Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 27
Aralık 2009’da Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (
DEİK) toplantısında söyledikleri, 4 Aralık’ta eczacıların bir günlük
kepenk kapatma eylemiyle iyice gerginleşen ilaç tartışmalarını bambaşka bir boyuta çekti: “15 Ocak’a kadar Sosyal
Güvenlik Kurumu (SGK) ile anlaşan eczacılarla bu işi götürürüz. Ayrıca ABD’de olduğu gibi marketlerde, süpermarketlerde ecza ile ilgili stantlar kurulması yönünde çalışmalarımızı yürütüyoruz. Bu işi geliştireceğiz.” Eylem akabinde SGK’nın, Türk
Eczacılar Birliği’yle (TEB)
sözleşmesini 16 Ocak itibarıyla tek taraflı feshetmesi ortalığı zaten karıştırmıştı. SGK, tek tek
anlaşma yoluna gideceğini bildirirken, TEB üyelerinin buna yanaşmayacağını ileri sürmekteydi. Hükûmet, eczacılar, ilaç endüstrisi, depocular ve sektörle ilgili diğer kuruluşlar, olaya işin doğası gereği kendi penceresinden bakıyor. Şüphesiz bu kaosun en masum tarafı vatandaş. Ancak o da aydınlanma ihtiyacı duyuyor. Eczacılar gerçekten ne istiyor? SGK ile tek tek anlaşma ihtimali söz konusu mu? İktidar, SGK’nın feshi ve market açıklamasıyla blöf mü yapıyor?
İlaç üreticileri aslında neyin peşinde?
Reçeteli ya da reçetesiz ilaçların marketten satılması kamu
bütçesini nasıl etkileyecek? Her sorudan ötesi, ilaca ‘ticari bir meta’ gözüyle nazar edilebilir mi?
2009’da 17 milyar liralık büyüklüğe ulaşan Türk ilaç
pazarı, kelimenin tam manasıyla
iştah kabartıyor.
Almanya,
Fransa,
İngiltere,
İtalya ve İspanya’nın ardından
Avrupa’nın en büyük 6’ncı pazarıyız. İlaçtaki küresel pazar 825 milyar dolar. 2020’de tahminen 1,3 trilyon dolara genişleyecek. Dünya klasmanında 13’üncü sıradaki
Türkiye pazarı ise aynı tarihte
Hindistan ile birlikte ilk 10’u zorlayacak. Araştırmacı İlaç Firmaları Derneği’nin (AİFD) sık sık yinelediği şu ifadeler hiç de boşuna değil: “Türkiye’de kişi başına ilaç tüketimi, hâlâ
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (
OECD)
ülkeleri ortalamasının çok altında. Bu
bakımdan sektörümüzün 2009’da da büyümeye devam edeceğini düşünüyoruz.”
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası’nın (İEİS) verilerine göre, ülkede 2002’de 789 milyon kutu ilaç tüketilirken, sayı 2008’de 1,379 milyarı buldu. 2006’da 130 dolar civarında seyreden kişi başına ilaç tüketimi ise 150 dolara yaklaştı. Evet, doğru, gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında kişi başı harcamada gerilerdeyiz. İlaca dört sene önce fert başına ABD’de 661, İngiltere’de de 260 dolar sarf ediliyordu. Aslında bu bir illüzyon. İlaca ayrılan kişisel bütçe gelişmişliğin göstergesi kanaati realiteyle bağdaşmıyor. Acı gerçekler madalyonun arka yüzünde saklı: Türkiye 1,75 ile ilaç tüketiminin millî gelire oranında başa güreşiyor. Bugün yaklaşık 300 milyar dolarla (2006’da 198 milyar dolardı) neredeyse global pazarın yüzde 40’ının oluştuğu ABD’deki oran bile 1,50. Fransa’da 1,15.
Almanya’da 0,95. İtalya’da 0,80. İngiltere’de 0,65. Arka yüzdeki hakikat dosyadaki tablodan incelenebilir. Sırası gelmişken, ilaçtaki dışa bağımlılığın her yıl serpildiğini de hatırlatmalıyız. 2003’te AİFD çatısında toplanan 40 uluslararası ilaç firması Türkiye’de faaliyet gösteriyor. AİFD, 825 milyar doların 100 milyarının ARGE’ye gittiğini ifade ediyor. Peki, geriye kalanı? Fiyatlandırma süreci ne zaman şeffaflaşacak?
İlacın markette de
halka arz edildiği ABD ve İngiltere’de, reçetesiz statüdekiler dizildikleri normal raflardan kimseye danışmadan sepete konabiliyor. Buna ‘tezgâh üstü’ (Over The Counter-OTC)
satış deniyor.
