Först leydi
Okunuşunu yazdım, halka indim. “First Lady” yazsaydım “beyaz Türk” olacaktım, keh keh keh.
Hayrünnisa Hanım’ın başının bağlı olmasına gıcık kapanlar, bu yazı size...
Emine Hanım’ın başının bağlı olmasına da bozuldunuz ama kocası beş yıldır
Türkiye’yi yönetti... Yani, Türkiye’nin “seçilmişlerin yönetmesine izin verilmiş kısmını” yönetti.
Bozuldunuz, ama alıştınız.
Meclis Başkanı’nın eşinin de başı bağlıydı, yutkundunuz ama bir şey yapamadınız.
Dışişleri Bakanı’nın eşinin de başı bağlıydı, ona da ses çıkaramadınız. Kıyamet, aynı hanım “först leydi” olunca koptu.
Çünkü kendinizi “först” ve “leydi” gibi kefere kavramlarıyla şartlıyorsunuz!
Öyle deyince, insanın aklına
Hillary Clinton, Barbara
Bush, Nancy Reagan, Betty
Ford, Patricia Nixon gibi birtakım “havalı” ve de geçkince kadınlar geliyor. Daha yaşlılara da Jacqueline Kennedy! Saçlar her daim yapılı ve de boyalı, ille de tayyör-etek, dirhem yağ yok, sıfır beden, saplı çanta, kısa topuklu
siyah ayakkabı... Hepten rüküşlerine de
şapka.
Çankaya’da oturacak hanım bu “formata” uymayınca da tatsızlık başlıyor...
Cumhurbaşkanı eşleri, resmi protokolda kısaca “hanımefendi” olarak geçerler. Şuna hanımefendi deseniz, rahatlayacaksınız. “First, second, third, fourth” gibi saçmalıklar ortadan kalkacak.
Pardon, hanımefendi gibi ünvan ve lakapların kullanılması da yasaktı, değil mi? O zaman, kısaca Bayan Gül.
Fakat
Orgeneral Büyükanıt’a da “
Yaşar Paşa” demeyeceksiniz ha, çünkü devrim yasalarını çiğnersiniz, giderim vallahi
Anıtkabir’e, yazarım deftere bir yazı, sizi
Atatürk’e şikâyet ederim
Nereden birinci oluyor bu hanım? O birinciyse, benim karım kaçıncı sıradadır? Anam skalanın neresindedir? Ya ninem?
Hani bizim rahmetli kayınvalideyi birinci yapsanız ağzımı açamazdım da!...
Madem
cumhurbaşkanını da “
devlet memuru” olarak kabul ediyorsunuz... Yıllarca milletvekillerinin emekliliğine karşı çıktım, mebus kavramının apayrı bir şey olduğunu söyledim, madem aldırmadınız... Madem
Çankaya Köşkü’nü de alt tarafı “herhangi bir devlet dairesinin en fiyakalısı ve en iyisi” olarak algıladınız... O zaman, niçin Hayrünnisa Hanım’ı da “devlet memurlarından bir devlet memurunun refikası” olarak kabul edip geçmiyorsunuz?
Efendim, hariciye vekili başka, meclis reisi başka, başvekil başka, cumhurreisi başka... Yok canım, niçin başka oluyormuş? Cumhurbaşkanı
padişah mı?
Efendim, eşinin “temsil” özelliği varmış... Yok canım! Nereden verilmiş kendisine bu temsil görevi?
Dikmen sırtlarında “sevimli yavrusu
Erdal’la birlikte” at binen Bayan Mevhibe
İnönü, haminnemi temsil mi ediyordu? Reşide Bayar’ın bizim
yaşam tarzımızla ve geçim sıkıntımızla bir ilgisi var mıydı? Melahat Gürsel olsun, Atıfet Sunay olsun,
Emel Korütürk olsun, kim bu hanımları kendine yakın hissetmiş, onu temsil ettiği zahabına kapılmıştır?
Hasbelkader dönem dönem cumhurbaşkanlarının eşleridir, o kadar.
Evet,
Hayrünnisa Gül bizim hanıma uzaktır. Bizim hanımın başı açıktır, onunki kapalı. Ayrı dünyaların insanları.
Ama bizim hanım ne Semra
Özal’da kendi yansımasını gördü, ne Nazmiye
Demirel’e yakınlık duydu, ne de Semra Sezer’e bayıldı... Sekine
Evren’e gelince... Onu hiç göremedi ki bir fikir edinsin!...
Latife Hanım’ı da tarih kitaplarında okudu ve onunla
Safiye Sultan ya da Pertevniyal Besime arasında bir fark gözetmedi, hepsi “tarihi şahsiyetlerdi” bunların...
Fakat başkaldırmadı, “kocası benim cumhurbaşkanım olamaz” gibi bir terbiyesizlik de etmedi hiçkimseye. Üzerinde durmadı.
Basın da bu hanımlara umacı gibi davranmaktan, örneğin başka bir hanıma, Emine Hanım’a da “aaa,
New York’ta The Phantom of The
Opera’yı seyretti, bu da bizim gibi ağzı burnu, gözü kulağı olan normal bir insanmış yahu” şeklinde yaklaşmaktan vazgeçsin, terbiyesizliğin daniskasıdır.
ENGİN ARDIÇ/AKŞAM