Samanyolu televizyonunun yeni dizisi Yağmurdan Sonra’da Enki
Ziya rolüyle
seyirci karşısına çıkan Attila Olgaç, Vendor karakteri canlandıran
Ali Sürmeli ile iyi bir ikili oldu.
Dizide bütün dinlere karşı olan bir
babanın
Müslüman olan kızıyla yaşadıkları anlatılıyor.
Rol aldığı projelerden alnının akıyla çıkan Attila Olgaç bugünlerde Samanyolu
Televizyonu’nun yeni dizilerinden Yağmurdan Sonra’da çıkıyor izleyici karşısına. Sert bakışı ve konuşmasıyla
Kurtlar Vadisi’ndeki Kılıç’ı hatırlatsa da
Hayat Bilgisi’ndeki Hidayet Hoca kadar uysal yeni rolünde. “Verilen görevi en iyi şekilde yaparım.” diyen Kılıç’ı izlerken bir önceki dizisi ya da projesine takılıp kalmıyor izleyici. Dizide Enki Ziya’yı canlandırırken Kılıç’ı ya da Hidayet Hoca’yı hatırlamıyorsunuz bile. Bir Nazi subayını canlandırmayı en büyük hayali olarak gören Olgaç, içinde bulunduğu televizyon ve tiyatro camiasına da kırgın. Görev aldığı dizi ve tiyatro oyunlarına
ödül verildiğini söyleyen
oyuncu, kendisinin
aday bile gösterilmemesine yakınıyor. Hatta ‘
Oyuna var, oyuncuya yok.’ diyerek de serzenişte bulunuyor.
Kadıköy’de mütevazı bir
apartman dairesinde yaşayan Attila Olgaç ile Yağmurdan Sonra’dan başlayıp diziler, tiyatro,
aile yaşantısı, hayalleri ve beklentilerini konuştuk.
‘Kurtlar Vadisi’, ‘Hayat Bilgisi’ derken şimdi Samanyolu’nun ‘Yağmurdan Sonra’sı ile izleyici karşısındasınız. Nasıl oldu da rol aldınız?
Samanyolu Televizyonu yöneticileri ‘Yağmurdan Sonra’ için Da Vinci’nin şifresinden yola çıkarak bir proje hazırlamışlar. Bana
teklif ettiler ve incelemem için üç
parmak kalınlığında da bir sinopsis verdiler. Gördüm ki; dinî inancı olmayan bir grubun dünyayı idare etme çabaları anlatılıyor. Bu topluluğu, dinin saçma sapan bir şey olduğunu kanıtlamaya çalışan, tüm dinlere karşı bir tarikat olduğunu gördüm. İlgimi çekti ve kabul ettim.
İlk kez iyi bir karakteri canlandırıyorsunuz...
Doğru söylüyorsunuz, uzun süredir ilk defa iyi bir karakteri oynuyorum. Dizide kötü görünümlü; ama çok iyi kalpli bir dayıyım. Vendor’un kızı
İslamiyet’i
tercih edince, kız ile baba arasındaki çatışmada ben bir dengeleyiciyim. Yani ben de Müslümanlığı seçmişim, bunu kimse bilmiyor. Bir tek ben biliyorum.
Aslında dizinin karmaşık bir yapısı var
Karmaşık gibi görünse de izleyici anlıyordur. Bunların bir topluluğu var, bütünleşmişler. İşte o grupta 66’lar var, 266’lar var. Yani böylece giden bir silsile. Bu silsile içinde ben de 6’lardanım. O altılılara, ‘altınlar’ diyorlar. O altınlardan biri gittiği zaman gümüşlerden biri, gümüşlerden boşalan yere bronzlardan biri geçiyor. Bir nevi masonik usta-çırak ilişkisi gibi.
Bu grubun içinde çok dikkatli olmanız gerekiyor galiba?
Müslüman olduğumu öğrendiklerinde onların içinde yerim olamaz. Mutlaka öldürülmem gerekir. Çünkü Müslümanları
hedef alan bir topluluğa karşı koyuyorum.
Sizi Hayat Bilgisi’nde de izledik, ‘Kurtlar Vadisi’nde de. Ama canlandırdığınız Kılıç karakteri akıllardan çıkmıyor. Neden?
Oyun gücü denen bir şey var. Kılıç bana yakıştı. İnsanlar Kılıç’ı benimsediler. Kılıç, kendi halinde, ne olduğu meçhul bir adamdı. Ama detaya girmeden öldürdüler.
Nasıl yani Kılıç’ın bir detayı mı vardı?
Onlarla anlaşmamız böyle değildi. Bakın anlaştığımız şekilde işler yürümüyor. Maalesef her şey değişiyor. Şimdi bizim anlaşmamızda bütün karakterlerin bir altyapısı vardı. Bunlar ortaya çıkacaktı. İşte Baron kim? Nasıl bir araya geliyoruz? Biz nerede tanışmışız? Niye Baron’un yanındayım? Bütün bunlar detaylı bir bilgi olarak sunulacaktı. Detaylı bir bilgi verilmedi hiçbir karakter hakkında. Hatta ben, Kılıç’ın Ali isminde biri olduğunu 50. bölümde öğrendim.
Oynamayı çok arzuladığınız bir tip var mı?
Şurası bir gerçek ki,
mafya dizileri bana yakışıyor. Osman
Sınav ile konuştuğumuzda, ‘Mafya dizisi çekeceğim.’ dedi. ‘Bensiz bir mafya dizisi düşünemiyorum.’ dedim. Kendimi o rollere yatkın görüyorum. Sanatçının, oynamak istediği roller vardır. Mesela Nazi subayını canlandırmayı çok isterim. Çok da iyi oynayacağıma inanıyorum. Bazı şeyleri insan hisseder. Bir de Kılıç kıyıda köşede kalmış bir tipti hiçbir özelliği yoktu, Hüsrev’i kılıçla öldürmekten başka. En önemlisi de çakıyı ben istedim. Sonra da çakıyla beni öldürdüler. Kılıç’ın öyle bir çakıyla öldürülmesi komikti doğrusu...
Dizi, tiyatro ve seslendirmeler, hepsine yetişmek zor olmuyor mu?
Seslendirmede para kazanamayacağımı anladım ve bıraktım. 25 sene yaptım. En üst noktaya da geldim artık. Amaç diye bir şey kalmadı.
Diziler biraz farkı galiba...
Dizilerde de böyledir. Yani profesyonel olacaksınız. Nedir? İşte bir
emek sarf ediyorsun. O emeğin karşılığında kazanıyorsun. Ama şöyle, ama böyle. Yani oynadığın karakter senin kişiliğini değiştirmiyor.
Sergen Yalçın’ın ikinci lig takımına
transfer olması gibi.
Yağmurdan Sonra’da Enki Ziya Alan’ı izlerken Vadi’deki Kılıç’ı, Kılıç’ı izlerken de Hayat Bilgisi’ndeki Hidayet hiç aklımıza gelmedi. Oyunculuk bu mu?
Yağmurdan Sonra’nın izleyicisi ayrı, Kılıç’ın seyircisi ayrı, Hidayet’in seyircisi ayrıydı. Kimse de yadırgamadı. Zaten
Avrupa’da böyle. Ben onlarla kendimi bir tutmuyorum; ama o şartlar bizde olsaydı ben herhalde Robert De Niro olurdum. Bunu da
Türkiye standartlarında anlatmaya çalıştık. Ama anlayan olmadı pek fazla.
Anlayan olmadı derken...
Çünkü TV ödülleri dağıtılırken en iyi bilmem neler açıklandığında, biz
aday adayı bile değildik. Aynı kanalda üst üste yayınlanan iki dizi var. Çok iyi de
reyting aldı. Ödül vermiyorlar hadi, aday gösterseydiler. Aynı şekilde şu an tiyatroda oynadığım Uyarca en iyi yapım ödülü alıyor, oyunculara hiçbir şey yok. Oyuna var, oyuncuya yok. Böyle saçma sapan bir şey düşünebiliyor musunuz? Şimdi tiyatroculara Afife Jale ödülü veriliyor, biz yokuz içinde.
Türkiye’de oyuncu olmak neden zor?..
Her yönüyle kendinize dikkat etmeniz gerekiyor. Bir de, gündemden düştüğünüz anda olay biter. Haldun
Taner’in bir sözü var: “Zaten aktör dediğin nedir ki? Sahnede varken varsındır. Perde kapandığı zaman replikler uçuşur, herkes dağılır ve bitti.” Onun için bizim hayatımız da böyle işte.
Bir kız, elinde tesbih ‘Senin gibi olmak istiyorum’ diyor
Biz normal bir millet değiliz. Sokaklar, en ufak bir bakışmada bile
bıçak çeken insanlarla dolu. Bizim amacımız onları kötü şekilde etkilemek değil. Zarar görüldüğünü göstermektir. Sanatın eğitici yanı da odur. Burada etkilenmek yerine olumlu bir sonuç almak
toplumun becerisidir. Toplum maalesef o görgüye sahip olmadığı için, diyor ki; ‘Ben de öyle olacağım’. Mesela bir kız çocuğuyla tanıştık, elinde tesbih, ‘Ben senin gibi olacağım.’ diyor. ‘Sen çakıyı kullanıyorsun, ben tesbihi...’ diyor. Benim kızım öyle davrandığı takdirde ben psikoloğa götürürüm. Kurtlar Vadisi tartışılabilir; ama biz hâlâ onun mirasını yaşıyoruz.
İKİ YIL SONRA YAŞTAN EMEKLİ OLACAĞIM
Diziler, tiyatro ve dublaj derken ailenize zaman ayırabiliyor musunuz?
Genelde zaman ayırıyorum. Artık belli bir yaşa geldik.
Tiyatro ya da dizi fark etmez, her projeye ‘
evet’ demiyorum. Zaten en çok zamanımı alan dublajdı. Onu da bırakınca
vakit çıktı.
Rol yapmadığınız tek yer eviniz galiba.
Bu çok doğru. Evim benim sığınağım. Küçük bir kızım var; Naz. Onunla oynarım. İnternete giriyorum. Arada bir dizilere bakıyorum. Ama genelde fazla televizyon izleyemiyorum. Evimde rahatım. Böylece
emekliliğe doğru geçiş yapıyorum. İki yıl sonra yaştan emekli olacağım.
Oyunculukla ev ortamının birbirine karıştığı da oluyor mu?
Kesinlikle karıştırmam. Evdeki tiplerle oyunu, oyundakilerle evi karıştırırsam, hayat yaşanamaz olur. Asarım rollerimi dışarı, hangisini giymek istiyorsam onu giyerim ve giderim. Bunun güzel olan tarafı da budur. Bunu gerçekleştirdiğin anda da güçlü sanatçısındır.
Tiyatro daha çok yoruyor herhalde.
Evet dizilere bakarak tiyatro çok zor. Seyircinin soluğuyla seninki karışıyor, senden giden elektrik onlara çarparak yine sana geliyor. Bu, adrenalinin en yüksek olduğu andır. Derler ki 2 saat oynuyorsun orada, sonra oturuyorsun. Ben o iki saatte bir amelenin 8 saatte harcadığı enerjiyi harcıyorum.
YUSUF BÜLBÜL- Zaman Turkuaz