Oysa endişeye gerek yok.
Veto gerekçesi olarak seslendirilen “asılsız ihbar” Türk
Ceza Kanunu'nda suç. Üstelik bir yıldan dört yıla kadar
hapis cezası öngörülüyor. Sivil vatandaşlar için geçerli olan bu
kanun, askerleri de koruyacak. Zaten ‘asılsız' sayılmayan ihbarla
siviller yargılanabilirken askerlerin korunması eşitliğe aykırı...
Askerlerin sivil
mahkemelerde
yargılanmasının önünü açan
yasayla ilgili tartışmalar sürerken,
Milliyet gazetesinden
Fikret Bila, Radikal'den ise Murat Yetkin'e konuşan üst düzey askerî kaynaklar, “Köşk'teki yasa aynen yürürlüğe girerse, TSK'yı etkileyecek ihbar furyası başlar” mealindeki sözlerle endişelerini dile getirdiler.
İhbar etmek neredeyse imkânsız
Oysa endişeye gerek yok. Çünkü, yasaya veto gerekçesi olsun diye seslendirilen “asılsız ihbar” TCK'da suç olarak düzenleniyor. TCK'nın, “
Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan 267. maddesi
iftira suçunu şöyle düzenliyor: “Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında
soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir
yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar
hapis cezası ile cezalandırılır.” Yine TCK'nın 271. maddesi de “Suç Uydurma” başlığıyla benzer suçu düzenliyor ve bu suçu işleyenlere üç yıla kadar hapis öngörüyor.
Dahası askerlerin itirazlarının aksine, asılsız ihbar ve şikâyetin önü hiç de açık değil. Çünkü askerin “Bize de uygulansın” dediği 4483 sayılı Memurlar ile Diğer
Kamu Görevlilerin
Yargılanması Hakkındaki Kanun, ihbar ve şikâyet hakkını son derece kısıtlıyor. Hatta bu hakkın kullanılmasını zaman zaman imkânsız hale getiriyor. Üst düzey bürokratları yargılamayı izne bağlayan bu yasa “İşleme konulmayan ihbar ve şikâyetler” başlığında bu hakkın kullanılma esaslarını düzenliyor.
İstanbul Barosu eski Başkanı
Yücel Sayman
Taraf'ın konuyla ilgili sorularını şöyle yanıtladı:
“Eğer asılsız ihbarlar üzerine
dava açılıyorsa bu herkes için büyük tehlikedir, yalnızca asker için değil. O zaman askerin, kendisi için ayrıcalık değil, bu sistemin değişmesini talep etmesi gerekir, olumlu bakış budur. Kaldı ki savcının dava açabilmesi için, eylemle ilgili
makul şüphe olması gerekir bu makul şüphe yoksa açılmaz.
Savcı, asılsız ihbar üzerine soruşturma açıyorsa o zaman güvencesi ne, mahkeme iddianameyi geri gönderir. Mahkeme kabul etmedi ise iddianamenin reddi kurumu getirilebilir.
Askerler neden yargılanmasın
Askerler yargılanmasın ama siviller yargılansın, asker ihbar-şikâyet edilemesin, siviller edilsin demek sonuçta çok vahim.
Adil yargılanma hakkı önemlidir. Asılsız ihbar üzerine kimse yargılanmaz. Hukuk devleti açısından demokrasiye aykırı olan iki başlı yargı var, bu durum anayasaya aykırı gerekçelerle savunulamaz. Cumhurbaşkanının onayındaki yasanın anayasaya aykırı olmadığı inancındayım.
Anayasa bundan daha fazla demokrasiye izin vermiyor anlayışı anayasal denetim anlayışı değildir.
Ayrıcalık olmamalıdır
Askerin asılsız ihbar kampanyası yersizdir. Çünkü TCK başta, bunu önleyen
düzenlemeler vardır. Askeri ihbar ve şikayetle ilgili yeni düzenleme getirmek eşitliğe aykırı olacaktır, savunulamaz. Sadece askerler için yeni düzenleme getirilirse, işte o anayasaya aykırı olur. Yapılacaksa bunu önlemenin yolu sadece askerler değil tüm vatandaşlar için iddianamenin reddidir. Asılsız ihbarla yargılanmama hakkını bu sağlayabilir, ayrıcalıklar değil.”
