Haşim Bey yüreğimizi ağzımıza getirdi

Ak Parti hakkında açılan kapatma davasının kararı açıklanırken Gülen Hocaefendi'nin yanında olan Mehmet Gündem izlenimlerini ve orada yaşananları yazdı.

Haşim Bey yüreğimizi ağzımıza getirdi

Fethullah Gülen'e tanıklık etmek… İnsan ülkesinin hudutlarını aşıp yurt dışına çıkınca aşina çehreler, tanıdık simalar, sesler arıyor, önceki gidişlerinden biriktirdiği kendi hayatının izlerini de takip ediyor. Geçen hafta Amerika'daydım. Fırsat bulunca Pensilvanya'da Fethullah Gülen'i de ziyaret ettim. Ne kadar uzak olsa da insan birkaç kez gittiği, ayak bastığı yere karşı ünsiyet hissediyor. Buraya ilk kez 2004'te Milliyet'te çalışırken gelmiştim. 22 gün yayınlanan röportajın atmosferini yeniden yaşadım. Gördüm ki hayatın içinde bir “hatırat kapısı” her zaman açıkmış. Gülen her zamanki gibi… Sürekli işleyen dertli bir dimağ, mahzun bir çehre, şefkatle atan bir kalp. Gözleri hep ufuklarda. Kısık bir ses tonuyla konuşuyor. Her sözü ayrı bir tahşidat, kullukta şuur ve idrak yolcuları için. O “dertli” fikir ve gönül dünyasını mütebessim haliyle perdeliyor, fakat nereden bakarsanız bakın önünüzde bir “dert abidesi” tülleniyor. Miraç gecesi ve ertesi günü oradaydım. Az sayıda ziyaretçisi vardı. İlk defa görsem de onları, karşılaşma yeri burası olunca nasılsa herkes “tanıdık” geliyor. Burada mekan, eşya ve insan hep taze, hep canlı. Çünkü hayat çok farklı, çok derin, çok buudlu yaşanıyor. GÖNÜLLÜ DERTLİLİK Evin üst kat salonunun girişinde bir yazı var; “Gönlünüzde herkesin oturabileceği bir sandalye olmalı.” Ne hoş karşılama… Burası bir dert diyarı, fakat dertlilikte “gönüllülük” esas. Gülen'in şahsında görülüyor ki; “dert, insana hadiseleri çok farklı okutturuyor”. Hiç değişmeyen iki gündemi var; Bir; Allah'la sımsıkı irtibat, bizim acizliğimiz, hiçliğimiz, Allah'ın ululuk, azamet ve büyüklüğünü idrak eden sınırsız kulluk ufku, sürekli dua, tefekkür. İkincisi de, Türkiye. Burada “dünya” değil Türkiye merak ediliyor. Daha önce de yazmıştım, Gülen dünyayı Türkiye'nin etrafında bir yere koyuyor. Merkezde Türkiye var. Türkiye'nin kendine gelmesi, kendi olması, kendi dinamikleriyle yol alması sürecinde “gönüllüler hareketinden” çok şey bekliyor. Allah sevgisi ve Türkiye sevdası olmak üzere bu mekanda iki aşk yaşanıyor. O ANA TANIKLIK Tarihi bir olaya tanıklık da oldu bu ziyaretim. Ak Parti'ye açılan davanın kararının açıklanacağı duyulunca televizyonu açtı. Başkan Haşim Kılıç patlayan flaşlar altında konuşuyor, bizler pür dikkat dinlemeye koyulduk, fakat uzadıkça uzadı, sözün gidişinden manalar çıkarmaya başladık. Gülen'in beklentisi kapatılmayacağı yönündeydi ama henüz o sözü duyamamıştık başkandan. Konuşmanın uzunluğu, izahatlarıyla telaş-tedirginlik-endişe arası yolculuklarımız artıyordu. Heyecan zirvedeydi. Kılıç'ın sözleriyle Gülen'in mimikleri de değişiyordu, simasında kah tebessüm hakim oluyor, kah yerini endişeye bırakıyordu. Televizyonun kumandası elindeydi, bir ara ekran karardı “heyecandan yanlış düğmeye bastım” dedi. Nihayet Kılıç'ın “Ak Parti kapatılmamıştır…” cümlesi, tansiyonu yükselen ortamı normalleştirdi. Gülen'in memnuniyetle karşıladığı karara ilk yorumu “Miracın bereketi” oldu, ardından “Haşim Bey yüreğimizi ağzımıza getirdi” dedi. Tarihi kararla “rahatlayan Türkiye” okyanus ötesindeki Gülen'i de rahatlattı. Ahmet Selim Bey'in “düşünen ve düşündüren insan” diye tanımladığı Gülen her durumdan Allah'a giden bir kapı aralıyor. Bu kararı da “güzellikler Allah'tandır” diyerek yorumladı, “kazanan Türkiye oldu” dedi. Zaten bir gün önceki “ikindi sohbetinde”, “uruc-nüzul” konusunu miraçla irtibatlı olarak işlemiş, sohbeti de şöyle bitirmişti; “Miraç Peygamber Efendimiz Aleyhisselam'a baskıların tahammül fersah olduğu bir zaman diliminde lütfedildi ve ertesi gün Mekke'nin gündemi değişti. Miracın böyle gündem değiştiren bir buudu da vardır. Bakarsınız ülkemizdeki sıkıntılar da 'Miraç'ın bereketiyle çözülür…” GÜLEN TÜRKİYE'DE… Gülen, sadece kendisi derin düşünüp derin yaşamıyor, başkalarını da o çizgide düşünme ve yaşama konusunda derinden etkiliyor. Derinden etkiliyor ve etki alanı oldukça geniş… Yeryüzünün en ücra yerlerinde bile o etkiye rastlamak mümkün. Tarihi tanıklığı burada kesip, biraz onun yaşadığı mekandan söz etmek istiyorum. Daha içeriye girdiğiniz o ilk anda sizi pek tatmadığınız bir huzur iklimi çepeçevre kuşatıyor. Fakat o huzur içinde derin bir düşünceye dalıyorsunuz ve kendinizle hesaplaşmalarınız başlıyor, zayi ettiğiniz hayat gözlerinizin önüne geliyor... Gülen burada fiziki bir gurbet yaşasa da fikri ve ruhi gurbeti hiç tatmamış. Zaten o yaşadığı mekanı kendine benzetmiş, mekan da onun elinde “Türkiyeli” olmuş. “Gülen Türkiye'de yaşıyor” desem hilafı vaki beyanda bulunmuş olmam. Zaten orada Türkiye toprağı da var. Burada mekanla birlikte bir “ruh” inşa edilmiş. MEKANDAKİ İPUÇLARI Mekanın da bir dili var; dizaynı, eşyaların seçimi, yere serilen halıların desenleri, duvarlara asılan tablolar, levhalar, müzeye dönüştürülen vitrinler, kitaplık, elektronik çerçevede sürekli dönen slaytlarla kendini ifade ediyor. Merdiven başında, koridorda, salonda asılı, bir kısmı da slayt olan, kimi hadis, kimi ayet, kimi anonim, kimi de sahibi belli levhalardan gözüme, gönlüme, aklıma takılanlardan bazılarını not aldım. Şimdilik bir kaç taneyle yetinip haftaya “duvar okumaları” üzerinden levhaların diline tercüman olmaya çalışacağım. “Gerçek hür, insanların verdiği sıkıntılar kendisini gazaba sevketmeyen, hakiki yiğit de şahsına yapılan eziyetlerden dolayı asla intikam hissine kapılmayandır.” “İnsanı Allah'a yaklaştırmayan her nimet onun için bir afettir” “Sevgiliden söz et aksi halde sus!” “…Ve insan aldandı” “Izdırap en duru ilham kaynağıdır” “Sen tohum at git, kim hasat ederse etsin” “Allah bizi insan eyleye” Levhalar, size buradaki hayatın ipuçlarını verirken, daha sonra göreceğiniz derinliklere de hazırlıyor. … KİM GURBETTE? Burası farklı bir dünya, duvarlar ve tavan tek renk; beyaz. Her yere akl-ı selim, ruh-u selim, kalb-i selim hakim. Duvarlar bile bir misyonu taşıyorlar. Her şey kendi lisanıyla “Allah” diyor. İnsan bu ortamı görünce “kim gurbette” diye sormadan edemiyor. Sorunun ardından cümle kendiliğinden kuruluyor; fikirde ve gönülde kendi dünyasına