İki yazar geçtiğimiz haftayı büyük ölçüde birbirine ayırdı. Karşılıklı süren polemiğe bugün iki yazar da katıldı.
Sabah Yazarı
Emre Aköz ve Taha Kıvanç başyazarların atışmalarını yorumladılar.
EMRE AKÖZ - SABAH
Şeytan bunun neresinde?
Geçenlerde
Hürriyet'in başyazarı
Oktay Ekşi, "cumhuriyet rejiminin hiç de iddia edildiği kadar başarılı olmadığını" belirten
Star'ın başyazarı
Mehmet Altan'ı eleştirince...
Üstelik de bunu, Altan'ın ekonomi profesörlüğüne göndermede bulunan, " Sırtındaki unvanı alıncaya kadar sana hiç tarih okutmadılar mı " gibi kışkırtıcı cümlelerle yapınca... ( 30
Ekim ) Kavga başladı!
Mehmet Altan eski defterleri açtı. Ne yazıyordu o eski defterlerde?
Hatırlatalım: ' Postmodern
darbe' denilen 28
Şubat (1997) sürecinde, askeriye içinde bir " andıç " (bilgi notu) hazırlanmıştı.
Başta
gazeteciler olmak üzere, örtülü darbeye karşı çıkanlar;
PKK ile
işbirliği yapmakla, hatta örgütten para almakla suçlanacaktı.
Nasıl mı?
Türkiye'ye teslim edilen PKK yöneticisi Şemdin Sakık'ın ifadelerine, söylemediği bazı cümleleri serpiştirerek! Ve bu yalanları, darbeyi destekleyenlerin yazmasını sağlayarak...
Andıç meyvesini 1998'de verdi: Uydurulmuş ifadelerin medyada yer almasıyla bazı gazeteciler (başkaları da vardı) ya işlerinden oldu ya da sindirildi.
Bu
psikolojik harekata, hevesle katılanlardan biri de, ' Alçakları Tanıyalım' başlıklı yazısıyla
Oktay Ekşi'ydi. (25
Nisan 1998)
Bu çamur atma seferberliğinde yer alanların bir kısmı daha sonra hata yaptıklarını kabul ettiler ama iş işten geçmişti.
Şimdi Mehmet Altan, kendisine yüklenen Ekşi'ye, geçmişi hatırlatırken, " Sen ne yüzle yazı yazabiliyorsun, anlamıyorum " diyor.
İzninizle bu sorunun cevabını ben vermeye çalışayım.
Geçen gün
Cumhuriyet yazarı Oral Çalışlar, Su TV'deki ' Sivil Bakış' programında şöyle yakınıyordu:
"Hem 28 Şubat'tan... Hem de mesela cezaevlerine yönelik '
Hayata Dönüş' operasyonundan sonra... Devletten gelen yalan yanlış bilgileri, sorgusuz sualsiz yayınlayan arkadaşlarımız ' özeleştiri' yaptı. Ama bakıyoruz ki aynı hataları bugün de tekrarlıyorlar. Bu ne biçim özeleştiri?"
Efendim " özeleştiri " esas olarak Batı kültürünün bir parçasıdır. Kaynağı da "
şeytan " (kötülük, günah, vb.) anlayışıdır.
Batı kültüründe kötülük " içimizde " vardır ve bizim ona karşı mücadele etmemiz gerekir.
Doğu kültüründe ise kötülük, " dışarıda " konumlanır. Kişiye öteden gelen ve onu "kandıran", "bozan", "yanlışlığa iten" bir varlıktır.
Batıda, özeleştiri yapan bir insandan, aynı hataları tekrar etmemesi beklenir. Çünkü içindeki kötülüğü tanımış ve onunla nasıl mücadele edeceğini öğrenmiştir.
Doğuda ise özeleştiri, bir " geçici " af dileme, 'pardon' deme durumudur. Hakiki bir iç hesaplaşma söz konusu olmadığından, kişi bildiğini okumaya devam eder.
