Günlük hayatımızda, beşerî münasebetlerimizde, bilerek ya da bilmeyerek çiğnediğimiz kul haklarını nasıl öderiz bilmiyorum.
Belki ibadetlere karşı yeteri kadar iştiyaklı olamayışımızın, dilimizin "zikrullaha" bir türlü ısınamamasının sebeplerinden biri de bu vurdumduymaz tavrımızdır.
Allah dostlarının hayatlarından dinlediğimiz bir kısım menkıbeler, kısa süre iç geçirip anlık muhasebelere girmemize vesile olsa da biz yine çoğu zaman bildiğimiz gibi davranmaya devam ediyoruz.
Elimde
Osman Şimşek Bey'in kaleme aldığı "İbretlik Hatıralar" kitabı var.
Işık Yayınları'ndan çıkan bu kitapta Osman hoca,
Fethullah Gülen Hocaefendi'yle alakalı başka yerde bulamayacağımız, bir başkasından dinleyemeyeceğimiz
hatıralara yer vermiş. Her bir hatıra, ayrı bir hakikatin
aynası. Her birinde ciltler dolusu kitap kadar
ders var.
Allah'la münasebetlerimiz, kulluk hayatımız ve tevhid telakkimiz adına öğreneceğimiz çok şey var bu kitapta. Şair Mehmet Akif'in "Kaç hakiki
Müslüman gördümse hepsi makberdedir, Müslümanlık, bilmem ama galiba göklerdedir" inkisarını haksız çıkaracak bir kulluk portresiyle karşı karşıyayız. Makberde değil, gözümüzün önünde yaşanan dolu dolu bir hayat var bu kitapta. Kitabın ilk sayfalarında Hocaefendi'nin,
kul hakkı üzerine anlattığı hatıralarına yer verilmiş. Belki düşünmemize, ibret alıp kendimizi sorgulamamıza vesile olur ümidiyle o hatıralardan birkaçını sizinle paylaşmak istiyorum; şöyle buyuruyor muhterem Hocaefendi:
"İnsan, altından kalkılmaz
hesaplarla ötelere gitmemek için hep temkinli davranmalı, sürekli
temiz yaşamalı, ezkaza kirlenmişse hemen temizlenmeye çalışmalı; elinde fırsat varken günah ve kul hakkı gibi ağırlıklardan kurtulmanın yollarını araştırmalı ve
ölüme her an hazırlıklı olmalıdır. Gıybetini yaptığı, haklarını yediği, bir kötülük ettiği kim varsa, onlara ulaşmanın ve
helallik almanın bir yolunu mutlaka bulmalıdır. Hatta gerekirse hak sahiplerine ulaşmak için gazeteye, televizyona, radyoya ilan vermeli; ne yapıp edip görülmemiş hesaplarla ahirete gitmeme gayreti sergilemelidir. Çünkü her şeyin hesabının inceden inceye görüleceği bir büyük
mahkeme bizi beklemektedir.
Rahmetlik pederim, ömrünün âhirinde kansere yakalanmıştı.
Hastalık aheste aheste her tarafını sarmıştı. Son dönemlerinde artık yerinden kalkamıyordu. Babam son anlarında zaman zaman kendinden geçmiş, sonra yeniden ayılmış. Bayılıp uğunma ve akabinde kendine gelme fasılları birbirini takip edip durmuş. Fakat ne zaman kıvrana kıvrana uyanır gibi olsa "O ceketi sahibine verin!" diyormuş. Her ayıldığında ilk cümlesi bu oluyormuş.
Meğer bir zaman yanımızda bazı işçiler çalışmış. İşi bitirip ayrılırlarken, onlardan biri eski ceketini bizim samanlıkta unutmuş. İşte babama ölüm anında o ceketin hesabını soruyorlarmış. 'Madem ev sahibi sendin, onlar da senin için çalışmışlardı; neden hemen bir arabaya atlayıp hanende kalan bir emaneti sahibine ulaştırmadın? Niçin arkasından koşup adama yetişmedin ve ceketini teslim etmedin?' tarzındaki ifadelerle eski bir ceketin hesabını istiyorlarmış. Evet, bu misal de gösteriyor ki, bizi bekleyen hesap çok çetin..."
Hocaefendi'yi dinlemeye devam ediyoruz: "Bir yönüyle, şahsî hakları takip edip onlarla alakalı helallik almak kolaydır; nihayetinde muhatap bir ya da birkaç kişidir. Fakat milletin malını veya herhangi bir vakfa, şahs-ı maneviye ait olan eşyayı haksız yere harcamak ve böyle umumu ilgilendiren bir hakkı gasbetmek altından kalkılması çok zor bir vebaldir. Çünkü o hakkın muhatabı bir
toplum ya da koca bir millettir.
Bu mülahazadan dolayı çok hassa davranmaya çalışıyorum. İçinde kaldığımız bu binada kendi odam ile namaz kıldığımız salonun kirasını aylık olarak mutlaka veriyorum. Bu benim hesabım; el âlem kendi hesaplarını düşünsünler. Biz kılı kırk yararcasına yaşamak mecburiyetindeyiz. Ağzımıza koyduğumuz şu lokmalar hakkımız mı değil mi? Acaba ne yiyor, ne içiyoruz? Şu
abdest suyunu kullanmaya hakkımız var mı?... İşte bu türlü sorularla her an hayatımızın muhasebesini yapmalıyız.
Ben zengin bir insan değilim; kitaplarıma takdir edilen
telif ücretini de kullanmaktan endişe duyuyorum. Onun çok azını alıyor ve kira gibi borçlarımı o şekilde ödüyorum. Allah'ın huzuruna gitmemek için nerede biraz kalmışsam, oranın kirasını mutlaka ödemişimdir. Bozyaka,
Yamanlar, Fatih,
Kestanepazarı ve Altunizade'de ikamet ettiğim müesseselerin ücretlerini fazlasıyla vermişimdir. Hem bu hassasiyeti fevkalade bir mü'minlik de saymayın. Bu, sıradan bir mü'min olmanın gereğidir, öyle zühd, takva, incelik filan değil. Bun lar doğrudan doğruya
haram-helal kategorisi içinde mütalaa edilecek mevzulardır; Müslümanlığın kendisidir. Ya Müslüman'sın, bunlara uyarsın veya uymuyorsan ötede başının çaresine bakarsın."
Evet, hocamız bunları söylüyor; bilmem başka söze hacet var mıdır?
SÜLEYMAN SARGIN-ZAMAN