Ağrı kesiciler, ateş düşürücüler, vitaminler, öksürük şurupları ve
mide rahatlatıcılar bu kategoride. Reçeteliler farklı bir bölmede tutuluyor. Bölme eczacı
kontrolünde. Reçetesiz ilaçların diğer bir satış alanı da, kişisel bakım ve
kozmetik ürünlerini pazarlayan drugstoreler. Cüneyd Zapsu’ya ait ‘For You’ adlı zincirin Türkiye’de bu amaçla kurulduğu ileri sürülüyor. Finansal sıkıntılardan dolayı yeniden yapılanan şirket, her türlü ürünle birlikte
eczaneler dışında satılabilen reçetesiz ilaçlara raflarında yer verebileceğini söylüyor.
Ulusal Eczane Zincirleri Derneği’nin (National Association of Chain Drugstores) verileriyle ABD’deki 2008 yılı reçeteli ilaç cirosu 253,6 milyar dolar. 750 bin markette satılan reçetesiz ilaç cirosu ise 16,8 milyar dolar. Bilginin kaynağı, ABD Tüketici
Sağlık Ürünleri Derneği (Consumer Healtcare Products Association). ABD’deki 56 bin eczanenin sadece 17 bini bağımsız. 39 bini ya geleneksel zincirlere dâhil ya da süpermarketlerin içindeki özel alanda işletiliyor. Ülkenin en önemli üç zinciri: Duane Reade, CVS ve Walgreens. İngiltere’de sektörü Boots ve Superdrug sürüklüyor. İtalya 2008’de kapıyı markete araladı.
Hollanda markette satışa
evet diyen ender Avrupa ülkelerinden. Almanya’da ne reçeteli ne de reçetesiz ilaç markete sokulmuyor ama Pınar Grup ortaklığıyla Türkiye’ye yönelen Alman kozmetik devi Rossmann izin veren ülkelerde raflarına ilaç koyuyor. Yerli market zincirlerinden Kiler, ilaç satışına bir hayli sıcak yaklaşıyor. Birçok firmanın konuya dair yasal düzenlemeyi beklediği ifade ediliyor. Projeyi destekleyenler,
uygulamayla perakende sektörünün canlanacağını söylüyor. İlacı, ‘ticari bir meta’ kapsamında değerlendiriyor.
Eczacıların market fikrine muhalefetlerinin öncelikli sebebi, mesleki gelecek kaygısı. Bu açıdan tavırlarında haklılar. İrdelenmeye muhtaç esas ayrıntı, market ruhsatının devletin ilaç
faturasına etkisi. Harcamanın katlandığı tescilli bir gerçek. İlaca dayalı zehirlenme ve
ölüm olaylarının arttığı da. TEB Başkanı
Erdoğan Çolak, fikirle ‘ilaç firmalarının çıkarlarının korunmak istendiğini’ iddia ediyor: “ABD, bu
sistem nedeniyle kişi başı ilaç harcamalarının en yüksek olduğu ülke. Sadece reçetesiz ilaçlarını markette sattıran bazı ülkeler bile geri dönmeye başlarken, bu sistemin Türkiye’de uygulanması, sağlık zararlarını ve
maliyetlerini katlayarak artırır.”
Tüm Eczacı İşverenler Sendikası (
TEİS) Genel Başkanı
Nurten Saydan’dan, 53 eyaletinden yalnızca 19’unda market eczane (drugstore) bulunduğunu belirttiği ABD’ye ilişkin çarpıcı bir data: “Bu ülkedeki zehirlenmelerin yüzde 65’i hatalı ilaç kullanımından.” Bir üzücü veri de
İstanbul Eczacı Odası’ndan: “
Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) raporunda markette satılan reçetesiz ilaçlardan 125 çocuğun öldüğü bildirildi. Daire, uygulamadan vazgeçilmesini
tavsiye ediyor.”
Markette ilaç, Avustralya’da da denenmekte. Bu ülkede tecrübeyle varılan noktayı Saydan şöyle anlatıyor: “Sağlık harcamalarında tasarruf etmek amacıyla 2006 yılında market eczaneye evet diyen Avustralya’da devlet tarafından yapılan araştırmaya göre; doktora muayene olup reçeteye yazılan ilacını market eczaneden alan hastaların yüzde 65’inin
tedavi olamadığı, tekrar sağlık zincirinde başa döndüğü, yani tekrar doktora gittiği ve ilaç aldığı tespit edilmiş.” Saydan ayrıca hükûmete, “Market olmayan ilçede SGK’lı ilacını nasıl alacak?” diye de soruyor.
TEB Genel Sekreteri
Özgür Özel de, 2006’daki bir araştırmadan önemsediği birkaç bilgiye işaret ediyor. 3 milyon Amerikan gencinin ilaçları kötü amaçlarla kullandıkları belirlenmiş. 581 bini ise bu kimyasal ürünlerin bazılarındaki uyuşturucu özellikten istifade etmiş.
