Fethullah Gülen Hocaefendi, Türk okullarını yabancılara gammazlama gayretlerini duydukça iki büklüm olduğunu, Cenab-ı Hakk’a sığındığını ifade etti.
Tahribat arzusunun insaf sınırlarını zorladığını belirten Hocaefendi, “Dünyanın dört bir yanına kültürümüzü, dilimizi taşıyan bu insanların faaliyetlerini görmezlikten gelmek nankörlüktür. Güneş balçıkla sıvanmaz. Ne yaparlarsa yapsınlar, bu basiretli toplum her şeyi görüyor ve biliyor.” dedi. Hizmet erlerinin ye’se kapılmaması gerektiğinin altını çizen Gülen, millete, hatta bütün insanlığa yapılan hizmetlerin, Allah’ın izni ve inayetiyle devam edeceğini, kervanın yürüyeceğini dile getirdi. Hocaefendi, Gezi olaylarıyla ilgili de şu değerlendirmeyi yaptı: “Demokratik talepler, çevre duyarlığıyla masumane bir şekilde başlayan eylemler oldu. Hoşgörüyle yaklaşılabilirdi. Gidilip nabızları tutulup dertleri dinlenebilirdi. Tam tersine şiddetle bastırıldı. Oraya yapılacak bir AVM, bir damla kan eder miydi?”
Efendim Ankara’da Büyükelçiler Konferansı’nda “Bu örgütü muhataplarınıza iyi anlatın.” denilerek yurtdışındaki okulları o ülkelere bir bakıma jurnalleme talimatı verildi. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Dünyanın dört bir bucağından gelen gammazlama gayretlerini duydukça iki büklüm oluyor, Cenab-ı Hakk’a sığınıyorum. Maalesef tahribat arzusu insaf sınırlarını zorluyor. Bu müesseseler Anadolu insanının büyük fedakârlıklarıyla kuruldu. Türkiye’den hemen herkes o okulları gördü. Sağcısı, solcusu, ulusalcısı, dindarı, ateisti… AK Partilisi, CHP’lisi, MHP’lisi, BBP’lisi, Saadet Partilisi, BDP’lisi… Toplumu oluşturan hemen herkes. Bir kişi duymadım ki çıksın ‘bu okullar zararlıdır’ desin, kapatalım desin. Ne akli ne siyasi hiçbir kriterle ve argümanla bu okullara karşı olmak mümkün değil.
Okulları kuran arkadaşlar maddi ve manevi bir menfaat gözetmeden gittiler. Oralara Anadolu insanının kucaklayıcılığını götürdüler. Hoşgörüsünü götürdüler. Evrensel değerlerimizi götürdüler. Dünyanın dört bir yanına kültürümüzü, dilimizi taşıyan bu insanların faaliyetlerini görmezlikten gelmek bir nankörlüktür. Güneş balçıkla sıvanmaz. Ne yaparlarsa yapsınlar, bu basiretli toplum her şeyi görüyor ve biliyor. Dolayısıyla olup biten bu şeylere engel olamama, ışığını söndürememe, onları hezeyana sevk ediyor olabilir. Muvazenesizce çırpınıyorlar. Bunun da bilinmesi lâzım.
SOHBET-İ CÂNÂN: Fethullah Gülen Hocaefendi, sağlığı müsaade ettiği ölçüde her gün ders okutuyor. Bu derslerde tefsir, fıkıh, hadis, tasavvuf gibi temel İslamî ilimlere dair eserler ilahiyatçılardan oluşan bir heyetle müzakere ediliyor.
ALLAH’IN İZNİYLE KERVAN DURMAYACAK
Siz Türkiye’nin gönüllü lobilerle dıştan desteklenmesini sağlamazsanız, küreselleşen bir dünyada Türkiye’nin tek başına, dünyadan kopuk olarak ayakta durması mümkün olmaz. Bundan sonra, sadece Türkiye değil, hiçbir devletin tek başına ayakta durması mümkün değil. Türkiye’nin, dünyanın dört bir yanında Türkiye’yi seven ve sempati duyan insanlarca desteklenmesi lazım. Cihanşümûl bir sulh için toplumların birbirini tanıması, anlaması gerekir.
Bu hayırlı hizmetlerin ademe mahkûm edilmesinden, yabancılara sizin ifadenizle jurnallenmesinden dolayı üzülüyor ve ızdırap duyuyorum. Ama her şeye rağmen biz, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da hep karakterimizin gerektirdiği şekilde herkese saygılı olmaya çalışacağız. Üç beş günlük bir dünya için kem söz söylemeyecek, gönül kırmayacak ve herkese sevgi çağrısında bulunacağız; bulunacak ve milletimize karşı münasebetlerimizde Hz. Bediüzzaman’ın şu sözlerine bağlı kalacağız: “Senelerden beri çektiğim bütün ezâ ve cefâlar, maruz kaldığım işkenceler, katlandığım musîbetler, hepsi de helâl olsun! Seksen küsur senelik hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum. Ömrüm harp meydanlarında, esaret zindanlarında, memleket hapishanelerinde geçti. Aylarca ihtilâttan men edildim. Divan-ı harplerde bir cânî gibi muamele gördüm. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere ve zindanlarda bana yer hazırlayanlara hakkımı helâl ettim.” Evet, bir mümin olarak, bu duyguları paylaşacağıma söz verdim. Kimseye küsüp darılmayacağım. Ölümü gülerek karşılayacağıma, celâlden gelen cefayı, cemalden gelen vefa ile bir bileceğime ahdettim.
Ne var ki oralardaki arkadaşların, diğer yerlerdeki arkadaşlarımızın ye’se kapılmaması lazım. Bu millete, bu milletin bugününe ve yarınına, hatta bütün insanlığa yapılan şu hizmetler, Allah’ın izni ve inayetiyle devam edecek, kervan yürüyecektir. Bu kervanı yine Allah’ın lütfu ve keremi ile ne iftira durdurur, ne de tezvirât. Vicdanı ve kalbi duru olan insanlar bu iftira ve yalanları basiretleriyle kavrayacaklardır...
Daha önce de bir vesile ile arz etmeye çalıştığım gibi bir kısım yobazca davranışlar, yürüdüğümüz yolu yürünmez bir hale getirmeye çalışsa da, diyaloğa açık ruhlar, etrafına tebessümler yağdıran gönül insanları, günahını bilen vicdanlar, hatalarına pişmanlık duyan ruhlar, geleceği mantık ve muhâkeme üzerine bina etmek isteyen dimağlar hayatiyetlerini devam ettirdiği sürece, ruhumuzun sarsılan kısımlarını yeniden derleyip toparlayacak ve yeniden herkesi sevmeye devam edeceğiz. İşin bize bakan yanı bu.
Gezi sürecinde maalesef...
Diğer yanıyla da Türkiye’de toplum katmanlarını, farklı aidiyetleri birbiriyle kutuplaştırmayı çok tehlikeli buluyorum. Ateşle oynamak gibi bir şey. Bir ebeveyn, aile fertleri hangi görüşlerde olursa olsun, birbirlerine karşı nasıl kışkırtır? Biz kökleri yüzyıllara uzanan büyük bir aileyiz. Birbirimizin düşünce ve aidiyetlerini kavga vasıtası yapamayız. Herkes bir başkasının farklı konumuna saygı duymalı. Söz ve ifade hürriyeti inhisar altına alınamaz. Ekseriyetin ses ve sözü ne kadar saygıdeğer ve dikkate şayan ise azınlığın ses ve soluğu da o kadar kıymetli ve takdire şayandır. Kitleleri sıkboğaz ederseniz içtimai fay hatlarını kırarsınız. Ve bu da hiçbir siyasi getiri için göze alınacak bir bedel değildir.
Gezi sürecinde maalesef bu oldu. Demokratik talepler oldu, çevre duyarlığıyla masumane bir şekilde başlayan, yeni tabirle, eylemler oldu. Hoşgörüyle yaklaşılabilirdi. Gidilip nabızları tutulup dertleri dinlenebilirdi. Tam tersine şiddetle bastırıldı. Oraya yapılacak bir AVM bir damla kan eder miydi? Bir can eder miydi? Tabîî bu baskı şiddet doğurdu, mahalli bir mesele devlet güvenliği haline geldi. Sahneye kargaşa için firsat bekleyen şekavet şebekeleri de girince o günlerde çok endişe ettik. Dünyanın her yanında arkadaşlarımız duaya durdular. Hacet namazları kıldılar. Gel gör ki bu hadiselerin arkasında bile cemaat parmağı var denildi. Allah, insaf ve izan versin.
Sulh ve sükûn sürecini bozmamak lazım, uzlaşma bölgenin tamamını kapsamalı
Çözüm süreci ve gelinen nokta konusunda nasıl düşünüyorsunuz?
Daha önce de defaatle arz ettim. Bir mümin sulhun yanında olur. Sulhun gerektirdiği tavırları takınır. Orada teraküm etmiş, birikmiş problemler var. Bunlar her defasında silahla çözülmeye kalkıldı. Böyle olunca da katlanarak büyüdü. Şimdi bir sulh ve sükûn süreci var. Bozmamak lazım. Bu, her iki taraf için de düşmanlıkları unutma ve hataları gözden geçirme için iyi bir fırsat.
Devlet vatandaşlarına karşı her şeyden önce adil olmalı. Temel hak ve hürriyetleri başka değerler karşısında pazarlık unsuru olarak görmemeli, kullanmamalı.
Çözüm süreci daha başlamadan, fakir, anadilde eğitim hakkında kanaatimi ifade etmiştim. Bir türlü adım atılmadı. Hâlâ sürüncemede. Bir an evvel Kürtçe eğitim verebilecek kabiliyette öğretmenler yetiştirilmeli. Bu, halkın istemesiyle olacak, bir iş değil. Devletin adım atması lazım. Bu adımları atarken de söz, tavır ve davranışlarımızda lütfedici imajı uyarmaktan uzak durmalı. O bölge, tarih boyunca medeniyetlere beşiklik yapmış, çok zeki insanları barındırmış. Türkiye, bunu yaparken Kürt vatandaşlarına gerekli hak ve hürriyetleri tanımanın yanında diğer coğrafyalarda yaşayan Kürtlere de yardım elini uzatmaktan geri durmamalı. O insanlarla da kültürel ve tarihî bağlar yeniden kuvvetlendirilmeli, kopmaz hale getirilmeli.
Üç temel problemimiz var: Bunları Hz. Bediüzzaman, yaklaşık bir asır önce cehalet, fakirlik ve tefrika olarak ifade ediyor. Bunların hasıl ettiği ümitsizlik; hile, aldatma, karşılıklı güvensizlik gibi meseleler ortada.
Siyasî gayri siyasî herkesle ortak payda...
Bütün bunları ortak bir platformda ele almak lazım. Tepeden bakarak tekebbüre girerek olmaz bu. Bir uzlaşma olacaksa o bölgenin bütününü, farklı düşünen bütün insanını içine alan bir uzlaşma olur. Kimseyi dışlamamak lazım. Siyasi, gayri siyasi herkesle ortak bir paydada buluşmak lazım. Orada yaşayan insanların problemlerini kendilerinin çözmesine imkan tanımak lazım. Bu hususlarda yavaş kalınırsa çözüm süreci sekteye uğrar diye korkuyorum. “Yeter ki kan akmasın...” diyelim tamam. Bu bile belli bir pragmatizm ihtiva ediyor. Ötesi hedeflenmeli. O bölge insanının huzuru, mutluluğu ve refahı; Türk’üyle Kürt’üyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle, Arab’ıyla, Süryani’siyle aynı ailenin fertleri halinde yaşayacak bir atmosfer temini gerekiyor.
İlle de ‘üst akıl’ arayacaksanız Cenab-ı Hakk’ın inayetine bakın
Son günlerde belli çevreler, Hizmet Hareketi’ni karalamak için ‘üst akıl’ gibi bir tabir ortaya atarak dışa bağımlılık imasında bulunuyor.
Büyük bir vebaldir bu. Hiçbir dönemde insanlar bu kadar çok yalan ve iftira ile karşı karşıya gelmemiştir sanıyorum. Muttali oldukları bir husus varsa onu kamuoyu ile paylaşmalılar; değilse müminlere iftira etmiş olurlar. Karalama o kadar haddi aşacak noktaya geldi ki, her gün yeni bir yalana hatta iftiraya rastlıyoruz. Tûl-i emel ( ikbal arzusu) kalpleri katılaştırır; hiçbir şeyi ter u taze duyamazsınız. Maneviyatı göz ardı eder, hafife alır; hatta alay edersiniz. Kalp katılaşınca, tûl-i emel ile dünyaya sımsıkı sarılınca her şeyi bu fani âlemden ibaret sanırsınız. Ve ağzınıza geleni hemen oracıkta söyler, günaha batmaktan endişe duymazsınız. Kur’an, katı kalpli olmamayı, yumuşak bir kalp taşımayı, ince ruhlu olmayı tavsiye ediyor. Kalp kasveti ruhları esir alınca, insan dünyalık bir hedefe ulaşmak için meşru, gayri meşru farkı gözetmeksizin her yola başvurur. Maalesef hicran dolu bugünlerin bir sebebi de kasvet-i kalbiyedir.
İlle de bu Hizmet için bir “üst akıl” arıyorlarsa söyleyeyim o, Cenab-ı Hakk’ın istişare ve uhuvvete lütfettiği inayet ve sıyanettir.
Fani hiçbir güce dayanmayan bu Hizmet, O’nun inayetiyle mesafe aldı ve O himaye ettiği müddetçe kimse ona zarar veremeyecektir. Mümin, temkin insanıdır. Yalan yanlış bilgiler doğrultusunda kardeşleri hakkında gıybet etmez, suizanda bulunmaz, iftirayı etrafına taşımaz. Her vesile ile ‘dünya dünya’ diye haykıranların ajandalarında ukba yok maalesef. Bu ise insanları itikadi bir inhirafa kadar sürükleyebilir. Akaide dair çok yanlış ve sahibini zor durumda bırakacak sözler dile getirildi. Medya bu sözlere geniş bir şekilde yer verdi. Bunlar, dine diyanete ters; ama konuşması gerekenler bile maalesef susuyor. Her gün duygu ve düşüncelerimizi yenileyerek çevremizde oluşan fitne-u fesattan ruhumuzu kurtarabiliriz. Nazarî Müslümanlık bir hayat tarzına dönüşürse kalp kasvet bağlar ve insan kendi mesuliyetini unutarak sürekli müminleri karalamaya başlar. Elbette bir gün bu bulanık sular durulur. Bu ülkenin insanları yine birbirinin yüzüne bakacaktır. Aynı kıbleye müteveccihen namaza duran insanların her ne sebepten olursa olsun, ileride mahcup olacağı sözleri sarf etmemesi gerekir.