İhbar ciddiyse incelenmeli
Erdal Doğan (Avukat): “İhbardaki konu, kişi, tarih ve olaylar zinciri ciddiyet taşıyorsa ve aynı zamanda bir anlam bütünlüğü oluşturuyorsa savcılar bu ihbar mektuplarını incelemek zorundadır. Mahkeme kovuşturma aşamasında ise kovuşturmada eksik bir durum varsa, mahkeme ihbar mektuplarını ilgili savcılığa göndererek gereğinin yapılması için karar alır. Bunu bir örnekle anlatırsak daha açıklayıcı olabilir. Malatya'da 18
Nisan 2007'de üç Hıristiyan öldürüldü. Bunlarla ilgili dava başlamadan önce bir
ihbar mektubu geldi. Ali
Arslan isminde. Kişiler, olay, zaman ve
telefon numaraları vardı. Sivil
savcılık bunu
Askerî Savcılığa gönderdi. Askerî savcı da
imza olmadığı gerekçesiyle araştırma yapmadı. Ama daha sonra sivil mahkemede çok derin araştırmalar yapıldı. Askerî Savcılık o zaman bu araştırmayı yapsa şimdi böyle bir ikilik olmazdı.”
Asker de sivil yargıya güvenecek
Ümit Kardaş (Emekli Askeri Yargıç): “Ortada önemli suçlar ciddi suçlamalar varsa bunlar araştırılır. Yargıya güvenilmesi gerekir. Zaten bir şey yoksa savcılık
takipsizlik kararı verecektir. Savcılar ‘Aman bir duyuru yapılsın da TSK'yı yıpratalım' diye mi düşünüyorlar. Böyle bir
algı tamamen yanlıştır. Kaldı ki suç duyurusu eğer ciddiyse altında bir iddia varsa, bir şey ifade ediyorsa tabii ki işleme konur. Türk halkı sivil yargı yolu açılsın da biz de TSK'yı şikayet edelim diye beklemiyor. Bu mantığı anlayamadım. Askerî yargıya güveniyorsunuz da, sivil yargıya neden güvenmiyorsunuz. Onlar da hâkim, savcı. Yargıya herkes güvenmeli. Asker de güvenecek. Kurumunuzda böyle birşey olmuyorsa, çekinecek hiçbir şey yok.”
‘Dokuz Subay Olayı' korkusu
Genel
kurmay'ın askerlerin sivil mahkemede yargılanması ile ilgili “Subaylar birbirini ihbar eder, bu durum kötüye kullanılır” endişeleri, akla ünlü ‘Dokuz Subay Olayı'nı getirdi.
1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesinin ardından ordu içinde ilk cuntalar 1954 yılında kurulmaya başlandı. 1957 yılında Samet Kuşçu adlı bir binbaşı bu faaliyetleri dönemin İçişleri Bakanı
Namık Gedik'e ihbar etti. İhbar üzerine 1957'nin son günlerinde dönemin istihbarat teşkilatı MAH, Askeri
İstihbarat'ın ortak operasyonuyla İstanbul'da
baskın yapılan sekiz evde biri
emekli dokuz
subay gözaltına alınıp, tutuklandı.
Altı ay süren askeri mahkemedeki yargılama sonucunda
tutuklu askerler Emekli
Albay Cemal Yıldırım, Kurmay Albay İlhami
Barut, Kurmay Albay Naci Aşkun,
Topçu Yarbay Faruk Gürler, Kurmay
Yüzbaşı Kazım Özfırat, Piyade
Binbaşı Ata Tan, Ahmet Dalkılıç ve Piyade Yüzbaşı Hasan Sabuncu serbest bırakılırken, cuntayı ihbar eden “Binbaşı Samet Kuşçu “
Orduyu isyana teşvikten” iki yıl hapis cezasına çarptırıldı ve ordudan atıldı.
Olayın üzerinin kapatılmasında cuntanın liderlerinin bulunmasını isteyen Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a rağmen orduyu yıpratmaktan endişe eden
Başbakan Adnan Menderes'in “Ordu bunu kendi içinde çözsün” kararının etkili olduğu biliniyor.
TARAF