HUDSON'daki en can yakıcı soru!

Terör olayları yüzünden acaba seçimler olacak mı? Yeterli oyu alsa bile acaba AK Parti'nin yeniden iktidar olmasına izin verecekler mi? Cumhurbaşkanını acaba seçtirecekler mi? Acaba Kuzey Irak'a girecek miyiz? Acaba darbe olacak mı?

HUDSON'daki en can yakıcı soru!

Demokrat Parti'nin 1946 yılında yayınlanan 'parti programı'nın 3'üncü maddesi şöyle diyor: "Partimiz demokrasiyi milli menfaate ve insanlık haysiyetine en uygun bir prensip olarak tanır ve Türk milletinin siyasi olgunluğuna inanır". Aynı programın 9'uncu maddesi de seçimler hakkında şunu der: "Milli iradenin tam tecellisi, seçimlerin her türlü müdahaleden uzak ve serbest olarak gizli rey ile yapılmasına ve siyasi partilerin eşit haklara sahip bulunmalarına bağlıdır. Seçimlerin serbestliğini bozacak hareketleri, milli hâkimiyete karşı işlenmiş bir suç addederiz." (Vurgular eklenmiştir.) Altmış yılı aşkın bir süre sonra Türkiye'de seçimlerin selametini tartışmaya devam ediyoruz. "Acaba?" sorusu, 22 Temmuz seçimlerine damgasını vuracak şekilde üretiliyor, konuşuluyor, yayılıyor: Terör olayları yüzünden acaba seçimler olacak mı? Yeterli oyu alsa bile acaba AK Parti'nin yeniden iktidar olmasına izin verecekler mi? Cumhurbaşkanını acaba seçtirecekler mi? Acaba Kuzey Irak'a girecek miyiz? Acaba darbe olacak mı? Bu "acaba" sorularını derinleştirmek için günlerdir büyük bir çalışma yürütülüyor. Yükseltilen terör saldırıları, şehit cenazeleri ve sınır ötesi operasyon tartışmaları amacına ulaştı. "Bölücü terörle mücadele eşittir sınır ötesi operasyon" cümlesi zihinlere yerleştirildi. Terörist öldürmekle terörizmle mücadele arasındaki farkı dahi net bir şekilde yapamayan "uzmanlarımız" ve özel gündemli kanaat yapıcılarımız, Kuzey Irak'ı adres göstererek aslında başarılı bir şekilde hedef saptırdılar. Bu manada Kuzey Irak'a sınır ötesi operasyon yapıldı ve bitti. En sorunlu tartışmaya bakmak Bunların ardından şimdi de karşımıza Washington'daki Hudson Enstitüsü'nde 'konuşulan' senaryo çıktı. Senaryonun başarısı, öngördüğü şeylerden ziyade, "acaba?" sorularını kuşkuya, tereddüde, belirsizliğe dönüştürecek nitelikte olması. Böylesine deşifre edilen bir senaryonun bundan sonra gerçekleşme şansı artık yoktur. Fakat böyle bir senaryonun konuşuluyor olması, acaba sorularının siyasi süreci etkilemesi için elverişli bir ortam yaratıyor. Bu toplantıya KYB'nin Washington temsilcisi ve Celal Talabani'nin oğlu Kubad Talabani'yle birlikte iki Türk askerî yetkilisinin katılması, acaba toplantının mahiyeti ve amacı hakkında ne söylüyor? İnsan sormadan edemiyor: Türkiye'ye yönelik karanlık senaryoların konuşulduğu bir toplantıda Türk askerî yetkililerin toplantıyı protesto ederek terk etmesi gerekmez miydi? Bu konuda şu ana kadar resmi bir açıklama yapılmadığına göre bu, toplantıda konuşulanların zımnen kabul edildiği anlamına mı geliyor? Bütün bu senaryodan çıkan en can yakıcı soru ise şu: İddia edildiği gibi gerçekten birileri "ABD, PKK'nın Kuzey Irak'taki elebaşlarını Türkiye'ye şimdi teslim etmesin; çünkü bu AK Parti'nin işine yarar" diyor mu? Eğer gizli ya da açık ortada böyle bir niyet hatta söylenti varsa, Türkiye terörle mücadeleyi çoktan kaybetmiş demektir. Bu yaklaşımlar devam ederse, bundan sonra bölücü terör meselesini aynı zamanda bir Kuzey Irak meselesi olarak tartışacağız. Bir adım sonra terörün ötesinde Kürt meselesinin de bir Kuzey Irak meselesi olduğuna inanmaya başlayacağız. Böylece güya arzu etmediğimiz bağımsız Kürt devletinin maddi şartlarını kendi ellerimizle oluşturmuş olacağız. Sonu gelmeyen 'acaba'lar... Acaba sorularının sonu gelmiyor. 