22 Temmuz, “çok özel” bir konjonktürde, yapıldığı şartlar ve vereceği sonuçlar bakımından
Türkiye’nin “yörüngesi”ni belirleyecek “olağanüstü” önemde bir
seçimdi.
Öyle bir sonuç, öyle bir tablo ortaya koydu ki, kimi
dış basın organları bunu “Cumhuriyetin kuruluşundan, 1920’lerden bu yana en önemli seçim” diye niteliyorlar. Dünyanın her yerinde, her yayın organında, 22 Temmuz seçimleri hâlâ tartışılıyor, tartışılmaya da devam edecek.
22 Temmuz’un
tartışma gerektirmeyen, tartışılmayacak yanı, sonucun gayet kesin bir “
halk iradesi” olduğu ve bu iradenin Türk siyasetinin bundan sonrasına, geleceğine “şekil” verdiği olgusudur.
“Halk iradesi”yle barışık olamayanlar, uzlaşamayanlar, seçimin kendilerine vermediğini başka adreslerden almaya çalışıyorlar. Bildikleri ve kapısını çaldıkları başlıca “başvuru adresi”,
Türk Silahlı Kuvvetleri. Bir başka deyişle
Genelkurmay.
Seçimlerden bu yana,
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, ilk kez konuşturuldu ve “sözlerinin arkasında durduğu”na ilişkin sözlerinden, bir “
muhtıra” üretmek isteyenler var. Sanki, Genelkurmay Başkanı’nın bir gazeteci sorusu üzerine, bir resepsiyonda ayak üstü yaptığı açıklamayla 45 milyon oyun kullanıldığı seçimlerin sonucu iptal edilecek.
Böyle bir şey olabilir mi?
*** *** ***
Hani,
balık lokantalarında masaların etrafında dolaşan, balığın artığından gıdasını çıkarmak isteyen uyanık, biraz da sırnaşık kediler vardır. Askerlerin katıldığı davetlerdeki gazeteci görüntüleri biraz buna benzer. Gülücükler dağıtarak, ürkek adımlarla hedefe kilitlenen gazeteciler, bir yüksek rütbeli komutanın ağzından manşetlik bir söz kapmaya bakarlar. Askerler ne söylese, yazı işlerinin de katkısıyla
gündem oluşturacak bir haber üretmek pek de zor değildir. Genelkurmay Başkanı’nın son sözleri ve medyada yansıtılışı, bunu andırıyor.
Ortada
Yaşar Büyükanıt’ın bir açıklaması var mı?
Yok.
Olan şu: Büyükanıt,
KKTC Silahlı Kuvvetler Günü resepsiyonunda yanına gazeteciler yaklaşıyor ve “Seçimden sonra görüşleriniz değişti mi?” sorusuna muhatap oluyor. “Silahlı Kuvvetler’in görüşleri günlük olarak değişmez. 12
Nisan’da dediklerimizin bugün de arkasındayız. Bugüne kadar ne söylediysek, inanarak, düşünerek, bilerek söyledik” cevabını veriyor.
Ne desin? Ne demeliydi? Böyle soruya, böyle
cevap verilir.
“
27 Nisan bildirisi AKP’ye yaradı” şeklindeki görüşleri değerlendirmesi istendiğinde ise “Bizim araştırma şirketimiz yok. Elimizde somut veriler olmadan bir şey söyleyemeyiz. Onun için bu sorulara cevap vermem. Ama benim şahsi düşüncem öyle değil. Ama bakın, benim elimdeki veriye dayalı bir şey değil, tahmine dayalı” diyerek buna da ölçülü bir cevap veriyor.
27 Nisan’ın seçimlerde
AK Parti’nin oy patlamasında pay sahibi olduğunu neredeyse tüm partiler ve sayısız yorumcu dile getirdi. Başta MHP. Orgeneral Büyükanıt’ın kişisel düşüncesi farklı olabilir. O bile, “tahmine dayalı” diye tanımlayarak, kişisel düşüncesinin mutlak isabetinde, ısrarlı değil.
