İdam edilmeden 'kaybolan' savunma

27 Mayıs ihtilalinin üzerinden 50 yıla yakın bir süre geçmesine rağmen yargılama için kurulan Yassıada Mahkemeleri’ne ilişkin pek çok konu hâlâ gizliliğini koruyor.

İdam edilmeden 'kaybolan' savunma

Tarih bir kere daha hiçbir antidemokratik uygulamanın gizli kalmayacağını gösterdi. Türk milletinin zihninde derin yaralar açan 27 Mayıs darbesinin üzerinden 47 yıl geçti. Demokratik gelişimin sekteye uğradığı ve 3 idamla sonuçlanan süreçle ilgili aydınlatılmayı bekleyen pek çok nokta var. Bunlardan biri de hukukun hiçe sayıldığı Yassıada mahkemelerindeki yargılama süreci. Zaman Pazar, Maliye Bakanı Hasan Polatkan'ın mahkemede sunumu engellenerek kayıtlara geçirilmeyen savunmasını ortaya çıkardı. Polatkan’ın kayıp savunması bir albayın kasasından çıktı. Demokrat Partili (DP) 405 milletvekilinin yargılandığı dava, hapis cezaları ve müebbetlerin yanı sıra üç idamla sonuçlanmıştı. Başbakan Adnan Menderes, sadece 29 sayfadan oluşan son savunmasını mahkeme heyetine sunmuş, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu 75 sayfalık savunmasına bazı belgeleri de eklemişti. Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın ise 68 sayfalık savunmasına ek olarak iki dilekçe vardı. Bu savunmaların da yer aldığı Yassıada Mahkemesi’nin bütün kayıtları Milli Birlik Komitesi’ne bağlı olarak çalışan İstanbul İrtibat Bürosu Başkanlığı’na gönderilmiş, mahkemenin sona ermesi üzerine de TBMM Muhafız Taburu Arşivi’ndeki yerini almıştı. Fakat, Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a ait savunma sadece 68 sayfadan ibaret değildi. Bu süreçte ne mahkemeye sunulmuş ne de huzurda okunmuş olan yeni belgeler yargılamadan tam 45 yıl sonra ortaya çıktı. Gereksiz görüp bir anlamda mahkemeyi protesto ederek konuşmaktan vazgeçtiği iddia edilen Polatkan meğer yargılandığı üç ayrı dava ile ilgili olarak tam 175 sayfalık savunma hazırlamış. TBMM Arşivi’nde yer almayan savunmalar, albay olan ‘Kasap Osman’ lakaplı babası Atatürk döneminde idam edilen Deniz Müzesi Müdürü Ömer Faruk Erus’un Üsküdar Çamlıca’daki evinde ortaya çıktı. Mahkeme kayıtlarına girmeyen ya da idamlardan sonra Polatkan’ın eşi Mutahhare Polatkan’a verilmeyen savunmalar, o günlere ilişkin pek çok olayı da aydınlatacaktı. Yassıada Mahkemeleri, ihtilal sonrasında kurulması ve olağanüstü bir dönemin ürünü olmasından dolayı, uygulamaları ve aldığı kararlar yönünden tartışılan bir mahkeme oldu. Aldığı kararlar nedeniyle geri dönülmeksizin Türk demokrasisinde bir ‘kara leke’ olarak yer aldı. Mahkeme’de gerçekleşen yargılamalara ilişkin tüm belgeler de, Mahkeme’nin görev süresi sona erdiğinde, TBMM Muhafız Taburu Arşivi’ne konuldu. Tüm belgeler bu arşivde yer alıyordu. Fakat, Maliye Bakanı Hasan Polatkan 68 sayfalık son savunmasının yanı sıra, yargılandığı üç davayla ilgili toplam 175 sayfalık bir savunma hazırlamıştı. Ne mahkemeye sunulmuş, ne huzurda okunmuş, ne de kimse tarafından bilinen bu savunmalar, Polatkan’a kendini savunma izni verilmeyince elde kalmıştı. Polatkan’ın el yazısı savunmaları Hasan Polatkan, mahkemeye sunduğu savunmasını yeterli bulmamış, yargılandığı Anayasa, Vinileks ve Barbara davalarında ayrı ayrı savunmalar hazırlamıştı. Ancak, bürokratik işlemler normal devam ettiğinde arşivlere konması gereken veya ailesinin elinde bulunması gereken bu belgeler başka bir yerde idi. Anayasa Davası ile ilgili olarak 76, Vinileks Davası ile ilgili 76 ve Barbara Davası hakkında da 23 olmak üzere toplam 175 sayfalık savunmanın akıbeti, Üsküdar Çamlıca’da özel bir arşivde ortaya çıktı. Belgeleri saklayan ise, dönemin Yassıada İrtibat Bürosu olarak geçen Deniz Müzesi ve Arşivi’nin Müdürü Levazım Kıdemli Binbaşı Ömer Faruk Erus’tu. Kabataş’ta bulunan İrtibat Bürosu’nda Yassıada’ya gidip gelen avukatların, tanıkların ve gazetecilerin çantaları giriş ve çıkışta burada aranıyordu. Polatkan’ın Yassıada’da el konan ve bir kısmı dava dosyasına bile girmeyen evrakları bu aramalar sırasında ele geçirildi. Atatürk döneminde ‘Kasap Osman’ lakabıyla anılan ve Milli Mücadele’ye katılmış isimlerden birinin oğlu olan Ömer Faruk Erus, buradaki görev süresi bittiğinde evrakları alarak, Çamlıca’daki evinde bulunan özel arşivine kaldırmıştı. Bundan üç yıl önce vefat eden Erus’un arşivindeki belgeleri, araştırmacı-yazar Rasim Ekşi ortaya çıkardı. Arşivde, Polatkan’ın bazen eski Türkçe bazen de günümüz Türkçesiyle yaptığı savunmalar, davalarla ilgili olarak yazdığı okunmayan dilekçeler, Yassıada’da bulunan bakanlar ve milletvekillerine ait kayıp eşyalarla ilgili yazışmalar yer alıyor. Bunlardan istifade eden Rasim Ekşi, söz konusu belgeleri de kullanarak, “Yassıada Çığlığı, 27 Mayıs Darbesi ve İdam Edilen Hasan Polatkan’ın Savunması” isimli bir kitap çalışması da yaptı. Polatkan’ın 175 sayfalık kamuoyuna açıklanmayan savunması da bu çalışmada yer alıyor. Polatkan, savunmasını iddia makamına ulaştırabilmiş olsaydı, neden suçsuz olduğunu da anlatacaktı. Anayasa Davası ile ilgili olarak yazdığı savunmasında, “Sayın Başsavcı benim 9 yıl 5 gün vekillik hem de Maliye Vekilliği yaptığımı hatırına bile getirmeden, birtakım küçük menfaat meseleleri ileri sürerek diktaya gidişi tasdik etmiş olduğumu iddiaya teşebbüs ediyor.” sözleriyle suçsuzluğunu anlatmaya çalışan Polatkan, Barbara ve Vinileks davalarına ilişkin de şu satırları yazıyor: “Refik Koraltan’ın Barbara isimli mürebbiyeyi Almanya’dan getirmesi veya getirmemesi ile ne alakam olabilir ki, bu meseleden dolayı diktaya gidişi arzu edeyim? Dokuz yıl Maliye Vekilliği yapan insan, ben, hakiki değeri 27.500 liralık hisse senedinden ibaret olan Vinileks ve mevzuu 500 dolardan ibaret Barbara davalarından mı diktanın tahakkukunu arzu etmiş olacağım?! Diktanın tahakkuku gibi korkunç bir mevzuda gösterilen şu mesnetlere hukuki bir dava diyebilmek mümkün müdür? Yüksek heyetiniz bunu takdire müşkülat çekmeyecektir.” Çığlık atmak istedi; susturuldu ‘Politik kimliği yoktu’ denilen ve idamdan sonra ailesi de tamamen siyasetin dışında kalan Hasan Polatkan, Rasim Ekşi’ye göre, unutturulmaya çalışılan bir isim. Hep Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu ile idam edilen üç kişiden biri olarak anıldı, idama gidişi belli olmadığı gibi idamından sonra unutturulmasının sebepleri de bilinemedi. “Mahkemeyi protesto ederek konuşmaktan vazgeçtiği iddia edilen bir insan 175 sayfalık bir savunma hazırlar mı?” diye soran Rasim Ekşi, idamla yargılanan bir insanın konuşturulmamış olmasının tartışılması gerektiğini söylüyor. Polatkan’ın konuşmak değil, çığlık atmak istediğini ancak susturulduğunu belirten Ekşi, şu ifadeleri kullanıyor: “Yargılandığı üç dava hakkında toplam 175 sayfalık savunma metni hazırlayan, idamı istenen bir sanık, kendi arzusu ile konuşmaktan vazgeçer mi? Susmak, bir bakıma isnat edilmek istenen suçları kabul etmek anlamı taşıyacağına göre bu yolu seçmiş olamaz. Yazılı metinlerdeki üsluba, şahitlerin ifadelerine ve yakınlarının anlattıklarına bakılırsa susmak bir yana, Hasan Polatkan bağırmak, hatta çığlık atmak istedi. Ancak susturuldu.” ‘Kısa kes, otur yerine’ 27 Mayıs sabahı Kütahya’dan Ankara’ya getirildiğinde idam edileceğini bilenlerin başında Polatkan geliyordu, fakat hiçbir zaman metanetini kaybetmedi. Mahkemede diğer sanıkların, avukatların, görevli ve misafirlerin önünde azarlanarak susturuldu; konuşturulmadı. 26 Temmuz 1961 tarihli duruşmada, saatler 17.50’yi gösterdiği sırada Mahkeme Başkanı Salim Başol, “Sen gel” diye seslendiği Polatkan’a, “Savunman kaç sayfa?” diye sordu. “Müsvedde olduğu için bilmiyorum. Fakat mahkemenin tatiline 10 dakika var, bu süre zarfında bitmez zannederim.” cevabını veren Polatkan, Mahkeme Başkanı’nı sinirlendirir: “Öyle şey olmaz, kısa kes kısa, sen zaten diğer duruşmalarda uzun müdafaa yaptın.” Sanık sandalyesinde susturulan Polatkan, “Hayatımın mevzubahis olduğu bir meselede son sözlerimi söylememe müsaade edin efendim. Olmaz, kısa kes, az konuş diyorsunuz. Öyle ise müdafaa yapmayayım mı?” sorusunu yöneltiyordu, ancak aldığı cevap daha manidardı: “Yapma, yerine otur.” Her tür hakaret ve aşağılama içinde duruşmalara katılan Polatkan, buna rağmen kendini savunmak için, Yüksek Adalet Divanı Başkanlığı’na dilekçeler yazarak hakkını aramayı ihmal etmemişti. O dönemde yazdığı dilekçeler de tıpkı savunmaları gibi Mahkeme heyetince dikkate alınmamış ve salonda okunmamıştı. Bu dilekçeler de Ömer Faruk Erus’un arşivinde ortaya çıkan belgeler arasında yer alıyor. Ağaoğlu’nun romanı bulunamadı Yassıada’da verilen karar sonucunda gerçekleşen idamlar ve hapis cezası alanların Kayseri’ye naklinden sonra sanıkların arkada bıraktıkları kişisel eşyaları, belgeleri ve notlarına ulaşma mücadelesi başlamıştı. Bu mücadelede başı Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın eşi Reşide Bayar ile Samet Ağaoğlu’nun avukatı Süreyya Ağaoğlu çekiyordu. Süreyya Ağaoğlu, kardeşi Samet Ağaoğlu’nun eşyalarını alabilmek için pek çok makama yazı yazmıştı. Bu eşyalar arasında iki roman müsveddesi de vardı. Diğer eşyaları almayı başarmasına rağmen bu metinler tüm başvuru ve aramalara rağmen bulunamadı. Celal Bayar’ın eşi Reşide Bayar ise yaptığı listede, eski yazı ile doldurulmuş not defterleri, İstanbul ve Ankara olayları kararnamesi, mektuplar, Topkapı olayları kararnamesi, Halkı Silahlandırma Kararnamesi, Kayseri Olayları Kararnamesi ve Uşak Olayları Kararnamesi’ni istiyordu. Bunların büyük bir kısmına ulaştı, ancak Yassıada Garnizon Komutanlığı tarafından mahzurlu görülenler iade edilmedi. EMİNE DOLMACI - M.YAŞAR DURUKAN - Zaman Pazar
<< Önceki Haber İdam edilmeden 'kaybolan' savunma Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER