Mevlânâ Hazretleri, Allah'ın evi olan Kâbe'den daha yüce olan insan gönlünün, dünyevi arzulardan
temizlenmesi neticesinde gerçek sevgiye mekân olabileceğini bildirir. Mevlânâ, Allah'ın insanın dış görünüşüne değil, gönlüne bakacağını söyler.
Mevlânâ, diğer gönül sultanlarımız gibi; her türlü kemâle erişin, olgunluğun
aşkla, sevgiyle mümkün olduğuna inanır. Zira aşk; hayatın aslı, kâinatın yaratılış sebebidir. Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber'e; Sen olmasan, Sen olmasan; bu gökleri yaratmazdım hadisindeki hitabı bütün varlık âlemlerinin mayasının sevgi olduğunu belirtirken, bir diğer hadisteki; "Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve halkı (varlık âlemlerini ve insanı) yarattım." ifadesi de insanın yaratılmasındaki yegâne amacın Allah'ı tanımak, sevmek ve kulluk etmek olduğunu açıkça ifade eder. Mevlânâ'nın sevgi anlayışının temelini genel olarak bu iki hadis oluşturur.
Mademki kâinatın yaratılışı da, devamı da sevginin ürünüdür, o hâlde her insan bu sonsuz sevgiden nasibini almalıdır. Ancak bu sevgi azalmayan, tükenmeyen, hiçbir şekilde zedelenmeyen hakiki sevgi olmalıdır. Böyle hakiki bir sevgi; insanı dünyevî ve uhrevî mutluluğa ulaştırır. Toplumdaki huzur ve barış; kötülükten arınmış temiz gönüller bu sevginin eseridir:
Sevgi, acıyı tatlılaştırır. Sevgi, bakırı
altın eder. Bulanıklar sevgi ile durulur. Dert sevginin feyziyle
şifa bulur.
Sevgi, yalnızca sûfîlerin yaşaması gereken bir hâl değil, her insanın nasiplenmesi gereken hayatî bir ihtiyaçtır. Mevlânâ, Allah'ın evi diye adlandırılan Kâbe'den daha yüce olan gönlün, dünyevî arzulardan temizlenmesi neticesinde gerçek sevgiye mekân olacağını bildirir. Nasıl ki Kâbe'de putlara yer yoksa Cenâb-ı Hakk'ın tecelligâhı olan gönülde de başka suretlere yer vermek abestir. Dolayısıyla sevginin mekânı gönle hakikî mahiyetini kazandırmak şarttır:
Hazret-i Peygamber, "Cenâb-ı Hak, dış görünüşe bakmaz, istediği temiz bir gönüldür." buyurmuştur.
Yani bakılmaya lâyık olan gönül sahipleridir, secdenin sûreti ve altın dağıtmak değil.
Sen gönlünü gönül sanıp mağrur olmuş, bu yüzden asıl gönül sahiplerini aramaktan uzak kalmışsın.
Gönül, öyle bir şeydir ki onun içinde bu yedi gök gibi yüzlerce
sema kaybolur.
Yoksa
hile ile dolu
küçük bir kalbi isteme.
Gerçek aşkın gücüne ve güzelliğine açık engin bir gönle sahip olmak zordur. Bu aşk, temiz
gönüllü has erlere nasip olur; bir
köle veya tüccar gibi iman ederek, mükâfat ümidi veya ceza korkusuyla, dinin özünü idrak etmeden, sevgiden nasipsiz, yalnızca akıbetin hesabını yapanlar bu aşka ulaşamazlar. Aşk yolunda musibetlere, dertlere sabretmek, pişmek için ateşe katlanmak gerekir:
Muhabbetin şartı mihnete, derde, belâya katlanmaktır.
Dost altın, belâ da ateş gibidir. Ayarı hâlis olan altın ateşe razıdır.
Aşk
davadır, cefa da şâhidi. Şâhidin yoksa dava düşer. Kadı, senden şâhit isterse üzülme.
Hazine için yılana sabretmek lâzım.
İnsan gönlünde böyle bir aşka yer verirse; aşk onun fânî canını ebedî kılar, Hak sırlarına âşinâ eder, hakiki imanın tadını tattırır, nuruyla her yerde
rehber olur. Aşkın bu
ıslah eden, yücelten gücüne Mevlânâ çarpıcı bir örnek verir: Eğer
şeytan âşık olsaydı, şeytanlığı gider, melek kesilirdi. İşte bu yüzden gerçek aşk dinin, imanın ta kendisidir:
Hangi gönülde senin sevgin gizli değilse
Kâfirdir o gönül,
Müslüman olamaz
Bir şehirde padişahın heybeti yoksa
Yıkılmamışsa bile yıkılmış say o gönlü
Bu sevginin Yaratıcı huzurundaki değeri ise ölçüye sığmaz. "Hz. Ebû Bekir; namazı, orucu ve sadakası ile diğer ashaba
tercih edilmedi. O, kalbindeki iman ile yüceltildi." hadisinde bildirildiği gibi, Hz. Ebû Bekir'in başkalarına üstünlüğü çok namaz kıldığı ve oruç tuttuğu için değildir; Cenâb-ı Hakk'a duyduğu muhabbet sebebiyledir. Kıyamette namazları, oruçları, sadakaları getirip teraziye koyarlar. Fakat sevgiyi getirdikleri zaman bu İlâhî aşk teraziye sığmaz. Bu yüzden asıl olan aşktır.
Yunus Emre'nin; 'Aşk mezhebi dindir bana' mısraının bir diğer ifadesini de; 'Peygamberimizin yolu aşktır, aşk oğullarıyız biz, anamız aşktır' sözleriyle dile getiren Mevlânâ, dinin özünün sevgi olduğuna defalarca işaret eder:
Ten kazancı için bir sanat öğrendin. Din sanatı için de gayret gerek.
Dünyada servet kazandın. Ya bu fânî âlemi terk edince ne yapacaksın?
Âhireti kazanmak için de bir sanat öğren ki, ihsan ve mağfiret elde edesin.
Din kazancı; aşktır, gönül cezbesidir. Hak nuruna rehber kabiliyettir.
*
Mevlana Üniversitesi Mevlana Sosyal
Araştırmalar Merkezi (MEVSAM) Müdürü