Balcı'nın 14 Aralık'ta demokrasi ve medyaya yapılan darbe operasyonu kapsamında belgesiz ve delilsiz olarak tutuklanan Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca için yazdığı yazısı okuyucularıyla buluştu.
İşte Kerim Balcı'nın 'Hidayet Ağabey’e yazılası on mektup' isimli o yazısı;
Hasret
Ağabeyim... Kalbim içerde... Kaldım dışarda... Koğuşta bir lâ-şeyin ayak sesleriyim şimdi... Soğuk hücre duvarlarında gölgenim senin... Ve benim gibi manaları sana eşlik eden Yusufçuklar... Sofralarımızda sahipsiz kaşıklar, seni bekliyoruz dışarda... Her sabah seni soruyorum haber kanallarına, “Ağabeyim çıkmadı mı?” Sen de sor Yusuflara her sabah e mi: “Bizim Kerim daha gelmedi mi?”
Zindanın çağrısı
Halvete çağırır gibi çağırıyor zindan... Sohbet-i Canan’a davet eder gibi, diyor, “Gel!” Milyarlar dost gittiler de berzaha, ölümü insanlar sevemedi gitti. Bir sen gittin zindana, zindan gözümde tüllendi, dünyam gözümde bitti... Ben seni hiç bu kadar sevmedimdi ağabey! Zindana hiç bu kadar imrenmedimdi... Bilmem ki hanginiz hanginizi güzelleştirdi...
Fani dakikaları ibka
Fani ve fena bir adamın taaffün etmiş iktidarında zindan fani dakikaları ibka eden bir ikramdır. Şu kısa ömrün baki kalmış sülüsünden az bir kısmını verip, dünyanın baki kalan ömrünce insanlığın sülüsünün büyük bir kısmının duasını kazanan adamın ticareti ne kadar da karlı! Henîen leke! Henîen lekum! Bu dünyanın çabuk yıkılır sarayları için cennetin ebedi köşklerinden vaz geçenler düşünsün! Vâ esefâ! Vâ esefâ!
Mekân, sohbetimize mani değil
Bu kısım bana avuntu: Aynı davaya gönül vermişlerin, zaman ve mekân sohbetlerine mani değil. Biri şarkta, biri garpta olsa hiç ehemmiyeti yok. Biri zindanda, biri berzahta olsa bile her daim her yerde görüşüp dertleşebilirler. Bizim dışardaki sohbetimizin tadı kalmadı. Sohbetinizde bize de yer açın Yusuflar!
Hem keffaret, hem beşaret
Her musibette kaderin adaleti var. Ama bu adalet her zaman geçmişe bakmaz. Belki bu musibet istikbalde verilecek nimetleri istihkakının vesilesidir. İnsanlar, senin yapmadığın bir işle sana zulmediyorlar. Fakat kader adalet ediyor. Sana sorsam, “Benim gizli hatalarıma binâen, o musibet eliyle beni hem terbiye, hem hatama keffâret ediyor,” dersin. Bana sorsan, “Adalet-i İlahi, Kerem-i İlahi’nin hem bu dünyada hem de ukbada sana lütfedeceği makamlara itiraz etti. İbadetlerin yetmediği yeri musibetler doldurdu. Hem diğer kullar itiraz etmemek için o makamları hak ettiğini umuma izhar ediyor.” derim.
Hiddet etme, acı
Duydum ki “Hakkımda bu adaletsiz kararı verenler benim oturduğum sandalyeye oturacak!” demiş, merhamet etmişsin. Zalimin zulmünün cezasını bu dünyada alması lütuftur. Ben ise Hazreti Üstad’ın bir zaman nefsine dediği gibi derim: “Bu zalimlere hiddet değil, acımalısın. Onların her birisi, pek az bir zaman sonra, sana muvakkaten verdikleri azap yerinde bin derece fazla bâki azaplara ve maddî ve manevi cehennemlere mâruz kalacaklar. Senin intikamın, bin defa ziyade onlardan alınır. Ve bir kısmı, aklı varsa dünyada da kaldıkça, geberinceye kadar vicdan azabı ve idam-ı ebedî korkusuyla işkence çekecekler.”
Lanet etme melânete
Bu kısım bize uyarı: Mel’una lanet etmek caiz ama vacip değil. “Şer’an bir adam, hiç mel’unları hatıra getirmeyip lanet etmese, hiçbir zararı yok. Çünkü zem ve lanet ise, medih ve muhabbet gibi değil; onlar amel-i sâlihte dâhil olamaz. Eğer zararı varsa daha fena...” Madem bütün gelecekler yakındır; o zalimler hak ettikleri cezaları almış gibidir. Bizim daha kızmak ve lanet etmekle onların cezalandırılmalarına yardım etmemiz mümkün değil. “O meselelerle meşgul olmak, şimdiki bu hazır musibet-i diniyeye karşı mükellef olduğumuz vazife-i Kur’âniye’ye zarar verir.”
Daha yazacak üç mektubum var. Birisinin vakti gelmedi, ikisi için de yerim kalmadı... Yusuflara selam!