Dünyaca tanınan
karaciğer nakli uzmanı Prof. Dr. Münci Kalayoğlu, “Gereksinim dışı ilaç kullanmak kötü bir alışkanlıktır. Başım ağrıyor, her gün bir tane şu ilacı alayım demeyin.” diyor. Bir hastalık dolayısıyla ilaca mecbursak: “Mesela, kolesterol düşürücü ilaç kullanıyorsunuz. Karaciğer fonksiyonlarını muhakkak takip etmelisiniz. Birçok ilaç var karaciğere toksit etki yapan. Prospektüste yazar bunlar. Bazı mantar ilaçları, bazı antibiyotikler… Her türlü ilaç, her türlü kimyasal oradan geçip temizlendiği için dikkatli olmak gerekiyor.”
Prof. Dr. Osman Müftüoğlu da, ilaçların yan ve olumsuz etkilerine karşı uyarıyor: “Orlistat, kilo kaybı için kullanılan, yağ emilimini azaltan bir ilaçtır. Bazı ülkelerde reçetesiz satılmakta. Uzun süre alınırsa iştahı azaltıyor. Yağda eriyen vitaminlerde noksanlığa sebep olabiliyor. İdrar söktürücü tiyazid tabletleri, antihistaminik ve sakinleştirici tenotiyazinler kan şekerini yükseltebiliyor.” Müftüoğlu’ndan birkaç örnek daha: “Doğum kontrol hapları su ve tuz tutulmasına yol açabiliyor. Uzun süre tüketildiğinde laksetifler ve
idrar söktürücüler kanda potasyum seviyesinin önemli ölçüde düşmesine, ileri dönemde
kalp ritmi bozuklukları ve böbrek yetmezliğine sebep olabiliyor.
Alerji tedavisindeki antihistaminikler, bazı psikoaktif ilaçlar, kortizon hapları, tiroid hormonları destekleri iştahı artırabiliyor.”
Eczacılar, Avrupa Adalet Divanı’nın tartışmalı konuyla alakalı 19
Mayıs 2009 tarihli kararını da gündeme taşıyor bu süreçte: “Bir meslek sahibi olarak eczacının, eczaneyi, yalnızca
ekonomik çıkar kaygısıyla değil aynı zamanda bir uzmanlık alanı olarak işlettiği kabul edilir. Kanuna karşı veya mesleki mevzuata aykırı olan bir ihlalin, bir eczacının yalnızca yatırımını değil aynı zamanda kendi mesleki varlığını da tehlikeye atabileceği gerçeğini göz önünde bulundurursak, eczacının para kazanmaya ilişkin şahsi çıkarı aldığı eğitim, uzmanlık deneyi ve sorumluluğuna karşı ikinci plandadır. Eczacıların aksine diğerleri, eczacılardaki eğitim, deneyim ve sorumluluktan yoksun durumdadırlar. Buna bağlı olarak eczacıların sağladığı güvencelerin aynısını karşılayamazlar.”
Eczacılar, direnmeye kararlı. İstanbul Eczacı Odası, 29 Aralık 2009’da kamuoyuna, “İlacın tüketiminin reklamlarla pompalanmasına ve yan etkilerinin gizlenmesine, sadece kâr amacı güden şirketler tarafından topluma sunulmasına ve bu şekilde halk sağlığıyla oynanmasına, bu ülkenin sağduyulu birer vatandaşı ve eczacısı olarak izin vermeyeceğiz. Mesleğimizi
sermaye gruplarına asla teslim etmeyeceğiz.” diye seslendi.
AK Parti’nin eczacı milletvekillerinin duruşu bu süreçte ehemmiyet taşıyor. TEB’in yüksek perdeden konuşmasını ve ‘arkamdaki gücü görün’ mesajını pek tasvip etmeseler de, gidişi tehlikeli buluyorlar. Hatta, Erdoğan’ın yeterince bilgilendirilmediği görüşündeler. TEB ile SGK’nın uzlaşarak problemi çözümleyeceğine inanıyorlar.
Türkiye’de yüzde 95 oranıyla ilacın temel müşterisi devlet. 24 bin eczane SGK’ya çalışıyor. 17 milyar liralık pazarın 2 milyarı reçetesiz. Gürültü koparan ilaçtaki son
fiyat indiriminin eczacı cirolarını acıtacak ölçüde törpülediği aşikâr. Ana sıkıntı
stok mal zararının telafisinde yaşanıyor. Dile kolay, 800 milyar liradan söz ediliyor. Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bunu endüstrinin üstlendiğini şifahen söylese de, henüz taraflarca imzalanan resmî bir
belge yok. TEB ‘garanti ödenecek’ ibaresinin resmiyete dökülmesini arzuluyor.
