COACH!
Onları, otomobillerinin ön pencerelerine özel düzenekle tutturulmuş Türk bayraklarıyla caddeden geçerken görenler, Türkiye'nin
Avusturya büyükelçisi veya
Viyana başkonsolosu zannedebilirler; öyle değil; 'gurur' yanlış kelime.
Daha çok sevinç; bir bayram sabahını memleketinde sevdikleriyle karşılayanların gönül ferahlığı,
kibir değil neş'e, azamet değil 'içi ışıl ışıl olmuş bunun yahu' cümlesinin beden diliyle ifadesi.
Meğer buna ne kadar ihtiyacımız varmış...
Her sohbette, 'n'olacak bu Türkiye'deki durumlar' sorusuna asılmış salkım salkım endişe. Avrupa'da Türk olmak, Türk kalmak, Türkiye'nin engin ovalarında ferah-fahur
masa başı milliyetçiliği yapmaya benzemiyor. Türkiyeli yatırımcı mütedeyyin abilerden kazık yiye yiye bağrı vefasızlık kabristanına dönmüş gurbetçiler yine de Almanlarla maç yaparken Brezilya'yı değil, Türkiye'yi tutuyorlar. Bu önemli, çok önemli ve çok değerli bir şey...
Peşte'de bir gurbetçiyle Galiçya Cephesi'nde şehit düşmüş Osmanlı askerlerinin şehitliğini geziyoruz. 7-8 sene evvel buradaki askerî ataşemiz Şehitliği yeniden tanzim ettirmiş. Bir gül bahçesine girercesine girilen bir kabristan! Bizim gurbetçi, 'hay elini öpeyim böyle Türk subayının' diyor.
Oradakiler neyle uğraşıyorlar ama böylesinin de eli öpülüyor. İvazsız, garezsiz, samimi bir minnet hissi bu. Anlar mısınız; anlayabilir misiniz? Oradakiler' buradakilerle aynı dili ne zaman konuşur?
Ah bir anlasanız bu gariban Türkler'in yanık bağırlarında kışlayan mehabet duygusunu, imanı ve muhabbeti. Bir anlayabilseniz, zırt-pırt bildiriyle halka ayar vermeye hiç lüzum kalmayacak.
*
Budin'in
zümrüt yeşili tepeleri arasında kaybolmuş gibi duran mütevazi pansiyonda
akşamüstü 30 kadar Türk, daracık bahçede plastik sandalyelere yerleşmiş, evin yan duvarına akseden sinevizyon görüntüsünün netleşmesi için akşam karanlığının çökmesini beklemekteyiz. Brezilya'yı değil, hamdolsun koç gibi top oynayan kendi takımımızı destekliyoruz. Uğur ilk golü atınca delikanlılarla aksakallılar sarmaş dolaş... Gol yiyince, 'pes etmek yok, atarız; haydi alkış' sesleri yükseliyor ve habire duvardaki sinevizyon görüntülerini alkışlıyoruz. Dışardan gören kim bilir ne zanneder bu hali?
Devre arasında bahçede akşam namazı düzenine geçiliyor hemen; yere üç beş yaygı, bir imam, bir müezzin; ara yerde gürül gürül cemaat. Dualar Budin semalarına refakatinde nelerle yükseliyor?
Ah... Orda olacaktınız...
Şöyle böyle bin küsur Türk'ün yaşadığı
Budapeşte'de, zaferden sonra çıkıp çocuklar gibi
sokak turu atmayı planladık fakat olmadı; sağlık olsun, 'böyle oynayın, elenin;
helal olsun' dedik. Mahzun ama mağrurduk. Tadına doyulmaz bir gurbet akşamıydı. Başındaki 'coach'un kantara gelmez egosu sinirimize dokunsa da Brezilya'nın değil Türkiye'nin
Euro 2008'den elenmesini pekala hazmettik.
'Orada olmalıydınız' yanlış; oradaydınız; hep orada, hep beraberdik zaten.
Çerden çöpten laftan ipe dizip, bizi elaleme rüsva eden iddia sahipleri belki hâlâ duymamıştır diye buracığa yazayım; Bu gurbetçilerimiz sadece Avrupalıların iş yerlerinde aylıkçılık, büfelerde dönercilikle iktifa etmiyorlar. Türkiye'de değil, burada da sınıf atlıyorlar. Birisi dedi ki, "Hamdolsun artık avukatlarımız, doktorlarımız, vekillerimiz, iş adamlarımız da var; gümbür gümbür geliyoruz. Dert çok ama hamdolsun devası var."
Bu işin devası eğitim. Bu gurbetçiler artık eğitim sektörünün de, "çağdaş" eğitimciliğin de püf noktasını ele geçirmişler. Çatır çatır okul açıyor, görenin 'talebe olsam, bir daha okusam' diye iç geçirdiği pırıl pırıl sınıflarda yüz ağartıcı işler yapıyorlar.
Yurtdışında faaliyet gösteren her "Türk okulu"nu gezdiğimde, -ayıp değil ya- Hırvatistan'a gol atmışız gibi yüreğim kabarıyor.
*
Bu işin "coach"una teşekkür etmeseniz de olur; dahleylemeyunuz kâfidir.
A.TURAN ALKAN/ZAMAN