"KOCAM KİTAP YAZIYORMUŞ, FARKINDA DEĞİLDİM"
Post Ergenekon durum - ETYEN MAHÇUPYAN
Nedim Şener ve Ahmet Şık'ın
sorgulama sonrası
mahkemece tutuklanmaları, gazeteci dünyasında tepkilere neden oldu. Genel kanaat, bu iki meslektaşın hiçbir biçimde Ergenekon ağıyla ilişkilendirilemeyeceği ve sırf onaylanmayan kitaplar yazdıkları için suçlandıkları. Buradan hareketle vesayete, faşizme kadar giden yorumlar yapıldı.
Ancak daha serinkanlı olunmasında büyük yarar var. Dink cinayetinin çözülmemesinde asker ve polislerin mesleki dayanışmasının rolünü tespit etmiş olanların, şimdi gazeteci dayanışmasının muhtemel işlevini düşünmemeleri şaşırtıcı. Ergenekon'un
Susurluk'a dönüşmemesini, yani sulanmamasını isteyenler, bu iki tutuklamaya işaret ediyorlar. Diğer bir deyişle, olur olmaz insanlar tutuklanmaya başlanırsa, gerçek suçlular arada kaynar denmek isteniyor. Ama ya mesele bu kadar basit değilse? O zaman tam da bu argümanları öne sürenler Ergenekon'u Susurluk haline getirmiş olmayacaklar mı?
Dolayısıyla olaya mesafe alarak bakalım... Anlaşıldığına göre
savcılık ve mahkeme heyetinin algılaması şöyle: Ergenekon ağının deşifre olması ve bu sürecin tersine dönmeyeceği ortaya çıktığı andan itibaren bir 'post Ergenekon' çalışma başlatıldı. Yaklaşık iki yıldır hayata geçirilmeye çalışılan bu operasyonun birincil
hedefi medyayı ve
gençlik hareketlerini kullanarak Ergenekon davasının yıpranmasını, yani Susurluk haline gelmesini sağlamak. İkincil hedef ise
referandum ve seçimleri etkileyerek AKP iktidarını indirmek. Söz konusu değerlendirmeye göre OdaTV bu operasyonun merkezinde yer alıyor ve sadece yaptığı yayınlarla değil, yazılmasını '
teşvik' ettiği kitaplarla da dezenformasyon ve
manipülasyon yapıyor. Hanefi
Avcı'nın kitabı bu bağlamda değerlendiriliyor ve en azından bazı bölümlerinin Nedim Şener tarafından yazılmış olduğu düşünülüyor. Ahmet Şık'ın kitabının ise yine en azından bazı bölümleriyle
Sabri Uzun tarafından yazılmış gibi piyasaya sunulacak olan bir başka kitabın malzemesi olduğu tahmin ediliyor. İçerik açısından bakıldığında bu kitapların bazı gerçeklere değinirken, aslında daha geniş bir operasyonun mantığına uygun olarak yönlendirme ve saptırma amaçlı oldukları varsayılmış oluyor.
Bu mizansenin ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz... Ancak 'doğrudur' demeye ne kadar uzaksak, 'yanlıştır' demeye de en azından o kadar uzak durmak gerek. En azından bu tutuklamaların savcılığın hazırladığı
iddianame üzerinden ve mahkeme heyetinin oybirliğiyle karar almasıyla gerçekleşmesi söz konusu. Dolayısıyla eğer Şener ve Şık'a kasıtlı haksızlık yapıldığı söylenecekse, bunun anlamı savcının ve mahkeme heyetinin bizzat bir başka operasyonun içinde olduklarıdır. Bu durumda da gazetecilere olan suçlamayı kategorik olarak reddederken, kendimiz başka insanlara yönelik olarak aynı suçlamayı yapmış oluruz.
O nedenle savcılığın iddiasının maddi temelleri hakkında kendi bilgimize müracaat etmekte yarar var. Bu bilgi tabii ki son derece sınırlı... Ancak örneğin televizyondaki bir canlı yayında yaşanmış olan bir olayı hatırlayabiliriz.
Hanefi Avcı, bir kitap sergisinde son kitabını imzalıyor ve yanında da eşi oturuyor.
Gazetecilerden biri mikrofonu Avcı'nın eşine uzatarak, kitap yazma döneminin nasıl yaşandığını soruyor. O da mealen şöyle cevap veriyor: "Ben de pek farkında değildim, meğer kitap yazıyormuş..." Bu sahne milyonlarca insanın gözü önünde oldu. Kısacası Avcı'nın kitabının en azından önemli bir bölümünün kendisi tarafından yazılmadığını tahmin etmek zor değil. Soru, bu yazarın kim olduğu... Bu kişinin Nedim Şener olduğunu söyleyecek durumda değiliz, ama savcılığın bu yönde şüphesinin olmasını da yadırgayacak halimiz yok.
Çünkü burada sözünü ettiğimiz kitaplar, 'araştırmacı' gazetecilerin kendi çabalarıyla buldukları, sınadıkları ve açıkladıkları belgelere dayanmıyor. Bunlar toplu halde
servis edilen belgeler. Dolayısıyla da bu içerikteki herhangi bir kitabı inceleyerek, belgelerin muhtemel kaynağına gitmek mümkün. Bu noktada yeniden mesafe alarak bakmamız lazım... Kaynağın belirlenebilmesi, savcılığın suç bağlantılarını takip etmesini sağladığı gibi, tam tersine belirli bir grubun toptan suçlanmasına aracı da olabilir. Post Ergenekon durum askerin ve emniyetin içindeki grupların birbirlerine karşı olan mücadeleleri ile şekil alıyor ve eğer bir biçimde bunun parçası olmayı kabul ederseniz gazetecilik mesleğini de fazlasıyla zorlamış oluyorsunuz.
Şener ve Şık, bu çizgiyi aştılar mı bilemeyiz. Ancak aşmadıklarından emin olmak da pek gerçekçi ve sağlam bir konuma işaret etmiyor.