Gelelim, “arkasında” olduğunu ifade ettiği 12 Nisan basın toplantısındaki sözlerine. Kastedilen şu sözleri: “Seçilecek
cumhurbaşkanı aynı zamanda TSK’nın başkomutanıdır. Bu yönüyle seçimler TSK’yı yakından ilgilendirmektedir. Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum. Tabii ki yasal mevzuatı, anayasayı, hukuku, cumhurbaşkanı nasıl seçiliyor, bunların hepsini biliyoruz. Hem vatandaş hem TSK’nın bir personeli olarak cumhuriyetin temel değerlerine sözde değil özde sahip olan bir kişinin cumhurbaşkanı seçilecek olmasını umut ediyoruz.”
Kâğıt üzerinde bu sözlere ve yine kâğıt üzerinde 22 Temmuz sonuçlarına bakıldığında, ortada “sorunlu” bir durum olduğunu söyleyemeyiz.
Zira, hiç kimse halktan almadığı bir
yetkiyi kullanamaz. Nihai kertede, bunun yöntemi olarak ise “seçim” saptanmıştır. Seçim, şunun şurasında 10 gün önce yapılmıştır. Ve 22 Temmuz seçimi, 2002’de seçilen ve yüzde 46 oyun temsil edilmediği parlamento yerine, yüzde 85 oyun temsil edildiği, Türk milletinin, tüm Türkiye’nin temsili bakımından “sorunsuz” bir yapı ortaya çıkarmıştır.
Cumhurbaşkanını, bu Türkiye’yi yeterince temsil eden ve halkın en taze tercihiyle belirlenen
TBMM seçecektir. Bundan daha büyük ve geçerli bir irade yoktur.
Kaldı ki,
Anayasa Mahkemesi, “hukukun zorlanması”yla Büyükanıt’ın 12 Nisan konuşmasında söz konusu olmayan bir “367 toplantı yeter sayısı” içtihadını da getirmiştir ve cumhurbaşkanının buna da uyularak seçilebilmesi, kimseye söyleyecek söz bırakmaz.
*** *** ***
Peki, eğer
Abdullah Gül, cumhurbaşkanlığı adayı olarak kalır ve seçilirse, Büyükanıt’ın “12 Nisan tanımlaması” ne olacaktır?
Böyle bir soru yersizdir. Seçimin ve sonuçlarının bu soruyu “iptal etmiş” olması bir yana, Abdullah Gül, Türkiye’de başbakanlık yapmış, ayrıca doğrudan Türkiye’nin temsili anlamına gelen
Dışişleri Bakanlığı makamında beş yıldır oturan bir kişidir. Türkiye’nin bir önceki başbakanıdır. Daha da önemlisi, Türkiye, bir “laik uluslararası topluluk” olan AB ile en keskin virajı, onun
Dışişleri Bakanı olduğu dönemde dönmüştür.
Türkiye’nin bir önceki başbakanı ve AB ile müzakereleri başlatan Dışişleri Bakanı'nın, “özde laik olmadığı” iması ya da iddiası inandırıcı olabilir mi?
Olsa bile, “yetkinin kaynağı”na bakmak zorundayız. Bu konuda “halk” ne diyor? Halkın, 12 Nisan’dan, 27 Nisan’dan ve
Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararından iki-iki buçuk ay geçmeden, yüzde 47’lik bir oranla ülkenin tümünü boydan
boya temsil eden tek partiye, “güçlendirilmiş olarak iktidara devam” onayı vermesini, “sözde
laiklik”e verilmiş
destek gibi mi anlamalıyız? Halka karşı böyle bir saygısızlığa kimin hakkı olabilir?
Ayrıca, Türkiye’nin uzun yıllardır temsil sorunu hiç olmayan yeni seçilmiş bu parlamentosunun cumhurbaşkanı seçme iradesine, hangi hak ve yetki ile ipotek koymaya kalkışılabilir?
Medya mensuplarının, aç ve sırnaşık kedilerin balık lokantalarında masaların çevresinde dolandığı gibi, komutanlardan “muhtıra” kopartmak amacıyla resepsiyonlarda dolanmak yerine; seçim sonuçlarını doğru okumaları ve dürüstçe yorumlamaya gayret etmeleri halinde, Türkiye’ye çok daha fazla hayırları dokunacak.
Ortada, bir “Genelkurmay açıklaması” yok ama tüm dünyada saygı ve ilgiyle karşılanan 22 Temmuz seçim sonuçları var...
Cengiz ÇANDAR/REFERANS