yabancılaşmış oldukları halde Türkiye'de sadece gövdeleriyle duranlar değil mi öldürücü gurbete mahkum olanlar… Bence o “vuslat” yaşıyor, bizim gibi olanlar da gurbet, ama farkında değiliz… Gülen büyük bir fırsattır. Yine Ahmet Selim Bey yazmıştı; “Hocaefendi hem nimetimiz hem de imtihanımızdır.” Gülen'e siyasi bir aktör olarak baktığımız müddetçe onu anlamamız mümkün değil. Hiç şüphesiz Gülen dünyanın “en güçlü” insanlarından birisidir. Fakat bu güç fikir ve gönül birliği yaptığı sevenlerinin çokluğundan değil, onun Allah'la münasebetinden, hesap endişesiyle yaşamasından, ahirete dilbeste oluşundan, müstakim çizgisinden, derin insanlık sevgisinden, maziden geçip istikbale uzanan mefkuresinden, adanmışlığından geliyor. Bunu söylemek için çok şey bilmeye gerek yok, insafla simasına dikkatlice nazar etmek yetiyor. Çünkü hayatın izleri en çok yüzde belirir, gözlerde zirveleşir. Bence Gülen'in fikir dünyası kadar gönül dünyası da Türkiye için büyük nimettir. Fakat bu nimete bizden evvel dünya talip gibi… Gülen'i anlamak için “metin okumaları” yapmak kadar -ve belki de daha ileri- hayat yani “hal okuması” da ziyadesiyle gerekli. Ne kadar üst düzey de olsa her fikre karşı bir ifade bulunabilir, ancak büyüklerin halleri sükut ettirir insanı. Gülen'in “insanlık hali” muhataplarını susturuyor. Belki de bilgiyi sırtımızda yük olmaktan çıkarıp da hayata hayat kılacak ve kendimizi yeniden inşa etmemizi sağlayacak bir öğrenme “susmakla” başlar. “Gönül dili hal şivesi” ile vücut bulan beyan insanın içine işliyor; yaratılmaktan gaye insan olmakmış, çok şükreden insan… VE YİNE ALDANMIŞIZ… Bu kısa ziyaretin ardından kendime acı itiraflarım oldu; İman, namaz, dua, tefekkür, ızdırap, peygambere muhabbet, insana saygı, vatan sevdası hiç de bizim bildiğimiz gibi değilmiş… Dünya bizi aldatmış ve koca bir ömrü heder etmişiz… Yeniden iman etmek, namaza yeniden başlamak, insanlığın iftihar tablosu Hz Peygamber'i yeniden okumak, insana yeniden bakmaktan başka çare yok… İnanmak ve ikna olmak zannedildiği kadar zor değil ama “adam gibi” yaşamak çok zor… Gülen, “düşünen ve düşündüren insan” olarak “kazandıran yaşamanın” pratiğini ortaya koymuş… Bizim en çok da “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” çizgisinde “yaşayanlara” ihtiyacımız var. Bir kere daha gördüm ki Fethullah Gülen'i tanımıyoruz. Onun ekran başındaki dakikalarına tanıklık ediyorum, ama gerçek dünyasına değil… Onun kıymeti derdinde… Yukarıda “tarihi olaya tanıklık” dediğim aslında kronolojik tarihe tanıklıktı. Gerçek tanıklığı ise tarihin seyrine etki yapan yaşanması zor bir hayata yapmak gerekir. Şairin “büyük yüküm” şeklinde ifade ettiği Allah'ın “emanet” diyerek insana yaptığı teklife “evetle” “mukaddes ızdıraba” yelken açmış bir gönüllülük hali… Gülen'e bir de gönül penceresinden bakılsa, acaba neler görülür. Bu derinlikler bizi aşıyor. Bir şeyi tam ifade edememek başkadır, yanlış anlatmak başkadır. Neyse, “duymak görmek gibi değildir” diyelim ve “Edep yahu” ikazıyla sükut edelim…
<< Önceki Haber Haşim Bey yüreğimizi ağzımıza getirdi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER