Suriye'de yaşanan iç savaş öncesi terör unsurlarının sadece Irak sınırından Türkiye'ye sızdığını belirten Şahin, "Suriye ve İran'ın yanı sıra Ermenistan sınırı da terör örgütüne açıldı" dedi.
- Terörle mücadeleyi nasıl etkiledi Suriye politikası?
Suriye ile biz abi kardeştik, ortak Bakanlar Kurulu topluyorduk. Vizeler kalkmıştı, ticaret hacmi yükselmişti, neredeyse sınırı kaldırmak durumundaydık. Hatta mayınları kaldırmak için Meclis’te kavga ede ede, bir kanun da çıkardık. Hiç de gereği olmadığı halde mayınları da def etmek üzereydik, kısmen edildi. Şimdi elden gelse yeniden mayın döşenecek galiba. Tam bilmiyorum hükümet ne düşünüyor? 2011’in ortalarına, yani benim bakanlığım dönemine gelinceye kadar, Suriye sınırı bizim için terör açısından güvenli sınırdı. İran sınırı da öyle. Türkiye olarak sadece 200 kilometreye yakın Irak sınırında terörü kontrol etmek durumdaydık.
- 2011 ortalarından sonra neler yaşandı?
Suriye ile yaka paça olduktan itibaren Meclis kararı olmadan fiilen Suriye ile gizli bir savaşa girmiş olmamızdan kaynaklı sebeple, Suriye tarafındaki 900 kilometrelik sınır teröre açıldı. 500 kilometre İran sınırı açıldı. Nitekim 2012’de Şemdinli, Yüksekova Bölgesi’ne geçişin İran üzerinden olduğunu söylemiştim.
- İran sınırı daha sonra hep kullanıldı mı?
Suriye politikasında, biz İran ile ayrı düştük ve İran, Suriye’yi desteklemek adına, terörle bizi zayıflatmak için sınırını açtı. Bizim 2012’de Temmuz- Eylül arasında alanda yürüttüğümüz o “ölümsüzler taburu” dedikleri militanların oluşturduğu gruba yönelik uygulama döneminde, ele geçen teröristlerin üzerinden çıkan dokümanlar ve ifadelerinden geçtikleri güzergâhın İran sınırı olduğunu gördük. Barındıkları, eğitim gördükleri yer de İran’ın Türkiye’ye yakın bölgelerdeki askeri veya diğer tesisleri. Suriye, İran sınırı yetmedi, Ermenistan sınırı da açıldı. Ta Ermenistan’dan İskenderun’a kadar neredeyse 2 bin kilometreye yakın sınırlardan örgüt sızmaya başladı. O dönem, bu 4 ülke sınırından, giriş-çıkışları kuşatan bir mücadele dönemidir ve Türkiye başarılı olmuştur.
- Türkiye, Suriye’de savaşmak üzere dışarıdan gelmiş yabancı savaşçılara destekte bulundu mu?
Bana özel bir bilgi gelmedi. Doğru bulmadığım işler ve yaklaşımlar. Yani benim AK Parti’den ayrılışımın bir ana nedeni de Suriye politikasıdır. Türk Milleti ekmeğini paylaşır ama ileri dost olduğu bir başka devletin sorunları konusunda ara bulucu olmak yerine el altından direnişçilere silah göndermek gibi ahlakı zorlayan bir politikayı hiçbir zaman desteklemez.
- Bakanken bu politikaya itiraz ettiniz mi?
Bunda hepimizin sorumluluğu var, belki ben bugünkü eleştirel boyutu o gün daha bir başka duruşla ortaya koymalıydım. Ben yapmadıysam, birileri yapması gerekeni yapmadıysa, hepimizin sorumluluğunu doğuran bir politika uygulanmıştır. Ankara sokaklarında, cami önlerinde el açan kadınların çocuğuna süt parası isteyen o çaresiz insanların, çaresizliğinde hepimizin sorumluluğu var.
- Türkiye Suriye’de olup bitenlere seyirci mi kalmalıydı?
Can ciğer olduğumuz, bir komşumuzun yaşadığı iç kargaşayı bizim görmezlikten gelmemiz düşünülemez. Oraya duyarsız kalmayı hiçbir zaman savunmayız. Ama yan yana oturan iki kardeş aileyi düşünün, birisinde aile bireyleri arasında yaşanan iç sıkıntıda, komşu amca aile bireyleri arasındaki iç kavgada, diğerlerine karşı birisinden taraf olup, onun eline silah verirse doğru bir iş yapmış olur mu? Bu doğru bir iş değildir ki bizim yaptığımız bu.
O kavga yanlış ama o kavgada bizim aldığımız konum daha da yanlış. Esed, 2010 Mayıs’ta, erguvan mevsiminde kamuoyu ile çok paylaşılmayan son bir ziyarette bulunmuş, ailece İstanbul’da bir hafta, 10 gün kadar kalmıştı. Devletlerarası ilişkinin ötesinde, aileler arasında bir ilişki vardı. Sonra Suriye’de bir iç sıkıntı yaşanmaya başladı ama o yönetimin kendi iç değerlendirmelerinin, iç istihbari bilgilerinin tamamını Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin makamlarının bilmesi mümkün değil.
Sonuç itibariyle, bir kesime yönelik onaylanamayacak yüzlerce hava saldırısı, insani ve hukuki olmayan müdahaleler oldu. Türkiye sıkıntıyı durdurmak için rol almaya çalıştı, ancak o zaman Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 2011 Ağustos ayında Suriye’ye gidip Esed ile yaptığı görüşmeden, onu ikna edemeden dönmesi kırılma noktası oldu. Sonra bir devlete karşı buyurgan bir üslupla seslenmeye başladık ve diplomasiyi zorladık.
"TARAF OLMASAYDIK YÜZ BİNLERCE İNSAN ÖLMEZDİ"
- Muhaliflerin desteklenmesi yanlış mıydı?
Suriye içerisinde muhalif kesimler, halklar, halk temsilcileri örgütlendirildi. Özgür Suriye Ordusu, bir de onun sivil siyasi yapısı oluşturuldu. Bunlar Çırağan Sarayı'nda ağırlandı, eğitildi ve yapay bir hükümet kuruldu. Hiçbirinin adı sanı kalmadı çünkü çok yapay ve doğru olmayan işlerdi. Bunların dış politikada da, uygulamada da, kitapta da yeri yok. Biz bunları yaptık. Sonra neler üredi bu politikadan? Türkiye’de Edirne'den Rize'ye kadar ülke sathına yayılmış, çoluk çocuk, yaşlı, genç 2.5 milyon nüfus oluştu. Elbette insani bir yaklaşım ortaya koymalıyız ama bu yanlış politika, insani yaklaşımla izah edilip, örtülemez. Biz taraf olmasaydık Esed, yüz binlerce insanı öldüre-mez, 5 milyon insanı yerinden edemezdi. Bu politi-kanın resmi olarak sahibi ne hükümet ne parlamento ne Türk Milleti, ama külfetini üstlenen devlettir, millettir. Olması gereken, komşu sorumluluğuyla izlemekti, telkin ve tavsiyede bulunmaya devam etmekti.?Uluslararası kuruluşları harekete geçirmekti. Özgür Suriye Ordusu başaramayınca daha radikal örgütler, El Nusra, IŞİD türemiştir.
CİZRE’DE DEVREMÜLK TARZI YÖNETİM VAR
- Cizre’de yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu anda bölgeyi terk ettiler zaten, düşük profilli bir terk var. Mesela şimdi akşam oldu yönetim YDG-H’ye geçti şu anda Cizre’de, Silopi’de. Akşamdan sabaha tek yönetim var, onların öz yönetimi var. Gündüzleri de ortak yönetim var, gündüzler paylaşılmış. Bazı alanlar hükümetimizin kontrolünde bazı alanlar yine terör örgütünün militanlarının kontrolünde ama geceleri tamamen onların kontrolünde. Burada devremülk gibi bir yönetim tarzı var. Yalvararak çözmeye çalışıyorlar. Hükümet etme yalvarmayı kaldırmaz. Hükümet etme önce kendinde düzen ve dürüstlük, ülkede adaletle düzeni tesis etmektir. Düzeni bozulan hükümete, çeki düzen vermeyi her zaman olduğu aziz milletimiz gerçekleştirecektir.
TIR'DAKİ SALÇADAN VATAN HAİNLİĞİ ÜRETİLİYOR
Bu TIR'ın içindeki salçaysa, bu savcı, bu jandarma niye ve nasıl vatan haini oluyor.
- Adana ve Hatay'daki TIR meselesi var. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu durumu?
Eğer TIR'ları MİT sevk ediyorsa, bunlar içerisinde makarna, salça, ayakkabı elbise var ise o halde, “MİT Türkiye'de her şeyi üstlendi de Kızılay'ın ve diğer yardım kuruluşların rolünü de mi kaptı” sorusunu sormak lazım. Her şeyi becerdi de, makarna, kıyafet, gıda taşımaya da mı soyundu? Yakalanan tırların içerisinde gerçekten gıda ve giyim eşyası varsa, o zaman lütfen kapağını niye kaldırmadı? Devletin kurumlarını karşı karşıya getirmenin ne gereği vardı? Açılır, içine bakılır, arama yapılır, tutanak tutulur, bu şaibe de ortadan kalkardı.
- Yine devletin birimlerinin bir anlaşmazlığı mı söz konusu?
Devletin gerektiğinde kendi içinde de otokontrol yapmasından da kimsenin rahatsız olmasına gerek yok. Sonuç itibariyle varsa bir ihbar, onun gereği yapılmış olurdu. Devletin bir rutin işleyişi yerine getirilmiş olurdu. “İçinde salça var” deniyor, bir tırdan vatan hainliği üretiliyor. Bu tırın içindeki salçaysa, bu savcı, bu jandarma niye ve nasıl vatan haini oluyor? Bu TIR masumsa oradaki savcı ve jandarma da herhalde o tırdan, o tırın içindekilerden, onu sevk edenlerden, onu götürenlerden daha masumdur, en az onlar kadar masumdur.
- Bakanlığınız döneminde bu yolsuzluk iddiaları ile ilgili size herhangi bir bilgi geldi mi?
Hayır, açık olarak böyle bir bilgi almadım.
Bugün