maalesef işitmemekteyiz. Yine, ordu da "milletin bağrından çıkmış" olmasına rağmen,
kanunlara bağlı, vatandaşlık vazifelerini yerine tam getiren millet fertlerinin dünyanın dört bir yanında yaptıkları muazzam hizmetler ülke için tehlikeli addedilebilmekte, 25 yıldır terörle savaşta milletin
dindar fertleri şehid olurken, millet çoğunluğunun benimsediği başörtüsü ve daha başka bazı dinî değerlerle mücadele adına kanun dışı planlar, projeler üretilebilmektedir.
20
Nisan günü bu köşede, Sayın Başbuğ'un konuşmalarından "önce cemaat(ler)i, sonra da AK Parti'yi bitirme stratejisi" sezdiğimize dikkat çekilmişti. Ama dileriz, şu son talihsiz andıç, birkaç kişinin marifeti olsun.
ALİ ÜNAL-ZAMAN
taraf_komplo