Yıllardır babasından kalma elyazması eserleri tercüme ediyor. Amatörce de olsa yüzlerce beyit gazel ve kaside yazmış. Onlarca şiir
defteri var. Şimdi kendisinde 10-15 tanesi kalmış. Gerisi eştte, dostta.
Erzincan merkezde eşiyle birlikte yaşayan Mecbure Altınbilekler'i ziyaret etmemizin sebebi, kendisinin divan sahibi bir
şair olması.
Gazel ve kasideleri var. Gençlik yıllarında bulabildiği her türlü kâğıda yazmış. Eski
hesap defterlerine, çocuklarının okul defterlerine. Eşantiyon olarak dağıtılan ajandalara...
Şimdi 15-20 tanesi yanında. Çoğunu dağıtmış. Hemen hemen hepsi ezberinde. Birkaç saniye gözlerini kısarak uzaklara dalıyor, sonra heybetli sesiyle başlıyor
okumaya. Gençliğinde şiir yazmazmış.
Hep okurmuş. Bir de babasından kalma divanları yani eski yazı kitapları, Latinceye çevirirmiş. "Okuduklarımı, öğrendiklerimi başkaları da öğrensin istiyordum. O yüzden çevirilerden oluşan defterlerimi isteyen herkese veriyordum. Ama şimdi pişmanım, bende birkaç tane kaldı. Acaba okuyorlar mıdır?"
İlk ve tek öğretmeni babası
Onun zorlu bir okuma serüveni var. İlk ve tek öğretmeni babası olmuş. Zaten babasını hep kitap okurken hatırlıyor. Mecbure teyze daha 6 yaşındayken babası devlet tarafından, Manisa'ya 6 aylık eğitime götürülmüş.
Harf İnkılâbı olmuş ve bulundukları beldenin nadir eğitimlilerinden biri olan babasına yeni alfabeyi öğrenme ve öğretme görevi verilmiş.
Döndükten sonra babasının öğrencilerinden biri olur. Babası, onun okumasını çok ister. Hatta, "Bursa'nın Karabey Belediye reisi kadın. Bundan sonra kadınlar hep okuyacak.
Kızımın istidadı var, ben de okutacağım." der. Fakat evde yatalak bir babaanne vardır.
Kurtuluş Savaşı gazisi bir kadın. O kadar çok yol yürümüş ki ayaklarına kara su inmiş. 27 yerinde delik vardır. Mecbure teyze yaşadıklarını, "Ninem de yatalak.
Dedi ki, 'Mehmet sen kızı okutacaksın, bana kim baka.'
İlkokuldan sonra okuyamadım. Ama babam eve benim için
tahta yaptı. Eğitim verdi. İsmet
İnönü başa çıktı mı karatahtayı sakladılar. Eski kitapları da. Hep Latince yazı okunacak dendi. Şimdi eski yazı yazabiliyorum ama babam gibi değil." diye anlatıyor.
Mecbure teyze, artık
ev işleri yapan bir
genç kızdır. Ama aklı hep babasının kitaplarında. "Elimde süpürge, babamın omzu üstünden okuduğu kitaba bakardım, iş yaparken eski gazetelere dalardım. Anam kızardı. Evrakı Perişan'ın çoğunu babamın elindeyken omzunun üzerinden okurdum."
Bu kitap, İstanbul'da medrese eğitimi görmüş, devlet erkânına dair eleştirilerde bulununca Erzincan'a
sürgün edilmiş bir
Osmanlı âliminin kitabıdır.
Yazarı Faik Osman Okumuş'un kabri, sürgün edildiği Erzincan Uluköy'de. 50 bin beyit, 100 bin gazel ve 100 bin güzellemeden oluşan bu divanından 7 nüsha varmış. Eski yazı kitapların okunması ve bulundurulması yasaklanınca hoca kitabını, Uluköy
Cami'nin altına gömmüş.
Yıllar sonra cami
tamir edilirken kitaplar bulunmuş ve bir tanesi vârisleri tarafından Mecbure teyzenin babasına emanet edilmiş. Diğerleri devlet korkusundan
Fırat Nehri kenarında yakılmış.
17 yaşına gelen Mecbure teyze, amcasının oğluyla evlendirilir. 4 çocuğu olur, ev işleri, hayat telaşı ve hatta eşinin, çevresinin baskılarına rağmen okumaktan geri durmaz.
"Herkesin bir gün boyunca yaptığı işleri ben bir-iki saatte yapar, kitabın başına otururdum. O zamanlar geceleri gaz yakardık, amcamlarla babamın evi yan yanaydı. Babam gece ışığımın yandığını görüyormuş, kızdı. Gaz pahalı. Laf söz olmasın diye gündüz okurdum." diyor.
Ezberlediği şiirleri yakın çevresine, mahallesindekilere okurmuş.
Şiirleri kulaktan kulağa yayılan Mecbure teyzenin evi Erzincan'a göreve gelen öğretmenlerle, şiire meraklı memur kadınlarla dolar taşarmış. İlkokul mezunu Mecbure teyzeyle şiir ve divan edebiyatı sohbetleri yaparlarmış.
12 Eylül'de askerî mahkemede yargılanmış
1980'lerde artık çocukları da birer yetişkin olan Mecbure teyze, kendini daha çok okumaya vermiş. Hatta bu okuma aşkı sık sık eşiyle arasının açılmasına sebep olmuş.
Haftalar, aylar süren küslükler yaşamışlar. Çünkü artık Mecbure teyze, günlerini çoğunlukla babasının kendisine "Kızım oğullarıma malımı mülkümü, sana da ilmimi bırakıyorum." diyerek
miras bıraktığı Evrak-ı Perişan'ın çevirisini yapmakla geçirir olmuş.
O vakitler
ülke bir hayli karışıktır. 12 Eylül'de ihtilal olur. Tutuklanan on binlerce insan arasında Mecbure teyze de vardır.
Askerî mahkemede yargılanır. 16 gün zindanda tutulur.
O dönemi şöyle anlatıyor: "
Kapı çaldı, meğer
Osmanlıca kitaplar okuyorum diye takip ediliyormuşum. Misafirlerime mutfakta çay hazırlıyordum. Askerler yatakların içini bile aradı, fasulyeleri, makarnaları döktüler. Bizi 4 gün yeraltında, tuvaletin yanında gözaltında tuttular.
Allah kimseyi oralara düşürmesin. Çok kötüydü.
Ama ben daha çok eşimden çekiniyordum. Nitekim çıktıktan sonra 7 ay küs kaldı, eve bile girmedi. Onun için zor tabii. Eşi askerî mahkemede yargılandı. 4 günün sonunda askerî hakim karşısına çıkardılar.
Hakim, 'Teyze tespihin kaç tane?' dedi, ben de 5 bin salavat dedim. Güldü. Oysa inkâr edecekmişim ki kurtulam.
Yalan söyleyemem. Nasıl söyleyeyim? Ne sorduysa doğru söyledik. Dedi 'Sen bir hafta daha misafirimsen.' Bu kez 7 kilidin arkasına koydular. 16 gün sonra hakimin karşısına çıktık, "Hanım sen nelerle uğraşıyorsun?" Bir şey söylemedim.
Kitaplarımı ve defterlerimi incelediler, içinde şiirden başka bir şey olmadığını görünce beni ve misafirlerimi saldılar.
Defterlerimi verdiler. Ama kitapları vermediler, eski yazı ya. Eşim küstü ama n'aptı etti, onları da aldı. Zaten onlar için bir önemi yok ama benim için: "
Sırrı duyan bir gönülde ne ararsa bulur/ sırrı duyanlar o defteri öpüp başına koyar."
Kendini şiirle ifade ediyor
Mecbure teyze, 78 yaşında. Ahdetmiş her sene Kâbe'ye gidiyor. Medine'de ölmek istiyor. Son yıllarda hep oralara dair şiirler yazıyor. İlk hacca gittiğinde bir defter doldurmuş.
Peygamber aşkını dile getirmiş. Sonra gittiği, gördüğü, okuduğu, sevdiği ya da sevmediği her şeyle ilgili yazar olmuş. Eski yazıyla yazılmış çok kitap okumuş da en çok, Aşık Garip ile Senem, Tahir ile Zöhre,
Kerem ile Aslı'nın hikâyelerini anlatan şiirler ezberinde kalmış.
Kitaplarını çocuklarına dağıtmış
Mecbure teyze, babasından kalma eski kitapları okumuş yıllarca. Şu sıralar
Bediüzzaman Said Nursi'nin kitaplarını okuyor. Çevirisini yaptığı Evrak-ı Perişan'ı ise fotokopisini çektirip getireceğiz diyen bir belediye başkanı almış. Getirmemiş geri.
O da İstanbul'dan bir profesöre vermiş. Kitabı incelemesi için. Yakl
aşık 100 yıllık bir elyazması olan kitap için isminin yayınlanmasını istemeyen hoca: "Şiir kalitesi olarak çok iyi bir kitap değil ama dönem hakkında detaylı bilgiler içeriyor.
Elyazması olması da değerli kılıyor kitabı. Yöre kültürü için önemli bir kaynak. Kitabı bana üç-dört yıl önce bir belediye başkanı getirdi. Bir daha da aramadı." diyor. Mecbure teyze kitabın ehil ellerde olmasını istiyor. Diğer kitaplarını ise kızları, oğulları, torunları almış. Şimdi daha çok kendi yazdığı şiirleri ve dini kitapları okuyor.