İlaç Endüstrisi İşverenler Sendikası,
diyalog ve uzlaşmadan yana: “Beklentimiz eczacılarımızla, SGK’nın 16 Ocak 2010 tarihine kadar belli bir anlayış çerçevesinde uzlaşmaya varması ve sağlık hizmetlerinin iyileşerek devam etmesidir.” Sendikaya göre 2004’ten beri sağlık hizmetlerinin kalitesi yükseldi ve yaygınlaştı. Buna paralel maliyet de artı. Artış ise türevleri de dâhil sıkıntıları körükledi. Her şeye rağmen sorunlar karşılıklı anlayışla çözülebilir: “Mevcut düzeni tamamen değiştirecek uygulamalar bazı sorunları halledecek gibi görünse de, beraberinde yenilerini getirebilir.”
Ülkedeki 13 eczacılık fakültesinden yılda aşağı-yukarı 1000 kişi
mezun oluyor. Tabiatıyla yüzde 80’den fazlasının ilk düşüncesi açacağı bir eczaneyi yönetmek. İlaç danışmanlığı, eczacının yadsınamaz baş görevlerinden biri. İlacın hastaya ve hastalığa uygunluğu ile hangi besinlerle tüketileceğini anlatır insanlara. Bilgi temini prospektüslere bırakıldığında, eğitimli bireyler dahi aciz kalıyor, o Latince ve tıbbi terimlerle dolu metinler karşısında. Burada da madalyonun arka yüzünü çevirmek zorundayız. Eczanelerin kaçında sürekli eczacı hazır ve nazır? Müşteri daha ziyade meslek erbabıyla mı yoksa kalfa ya da çıraklarla mı muhatap? Reçetesiz ilaçlar marketlerde
peynir-ekmekmişçesine satılamaz diye haykıran TEB, tüm üyelerinin bu prensibe uyduğundan emin mi? Geri ödeme dışındakiler bir tarafa; yeşil ya da kırmızı şartı aranmayan ilaçlarda müşteriye reçete soruluyor mu? Dileyen herhangi bir eczaneden doktor imzalı belgeyi göstermeksizin kolesterol veya
tansiyon ilacı alabilir mi? Zincir ve market eczane hamlesi eleştirilirken,
kiralık diplomalarla ilaç satan tüccarlara kim göz yumuyor? İğneyi başkasına batıran TEB, çuvaldızdan kaçacak mı?
Bakanlık bürokratları da pekâlâ biliyorlar ki; ABD’deki sistemin Türkiye’ye nakli, bir manada ilaçta reklam ve promosyona da evet demek. Bilgisiz ve bilinçsiz ilaç tüketimi, hastalıkların iyileşmesini engellemesinin yanı sıra, kişinin başka rahatsızlıklarla tanışmasına sebep oluyor.
Tasarruf planıyla
tercih edilen sistem,
hastane faturalarını şişirerek
Sosyal Güvenlik Kurumu’na adeta bumerang misali sekte vuruyor. ‘Kaş yaparken göz çıkarmak’ da var hesapta.
Eczacı Sendikası (TEİS) Başkanı Nurten Saydan:
TEB ile sözleşme imzalanması daha kolay
Sorumluluk mevkiinde olanlarca bu kadar büyük bir kesimi etkileyecek yapısal anlamda ‘geriye dönüş projelerinin’ üretilmesi yerine; ilaç fiyat indirimlerinden oluşan zararların firmalarca karşılanmasının yasal güvence altına alınması; kesintisiz çalışan bir
provizyon sisteminin hayata geçirilmesinin sağlanması; kamu kurum iskontoları yükünün ve
muayene ücreti tahsildarlığı görevinin üzerimizden alınması; düzenlemelerin ve uygulamaların sık sık değiştirilmesinden vazgeçilmesi; SGK’nın fatura bedellerimizi bankalarda bekleterek
komisyon almaktan vazgeçmesi; ABD başta olmak üzere tüm
Avrupa Birliği ülkelerinde geçmişten beri var olan eczacı meslek hakkı uygulamasına bir an önce geçilmesinin sağlanması ve bu talepler çerçevesinde TEB ile yeni bir sözleşme imzalanması çok daha kolaydır.
Tezgahüstü (OTC)-reçetesiz ilaçlar
Ağrı kesiciler, öksürük ve
soğuk algınlığı ilaçları, antiseptikler, vitaminler ve mineraller, dermatolojik ürünler, göz damlaları, bağırsak yumuşatıcılar ve uyku düzenleyiciler.
EMİN AKDAĞ-AKSİYON