Mesele gerçek Atatürkçü olmasıdır’ diye
fetva vermiş.Sürçü lisan değil,gaf değil,
itiraf değil hatta ‘yasal dinlemeden’ele geçen ses kaydı dahi değil…Kendi sesi,kendi beyanı,kendi fikridir.Nasıl kızalım,nasıl kayıtlarını silelim.Montaj desen olmaz,
sivil darbe desen olmaz.Islak imzalı
belge olsa çuvala koyarsın.Law silahı olsa ‘içi boş borudur,korkmayın’ dersin.Kabulleneceğiz,hazmedeceğiz, Danıştay’ın ka(s)tsayı kararı için ‘ideolojik’ diyen Başbakan’a
Oktay Ekşi’nin ‘ağzındaki baklayı çıkardı’ dediği gibi tepki vereceğiz.Yanlış anlamak bize yakışır ama yanlış anlatmak anlı şanlı ve vatanperver akademisyenlere yakışır mı?Koskoca
profesör söylüyorsa vardır bir bildiği…Yoksa ‘çılgın Türkler’in dünya literatürüne kattığı yeni bir slogan mı? Hümanistliğinden ve şairliğinden yana kaygımız olmadığı için en hafif tabiriyle ‘safdil’ şairimizin ‘
367 kararı bir buluştu’ dediği gibi yeni bir
icat olarak mı yorumlayacağız?
Herkes eteğindekini dökmektedir. Türk’e durmak yaraşmaz.Daha çok konuşmalı,daha çok rahatlamalı,daha çok saçmalamalısınız ki ‘sivil
darbeciliğin ve cuntacılığın’entelektüel ve akademik ayakları iyice ortaya çıksın.Eksen mi kayıyor ne?
BAASÇI VE ENTELEKTÜEL
Tepeden
inme devrimciliğe bel bağlamış,resmi ideolojinin taşıyıcısı ve sözcüsü olarak
rant elde etmiş,modernizm ve ilericilik kisvesi altında her devirde ikbal kapısına yüz sürmüş bir akademi ve entelijansiya aleminden bahsediyoruz hep…
Ergenekon sürecinin en hayırlı taraflarından biri ‘vesayetçi düzenin’ en temel dayanaklarından ve meşruiyet makinelerinden biri olan ‘aydın ve akademisyen’ sınıfı,elbette istisnalar haricinde deşifre etmiş ve teşhir etmiş olmasıdır.
‘Bu profesörler darbe mi yapacak,rektörler neden tutuklanıyor,Atatürkçü aydınlar
baskı altında’ iddiaları artık havada kalıyor.Deprembilimci profesörün celallenerek söylediği ‘
Ordu elbette darbe yapar’ sözünü mü,’ Tanklar sokağa çıkmadığı sürece darbe suçu olmaz’ diyen
Anayasa profesörünü mü hatırlayalım?
28 Şubatçı komutanların emriyle, sahte imzalı fotokopi belgeler düzenleyip milyonarca genci
katsayı engeliyle
mağdur eden profesörleri mi artık tartışalım.
Türk entelektüellerinin ve akademisyenlerinin bir kısmı hala vesayetçi düzenin sağda ya da soldaki pozitivist, jakoben ve otoriter yandaşları olarak iktidarlarını ve meşruiyetlerini sürdürmek istiyor.
Cumhuriyet tarihinde bence iki önemli siyasi ve entelektüel aktör bu gizli ittifakın sembolleri olarak ortaya çıkmakta.
AVCIOĞLU MU, FEYZİOĞLU MU?
Üçüncü dünyacı sosyalist gelenekten gelenler için,sevenlerinin tabiriyle ‘jön Türk’diye anılan Doğan Avcıoğlunu analım.
Devrim ve Yön dergileriyle 196O’ların ortasından itibaren ordu içinde etkinlik sağlamaya çalışan,cunta faaliyetleri içinde yer alan ve 12
Mart darbesiyle
tasfiye edilen,özünde Mısırlı lider Nasır’ın ideolojisinden esinlenmiş bir ‘BAAS’çı sol/darbeci geleneği yeniden anmak gerekiyor.’Az gelişmiş ülkeler mutlaka otoriter yönetimlerle,hatta orduyla yönetilmelidir’ tezini seslendiren Doğan Avcıoğlu ve arkadaşlarının hareketi, devrimcilik iddiasındaki cuntacı eğilimin bir tezahürüydü.Dolayısıyla bu aydın
tipi, üniversite ve entelektüel mahfillerde gizliden gizliye
taklit edilen bir ‘
efsaneye’ büründürüldü.
Kemalist/Cumhuriyetçi/muhafazakar düşüncenin bir entelektüel ve politikacı olarak prototipini Prof.Dr.Turhan Feyzioğlu’nun şahsında görmek mümkündü.CHP’den politikaya atılan,zik zaklar çizerek
Güven Partisi’ni kuran, 12
Eylül darbecilerinden
Başbakanlık beklediği için ‘ Devlet,
demokrasiden önce gelir’diyen bir statüko yandaşı.Efsane değildi ama sağ Kemalist kadrolar da onun takipçileri oldu.Bugün
Ergenekon soruşturması ve
demokratikleşme mücadelesinde itirazlarını yükselten akademisyen ve aydınlar esasında geçmişlerine ve ideolojik angajmanlarına bağlı olarak böyle bir tercihle arz-ı endam ediyorlar.Artık sağ sol kavgaları yok.Avcıoğlu mu,Feyzioğlu mu olacaklar diye düşünüp rol bölüşüyorlar.
MOBY DİCK,İNTİKAM VE VİCDAN
Bir dünya klasiği olan,
Herman Melville imzalı ‘
Moby Dick’romanı, intikam peşindeki Kaptan Ahab’ın bir albino balinası ile olan ölümcül mücadelesini anlatır.’Bu
halk cahil’diye her gün yazılar yazan,demokrasi millet iradesi değildir diye fetvalar veren, darbe için kışkırtmalarda bulunan entelektüellerin ve akademisyenlerin bitmez tükenmez öfkesini ve intikam alma hırsını gözlemledikçe bu romandaki Kaptan Ahab’ın zalimane ve haksız savaşı aklıma geliyor.Aslında kendi halinde yaşamaktan başka bir derdi olmayan balinayla yine kendi hırsı yüzünden çatışmış,bir bacağını kaybetmiş ve ne pahasına olursa olsun yok etmek uğruna peşine yeniden düşmüştü bu gözü dönmüş
kaptan…Kendisinin ve gemisinin sonunu dahi düşünememişti.Bizim vesayetçi entelektüellerimiz ve akademisyenlerimiz de ‘Moby Dick sendromuyla’ öfkeden deliye dönmüşler ve her türlü zulmün,cezanın ‘Cumhuriyeti korumayan bu duyarsız halka’ müstahak olduğunu düşünüyorlar.Onlara sarsılmaz iktidarlarını,statülerini,bilgeliklerini kaybettiren bu halk cezalandırılmalı ve intikamları alınmalı.
Eskiden ‘ordinaryüs’diye bir unvan vardı.En azından kudret,azamet ve bilgelik imajıyla tatmin oluyorlardı diye düşünüyorum.Neden kaldırdık sanki?Baksana ağzını açan hocamız ‘darbe tarihine giriş ya da cuntanın temel bilgileri konulu beyanlarda bulunuyor.Hazır demokratik
açılım sayesinde yer isimlerinin orijinal hallerine dönüştürülmesi konuşuluyorken eski rütbeleri de bu akademisyenlere mi dağıtsak? ‘Ordu göreve’pankartıyla yürüyüp, ‘Biz Atina’yı da alırız’ diyen profesörlere kolağası,mirliva ya da ferik gibi rütbeler mi versek?
Edward Said o can alıcı soruyu sorarken bizi de düşünmüştü belki de; “ Entelektüel otoriteye nasıl hitap eder: Profesyonel bir ricacı olarak mı yoksa onun itibar görmeyen amatör vicdanı olarak mı?
Yaşadığı
toplumun gerçeklerini savunan,her türlü otoriteye karşı haklarımızı koruyan , vesayetçi itibardan vazgeçebilen ‘vicdanlı ve demokrat’ muhataplar arıyor bu toplum hocam…Yoksa size ‘paşam’mı demeliyiz?
Orhan
Oğuz Gürbüz - TARAF