Oktay Ekşi için de ' bireysel açıdan' durum budur:
Orgeneral Çevik Bir ve
Tümgeneral Erol Özkasnak gibi 28 Şubatçı komutanlar, onu kandırıp tuzağa düşürmüştür. Yani kötü olan kendisi değil, bunu ona yaptıranlardır.
'Psikolojik' açıdan olay böyle...
Peki ya ' kurumsal' açıdan?
Onun da cevabını, yine Oktay Ekşi'ye ilişkin eski defterleri karıştıran Taha Kıvanç verdi. ( 2
Kasım, Yeni
Şafak )
TV sahipliğine ilişkin
yasa tasarısıyla ilgili olarak... Patronunun çıkarlarına aykırı bir yazıyı
kaleme almasının ardından... Belli ki "ciddi biçimde uyarılan" Oktay Ekşi... Önce " Ben kendi fikrimi yazmıştım " diyor... Sonra da ekliyordu: " Doğrusu şu ki bir gazetenin başyazarı, sütununda bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır.
Temel kural budur ." ( 8 Haziran, 2001 )
Özetle: Mehmet Altan, "Sen ne yüzle yazı yazabiliyorsun, anlamıyorum" diyor ya... Bunda anlamayacak ne var? O yüz, bir kurumun yüzü ve bildiğiniz gibi Türkiye'de kurumlar utanmaz, yüzleri kızarmaz. " Dün dündür, bugün bugündür " deyip işlerine devam ederler.
TAHA KIVANÇ - YENİ ŞAFAK
Başyazarlar meydan savaşı
Aklımda yanlış kalmadıysa, Oktay Ekşi'yi gazeteciliğe başlatan Çetin Altan'dı; Mehmet Altan'ın babası bir bakıma Oktay Ekşi'nin 'ustası' sayılabilir. Hürriyet başyazarının satırlarına sinen 'hıncı' anlamamı zorlaştıran bir durum bu...
Tek izah tarzı, dün değindiğim Oktay Ekşi'nin 'başyazar' tanımı... "Doğrusu şu ki" diye yazdı Oktay Bey, "Bir gazetenin başyazarı, sütununda, bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır." Demek, Hürriyet'in başyazı sütununa yansıyan 'hınç' kişisel değil, kurumsal...
Star başyazarı Mehmet Altan'ın kalemi sivri; anlatmak istediğini en keskin ifadelerle sunuyor okurun önüne. Herkes bayram yaparken, o, "Cumhuriyet ne işe yarar?" başlıklı yazısında bazı temel kabulleri sorguluyordu.
İngiltere krallık,
Suriye ise cumhuriyet, iki
ülke karşılaştırıldığında "Cumhuriyet iyi, Krallık kötü" sonucu çıkmıyor. Mehmet Altan da "Türkiye bunlardan hangisine daha yakın?" diye soruyor...
Münasebetsiz bir soru mu? Öyle de olsa şu cümlelerin üzerinde düşünmeye değmez mi: "Türkiye'de cumhuriyet,
Osmanlı Hanedanı'nın iktidarını yıkıyor ama egemenliği
halka devretmiyor. / Otoriter bir cumhuriyet rejimi kuruluyor. / (...)
İngiliz demokrasisine çok uzak, Suriye rejimine çok yakın bir noktada seyrediyoruz. / *** / Onun için... /
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının
yaşam kalitesi bir türlü düzelemiyor. / Yaşam kalitesi sıralamasında dünyada 92. basamaktayız. / İngiltere ise ilk onda. / 85 yıllık cumhuriyet, demokrasiye hep şaşı baktı. / Halk egemenliğini hiç sevmedi. / Yöneteni kutsadı, yönetileni adam yerine koymadı. / Durum ortada..."
Ekonomi profesörü Mehmet Altan'ın uzmanlık alanına giren verilerden hareketle getirdiği eleştirilere
cevap Oktay Ekşi'den geldi. Ama ne cevap!
Okuyalım: "Sayalım ki 'Cumhuriyet'i kuranlar çok yanlış yaptı. O yüzden halimiz çok kötü.' / Adama sormazlar mı, 'Sırtındaki unvanı alıncaya kadar sana hiç tarih okutmadılar mı?' diye! / Cumhuriyeti kuranlar her şeyi kötü, her şeyi yanlış yaptı ise, ona karşı zihniyetin 1950'den beri yani -birkaç yıl dışında- 57 yıldır iktidarda olduğunun farkında değil misin? / Durum kötü ise bu, Cumhuriyet'in ilk 27 senesinin yani Kemalizmin mi yoksa ülkeyi son 57 senedir yöneten ve Kemalizme karşı olduğu bilinen iktidarların mı suçudur? / O nedenle, eleştireceklerse, kınayacaklarsa, 'Türkiye hálá bir
köylü toplumu olmaktan çıkamadı' diyeceklerse bunu yanlış adreslere değil, asıl sorumlulara söylemeleri gerekir. / Bir nokta daha var... Bunların derdi bireylerin refahı, demokrasi, hukukun üstünlüğü, saydam
yönetim vs. olsa mesele yok. Çünkü hepsinde anlayış birliği sağlanır. / Sorun bunların 'ulusal değer' diye bir kavramı tanımamalarıdır. Cumhuriyet'i sevmemelerinin asıl nedeni budur." Okurken irkildiğim cümleler bunlar...
Kalem
kavgası yapan başyazarların arasına girilmez, ama neyleyim ki, herkes her gazeteyi okumuyor, bu sebeple de kavgalardan çok az kişi haberdar oluyor. Mehmet Altan'dan
zehir zemberek bir cevap geldi Oktay Ekşi'ye. Star başyazarı çekmecesinden eski bir
dosya çıkarmış, Oktay Ekşi'nin herhalde unutmamızı
tercih edeceği bir olayı hatırlatıyor.
Türk basın tarihinin en sert cevaplarından biri sayılabilecek yazının girişini sunuyorum: "Andıç ulağı ... / Babıali'nin baş arzuhalcisi... / Karışık zamanların en utanmaz kışkırtıcısı... / Baktım bana saldırıyor. / Tereddütte kaldım, cevap vermeye değer mi. / Aslında değmez. Ama sorun şu: Bu yazmaz ki... Buna yazdırırlar. / Nerden mi biliyorum, bende belgesi var çünkü. / *** / Çekmecemi açtım... / 1998 yılındaki Andıç'ı çıkardım. / 'Kullanılacak Yöntem' bölümünde, böyle aşağılık iftiraların nasıl gerçekleşeceği açıkça anlatılmış. /
Basından 'seçilen birine' sahte ifadeler aktarılacak... / O da bunu yazacak. / İşte o 'sahte ifadeleri' gerçek gibi yazan 'seçilmiş kişi' şimdi bana saldıran. / Andıç'ın el ulaklığını yaparak insanların hayatını karartan, iftiraları gazete sütununa taşıyan ruhsuz kukla. / *** / Üstlendiği o iğrenç iftiracılık görevinin lekesi hala alnında... / Ama o gene yazıyor." Sert, çok sert cümleler...
"Oktay Ekşi buna ne cevap verdi?" diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. Aktarıyorum: "Günümüzün Ali Kemal'lerinden biri olduğunu bildiğim için iftiralarına hayret etmedim. Seviyesiz üslubunu, terbiyesine verdim. Keşke suratına çarptığım gerçekleri de yanıtlasaydı dedim. Benim 'talimatla yazdığımı' söylemesine hayret ettim. Çünkü bana, ne yazacağıma ilişkin tek kelimelik talimat verebilen bir babayiğidin -pek korktuğu asker dahil- henüz doğmadığını, bundan 54 yıl önce birlikte çalıştığım babasına sorsa, ondan öğrenirdi diye düşündüm."
İyi de, hani başyazar 'bireysel görüşünden çok gazetenin yayın politikasını yansıtır' idi? Acaba 'gazetenin yayın politikası' derken başka bir şeyi mi kast ediyor Oktay Bey?