Kuvvacı nikâhı
Eskiden devrim nikâhı vardı ya,
örgüt lideri, ya da en kötü ihtimalle mahalle sorumlusu kıyardı...
“Daaeevrimci”
arkadaş köylü olduğundan, nikâhsız yatamıyor! “Bacıya” yan gözle bakmak
yasak olduğundan ve de emekçi halkımızın değerlerine ters düştüğünden, nikâh benzeri bir soytarılık düzenlenecek, örgüt içinde birbirinden hoşlanan kızla erkeğin sevişebilmelerine kılıf uydurulacak...
Şimdi de “kuvvacı nikâhı” çıkmış.
Hayır, bunun yasa dışı bir yanı yok. Önce adam gibi gidip belediye reisine ya da onu temsil eden görevliye kıydırıyorsun nikâhını (istersen imamın önünden de geçebilirsin, mihr-i muaccel, mihr-i müeyyel falan kestirirsin), sonra örgüt merkezine gidip bir de “kuva-yı milliye” nikâhı attırıyorsun. (Kuva mı kuvva mı, karar verin be kardeşim.)
Kur’an ve kılıca el basıp
yemin ediyorlarmış. Ruhsatlı tabanca niçin kullanılmıyor acaba?
Bu şekilde, boşanmalar da azalıyormuş.
Yemin metnini okuyun da zihniniz açılsın: “Türk anadan, Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türk’üm ben”... (Babadan doğulmaz hemşerim, o ancak
Hollywood güldürülerinde olur.)
Vallahi ben de öyleyim ama şimdi bizim hanımla yirmi senedir metres hayatı mı yaşamış oluyoruz yani? Bizde hükümet nikâhı var da kuvva nikâhı yok.
“İcabında vatan, cumhuriyet ve
bayrak uğruna seve seve canımı feda edeceğime namusum ve şerefim üzerine ant içerim... Ne mutlu Türk’üm diyene!”
Ben bu yemini askerlikte etmiştim ama aradan çok zaman geçtiği için “kadük” mü oldu? Bizim hanım askerlik yapmadığı için etmemiştir, gene dost post durumuna düştü!
Öte yandan, yemin sonunda atılan sloganda bir sorun var. Ne mutlu Türk’üm diyene sloganı, bunu söyleyecek dönmeyi de kapsar, kafadan gayrımüslimi de... Çelişkiye düşüyorsunuz.
Peki, Türk anadan doğma, Türk babadan olma, soyunda dönme bulunmayan ve fakat Hıristiyan bir Türk için örgüt merkezinde el basmaya
İncil de bulunduruyor musunuz yoksa kapıdan mı kovalıyorsunuz?
Bir de “İttihatçı” deyince kızıyorsunuz.
İttihat ve Terakki’nin gizli ve yasa dışı bir örgüt olduğu 1908 öncesinde, örgüte böyle girilirdi.
İki “muin” (
rehber), adayın koluna girerler, gözünü bağlayıp ara sokaklarda bir süre dolaştırırlar, sonra örgüt evine götürüp bir odaya alırlardı. Gece vakti... Uzaktan uzağa ezan sesleri... Belki havada odun kömür dumanı...
Köpek havlamaları, bozacı da geçiyor... Ev ahşap, soba yanıyor... Odada kafasına kukuleta geçirmiş, yüzü görünmeyen üç kişi bulunurdu. Reis, adaya, bir masaya serilmiş bayrak üstünde bulunan toplu tabanca ve Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ettirirdi. İhanet ettiği takdirde cezasının
ölüm olacağı da kendisine bildirilirdi.
Hani, “sırları açıklarsam dilimi kesip kumsala gömsünler” falan filan şeklindeki üçüncü derece
mason yemini gibi! (Masonların kumsalla denizle ne işleri olduğunu anlayabilmiş değilim.)
Öhö, İttihat ve Terakki üyelerinin çoğu da masondu zaten.
Edirne postanesinde telgraf memurluğu yapan adamı başlarına geçirdiler, tuttu imparatorluğu batırdı.
Günümüzde, yasa dışı hiçbir yamuğu bulunmamak kaydıyla, isteyen örgütçülük de oynayacaktır tabii... Orta
yaşlı burjuvalar tekdüze hayatlarına heyecan katmak için masonculuk oynuyorlar da, “kalpaksız kuvvacılar” niçin çocukça işler yapmayacaklarmış?
Fakat kendilerine bir önerim var: Bu nikâhla başı bağlanan kuvvacı çiftin çocuğu erkek olursa...
Erkek adamın erkek çocuğu olduğuna göre, mutlaka da öyle olacaktır...
Sünnetinde kirveliğini
İlhan Selçuk’a yaptırın!
ENGİN ARDIÇ/AKŞAM