22 Temmuz'a kadar da gelmeyecek. Çünkü amaç, zaten tartışmalı başlayan seçim sürecini şüphe ve tereddüt havası içerisinde yürütmek. Bu seçimlerin normal olmadığını tekrar hatırlayalım. Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adaylığı ve 367 tartışmalarıyla başlayan sürecin 27 Nisan e-muhtırasıyla yeni bir boyut kazandığını unutmayalım. O süreçte yaşananlar da demokrasiyi bütünüyle ortadan kaldırmayı değil, "acaba" sorusunu derinleştirmeyi hedefliyordu. Bu durumda sormak gerekiyor: Kimler kaostan medet umup fayda elde etmek ister? Gerginlik, belirsizlik, şüphe, kısacası "acaba" sorusu kimin işine yarar? Türkiye'de demokrasinin kendi sürecine bırakıldığında beklenmedik sonuçlar vereceğine, bu yüzden de bazı güçlerin "balans ayarı" yapması gerektiğine inanan insanlar var. Altmış yıllık demokratikleşme mücadelemizin bütün büyük sapmaları, bu "ayar" varsayımıyla doğrudan ilgili. Halkın iradesini "sürülerin cahilliği" olarak gören elitlerimiz, uzun yıllar halka güvenemediler. Eşitlik, şeffaflık, adalet, hesap verebilirlik gibi değerlerin bir gün gelip kendi imtiyazlarına son vereceğinden korktular. Demokrasinin bir siyasi olgunluk rejimi olduğunu kabullenemediler. Demokrat Parti 1946'da "Türk milletinin siyasi olgunluğuna inanıyoruz" derken bu paradoksa işaret ediyordu. Çünkü siyasi olgunluk, "acaba?" sorularından uzaklaşmak demektir. Öngörülebilir bir siyasi ve ekonomik sistemi yerleştirmeden Türkiye'nin güvenliğini sağlamak ne kadar boş bir çabaysa, hak ve özgürlükleri garanti altına almak da o kadar hayali bir şey. Aynı şey Türkiye'nin kalkınması ve refahı için de geçerli. "Acaba?" sorusunun üzerine heyula gibi çöktüğü bir ekonomik yapının umut vaat etmesi ne kadar mümkün olabilir? Bu yüzden Demokrat Parti'nin 1946'daki parti programından bu yana "özgürlük ve refah" ekseni hiç değişmedi. Adalet Partisi'nin 1969 tarihli program ve tüzük kitabı, aynı noktaya işaret ediyor. AP'nin programı "Temel Görüşlerimiz" başlığı altındaki birinci kısımda insan onuruna yaraşır bir "hürriyet nizamı"nı, "hukuka bağlı devlet düzeni"ni ve "demokratik müesseselerin korunması"nı anlatıyor. Bu bölümlerin hangi şartlar altında yazıldığını tahmin etmek zor değil. "Acaba?" sorusu bugün olduğu gibi o zaman da Türk demokrasisinin üzerinde Demokles'in kılıcı gibi sallanıyordu. AP'nin 1969 programının "İkinci Kısmı" ise refah ve kalkınma politikalarını anlatıyor. Programın 13'üncü maddesi şöyle diyor: "Demokratik düzenin ayrılmaz bir parçası olan hür iktisat düzeni ve özel teşebbüs sistemine olan inancımız, bu sistemin yalnız hürriyet alanında değil, toplum refahı ve iktisadi kalkınma bahsinde de en başarılı ve müessir bir sistem olmasından ileri gelmektedir. Vatandaşın hürriyet ihtiyacını ikinci plana atarak, iktisadi kalkınma hedefi için onu devletin elinde bir iptidai malzeme gibi kullanma yolunu teklif eden totaliter görüşleri reddediyoruz." Ve madde ekliyor: "Hürriyetsiz bir toplumun, devamlı, istikrarlı ve yüksek seviyeli bir istihsal imkânına kavuşabileceğine inanmıyoruz." 2007 yılına geldiğimizde de durum değişmiş değil: Demokratik temsil, şeffaflık ve hesap verebilirlik olmadan ekonomik kalkınmayı sağlamak, refah seviyesini yükseltmek ve sosyal yapıyı güçlendirmek mümkün değil. Dolayısıyla siyasi bir silah haline gelen "acaba?" sorusunun ekonomik maliyetini de iyi hesaplamamız gerekiyor. Demokrasi bir olgunluk rejimiyse, "acaba" sorusunu nerede ne zaman kullanacağımıza aynı olgunlukla karar vermek zorundayız. HOLY CROSS ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ DR. İBRAHİM KALIN
<< Önceki Haber HUDSON'daki en can yakıcı soru! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER