Soru: Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer gibi sahabi efendilerimizden itikadî ve amelî mezheblerin imamlarına kadar, seleflerimizin farklı mizaçlarda oldukları düşünülürse, mü'minlerin muhtelif meşrebler etrafında toplanmaları ve değişik hizmet metodları geliştirmeleri tabii görülebilir mi? Bu farklı meşreblerin, ihtilaf ve iftirakı netice vermemeleri hangi hususlara bağlıdır?
Bir kısım önemli, hayatî fasl-ı müştereklerde mutabakat sağlanıyorsa, detaylarda ihtilafa düşmemek gerekir.
Bediüzzaman Hazretleri'nin dediği gibi "hasen"i bulduktan sonra, "ahsen"de ihtilafa düşmemek lazımdır." Yani iyiyi bulduğunuz zaman, ille de "en iyi" diyerek ihtilaf çıkarmaktansa bence bu iyiye kanaat etmek en iyiden daha iyidir. Sizi
ittifaka götürebilecek şeyler hasendir.
Allah insanlık âleminde âdeta bütün kâinatları yaratmıştır. Diğer hayvanların ise huyları, karakterleri belli ölçüde aynıdır. Veya onların farklılıkları gayet dar dairededir. Belli insiyaklar içinde onları götürürler. Fakat insanın her bir ferdi, başlı başına bir âlemdir. O âlem, belli bir
terbiyeyle bir çizgiye getirilse bile, kendine göre bir kalbi, kendine göre hisleri ve düşünceleri vardır. O açıdan ne kadar terbiye görürlerse görsünler insanlar şöyle böyle, ama geniş dairede, ama dar dairede zihnî, fikrî, hissî farklılıklarını ortaya koyabilirler. Bence insan olmanın farkı işte budur. Fakat bütün bu farklılıklara rağmen, fasl-ı müşterekleri esas alarak uhuvvet adına sürekli mücadele içinde bulunmak da insanlığın gereğidir.
Bazen insanların içine şöyle düşünceler gelebilir; biz prensipleri belli, disiplinleri belli bir yol tutturmuş gidiyoruz; bu defa bakıyorsunuz bir yerde yolun yarısından birileri çıkıyor sizinle beraber yarışa koyuluyor. Burada insan, nefsî olarak "bunlar da nerden çıktı." diyebiliyor. "Bu
rekabetin, bu çekememezliğin arkasında ne var." gibi düşüncelere kapılabiliyor. İnsan tabiatında bütün bunlara tepki verme vardır. Fakat bütün bunlara karşı tepki verme yerine, o hissiyatı
baskı altına almak gerekir. Bir insan için, olumsuz hangi hissiyat olursa olsun onu baskı altına almak
ibadettir. Kıskançlığınızı baskı altına almak, rekabetinizi baskı altına almak, şehevanî duyguları baskı altına almak, Hazreti Pir'in ifadeleri ile "
İmamet vazifesini başkalarına bırakıp, sebeb-i mes'ûliyet ve hatarlı olan metbûiyet (yöneticilik) yerine tâbiîyeti (yönetilen)
tercih etmek" lazımdır. Bütün bunlar böyle gelişi güzel hemen insan istediği için olacak şeyler değildir; çok ciddi mücadelelere vabestedir bunlar.
Hücûrat Sûresi'nde buyurulduğu gibi: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizi tanıyıp sahip çıkmanız için milletlere, sülâlelere ayırdık." Buradaki manalardan biri şudur: Siz bir yönüyle farklılıklarınıza rağmen iradenizin hakkını vererek, birbirinizi tanımak, birbirinizle uyum içinde bulunmak, bir vifak ve ittifak temin etmek zorundasınız. Çünkü o size bir ibadet sevabı kazandıracak. Zira vifak ve ittifak adına ortaya koyacağınız her cehd adeta sizi açıktan açığa farz kılınmayan ibadetler gibi sizin defter-i hasenatınıza kaydolacak.
KARAKTER NAMUSTUR, BASİT ŞEYLERE FEDA EDİLMEMELİDİR
Siz bir kısım faslı müştereklerde Esasât'ta muhkemat-ı diniyyede ittifak edeceksiniz; naslarda anlaşacaksınız. Fakat bazı naslar bölgelere, coğrafyalara, zamana ve şartlara göre konjonktürel olarak farklı tevil ve
tefsirlere tabi tutulabilir. O mevzuda kaskatı davranırsanız, meseleyi dar tutmuş olursunuz. İlk dönemlere gittiğinizde
Medine halkı bir yönüyle Efendimiz'den ve sahabeden gördüğünü yapıyor. Ama bazı sahabiler Kûfe'ye intikal etmişler. Orada şartlar çok farklı. Görüyorsunuz bir Kûfe ekolü oluşuyor orada. Bakıyorsunuz Şam'da bir farklılık, Endülüs'te bir farklılık oluşuyor. Tevile, tefsire, istinbata ve içtihada açık alanlarda biraz zamana göre zamanın tefsir ediciliği de arkaya alınarak yorumlar oluyor. Bu da her zamana, her mekâna, her topluma yetecek şekilde bir vüs'ate ulaştırıyor onu. İşte bu rahmettir aslında. Abbasi halifelerinden bazıları, İmam-ı Malik'e "Muvatta"yı çoğaltalım, bunun dışındaki bütün kitapları yasaklayalım" deyince, büyük İmam, "Allah Resûlü'nün ashabı dünyanın dört bir yanına dağılmıştır. Hepsinin götürdüğü ne cevherler vardır; Ümmet-i Muhammed'in hepsinden istifade etmesi lazım." diyor. İşte bu vüs'attir. Bu ihtilaf rahmettir. İnsanların birbirleriyle inatlaşması, birbirleriyle rekabet etmeleri, birbirlerine karşı kıskançlık hissiyle hareket etmeleri manasındaki o ihtilaf, yerin dibine batsın.
Genel tavırlarımızı, hizmet düşüncemizi sık sık gözden geçirerek başkalarını rahatsız edecek davranış ve tutumlardan sakınmamız gerekir. Biz bir hizmet ediyoruz; Cenab-ı Hak bizim hizmetimize inkişaflar ihsan ediyor. Okullar, kültür lokalleri, üniversiteye
hazırlık kursları, üniversiteler açılıyor. Dünyada genelde bir hüsnü kabul var. Herkes sinesini açıyor. Açılmaları iç içe açılmalar takip ediyor. Bütün bunları siz kendinize mâl edemezsiniz. Bugün bir Diyanet Teşkilatı olmasaydı camilerde insanlar Müslümanlığa uyarılmasaydı, tekkelerde zaviyelerde gürül gürül Allah'ın nam-ı celil-i sübhanîsi anılmasaydı, insanlardaki hayvanî sertlikler kırılmasaydı biz bu potansiyeli nereden bulacaktık. O finansörleri nerden bulacaktık. Belli bir dönemde mesele semere veriyor. Rica ederim siz niye bir şeyin
tohumunu görmezlikten geliyorsunuz. Neden onun ağaca, meyveye yürüdüğünü görmezlikten geliyorsunuz? Bu açıdan bir hizmet birilerine mâl ediliyorsa, onun altında genel havayı yumuşatan siyasi gayri siyasî, bir sürü hareket vardır. Bu hakkı teslim etmemiz lazım.
SEN SEN'İ DÜŞÜNEMEZSİN
Bunu yaparsanız kalplerde size karşı inşallah bir teveccüh olacaktır. Ve bunları yaparken de Allah rızası için yapacağız. Vifak ve ittifaka Cenab-ı Hakk'ın tevfiki mülahazasıyla yapacağız. Ümmeti Muhammed'i bu sefaletten bu rezaletten bu perişaniyetten
kurtarma adına yapacağız.
Önemli bir emanetin emanetçileri bu hususa sırtlarında taşıdıkları yükün hatırına dikkat etmelidir. Çünkü emanette emin emanetçi öyle olmalı. Kendimizi düşünmeyeceğiz. Reh, yol demek. "Girdik reh-i sevdaya, cünunuz, bize namus lazım değil; Ey dil ki bu iş şane düşer mi' diyor Nigari.. Reh-i sevdaya girdikten sonra sen 'seni' düşünmeyeceksin. Bu yol, sevdalılar yoludur. Sana ait meseleler tali meselelerdir. Bu açıdan şöyle desek acaba nasıl bir his uyarır, nasıl bir tepkiye sebep veririz. Şöyle davrandığımız zaman dostlarımızı bile olumsuzluğa, rekabet hissine, hatta dengesiz yaşayanları kıskançlığa, günaha sevk eder miyiz endişesini taşımak lazım. Siz insanları sevaba çağırırken, onları günaha sokmaya hakkınız yoktur. Dost dairede insanlardan bir tepki varsa tepki ve tenkitleri üzerimize almalı ve kendimizi sorgulamalıyız; "ihtimal üslup hatası yaptık" demeli ve muhasebeye koyulmalıyız. Yoksa "Niye falanlar bizi tenkit ediyorlar?" diyerek mukabele-yi bilmisilde bulunursak, yaptığımız üslup hatasına tövbe edeceğimize, yeni bir hata işlemiş oluruz.
Mesela
Necip Fazıl hayatta olsaydı, Elmalılı
Hamdi Yazır hayatta olsaydı ve kendisine çıraklık yapamayacak insanların Allah nazarında önemli bir alanda hizmet ettiğini görseydi hissiyatını koruyabilir miydi? Ömer Nasuhi Bilmen hoca, fıkıhta yed-i tûlâ sahibiydi. Hoca böyle bir düşünceye girer miydi? Kesin bir şey söylemek mümkün değil. O zat hayatta olsaydı, elini öpüp "biz böyle bir şey yapıyoruz; isabetli yapıyoruz mu' mütalaayı âlîleriniz nedir." denmesi icap ederdi.
Daha beriye gelelim. Mesela Sebil mecmuasını çıkaran
Kadir Mısıroğlu Bey. Şimdi farklı mülahazası var mı bilemem. Ama ben gördüğümde hep iyi gördüm, dinlediğimde iyi dinledim. Almanya'da ziyaret ettiğimde iyi olarak dinledim. Kendisinden bizzat duymadığım söze de itibar etmem. Bu insanlar bu işin mebdeindeki insanlar. Daha arkadakiler bir Nasuhi Hoca, Hamdi Yazır, Mehmet Akif, Nurettin
Topçu, Sezai Bey,. Bu insanlar mebdede toprağa tohum atan insanlar. Yaptıkları zahiren
küçük görülebilir. Fakat onları o dönem itibarıyla değerlendirmemek lazım. Günümüzde neye tekabül ediyorsa ve muhit hattında ifade ettiği mana ne ise, işte ona göre değerlendirmek, bir yere koymak ve saygıyla yâd etmek lazım.
MAHMUD EFENDİ, ES'AD EFENDİ, SAMİ EFENDİ HAZRETLERİ...
Bu işi başlatmış bu insanlar, bu hale getirmişler. Mehmet Şevket Eygi bey, belli bir dönemde ses soluk olmuştur bu mevzuda. Şimdi aynı düşünür mü bilemiyorum ama onun için de aynı şeyi söyleyeyim ben. Olumsuz bir şeyi kendinden duymadıktan sonra şöyle dedi, böyle etti demek doğru değildir. Bunlar belli bir dönemde kuvve-i maneviyeyi takviye eden insanlardır. O günün şartları o kadar yapmaya müsaitti. O gün onların elinde yapacakları işi finanse edebilecek güç kaynakları yoktu. Halk henüz o seviyede uyanmamıştı. Dünyaya açılma yoktu, imkânları böyle seferber etme imkânı gelenek haline gelmemişti. Şimdi bu açıdan kendi dönemleri itibarıyla belli şeyleri yapmış o insanları, yaptıkları şeyin ifade ettiği manaya göre takdir etmek, bir yere koymak ve saygıyla yâd etmek icap eder. Onları hayırla yâd etmeliyiz. Âlemin sizi hayırla yâd edip etmemesi sizin genel üslubunuza tesir etmemeli. Karakteriniz, üslubunuz kucaklama, hayırla yâd etme ve sevgiyle bağrınızı açmaksa şayet bence öyle davranmalısınız. Karakter bir namustur. Çok basit şeylere feda edilmemelidir. İnsan karakterini korumalıdır.
Toprağa iki tane tohum atmış insana karşı saygıdan başlayarak çok büyük işler yapmış, çok heyecanlar uyarmış insanlara kadar kamet-i kıymetlerine göre herkesi
tebrik etmek, Allah'ın lütuf ve keremiyle hep beraber cennetin kapısından omuz omuza içeriye gireceğimiz arkadaşlarla rekabet yaşamamak, onları haset günahına sevk etmemek yerinde olur.
O zatlardan bahsederken,
Mahmud Efendi Hazretleri, Süleyman Efendi Hazretleri,
Hilmi Bey Hazretleri, Sami Efendi Hazretleri, Esat Efendi Hazretleri, Seydâ Hazretleri diyeceksiniz. Benim yakın çevremde bile kaç tane Esat var baksanız. Benim yakınlarımda Esat yoktu. Ama ben o zatlara saygımın gereği belki en çok koyduğum isimler Esat Efendi, Mahmut Efendi, Sami Efendi, Mesut Efendi, Ali Efendi,
Veli Efendi... Her şeye rağmen acaba biz o mevzuda onların hissiyatlarını nazar-i itibara alarak kendimizi bir kez daha gözden geçirdik mi? Frekansı iyi ayarlayabildik mi, iyi bir kalibrasyon gördükten sonra mı yola çıktık ve dediğimiz şeyleri dedik yoksa şerareler ağında bizim esas sinyalimizin içine
yabancı bir sürü şeyler karıştığı bir anında mı yaptık bu şeyleri? diye düşünmek lazımdır.
ÖZET OLARAK
1 - Genel tavırlarımızı, hizmet düşüncemizi sık sık gözden geçirerek başkalarını rahatsız edecek davranış ve tutumlardan sakınmamız gerekir. Cenab-ı Hak bu hizmete inkişaflar ihsan ediyorsa, bütün bunları siz kendinize mâl edemezsiniz.
2 - Siz insanları sevaba çağırırken, onları günaha sokmaya hakkınız yoktur. Dost dairede insanlardan bir tepki varsa tepki ve tenkitleri üzerimize almalı ve kendimizi sorgulamalıyız; "İhtimal üslup hatası yaptık" demeli ve muhasebeye koyulmalıyız.
3 - Merhum Necip Fazıl, Elmalılı Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Nurettin Topçu,
Kadir Mısıroğlu, Sezai Karakoç, Mehmet Şevket Eygi gibi isimler ve daha niceleri bu işi başlatmışlardır. Bu değerli insanları, yaptıkları şeyin ifade ettiği manaya göre takdir etmek, bir yere koymak ve saygıyla yâd etmek icap eder.
Bu metin, muhterem Fethullah GÜLEN Hocaefendi'nin 5 Nisan 2010 tarihinde www.herkul.org sitesinde yayınlanan sohbetinden derlenmiştir.