Toplumsal hafıza bakımından çok zayıf bir ülke Türkiye. Güncel bir olaya ilişkin tartıştığımız bir mevzuyu; sanki o gün zuhur etmiş gibi düşünüyor, o konunun emarelerini görebilmek adına geçmişe dönüp bakmıyoruz. 17 Aralık’tan sonra da aynı şey oldu. Bugüne kadar yaşanan her şey, sanki büyülü bir el tarafından hafızalardan silindi. Silinenlerin yerine de yepyeni icatlar enjekte edildi. Böylesine zor bir dönemde toplumsal olguları olduğu gibi göstermek hem meslekî hem de vicdanî bir yükümlülük.
Gazeteci Uğur Sağındık tarafından kaleme alınan “Algı Operasyonu; Paralel Devlet Oyunu” kitabı, 17 Aralık ile başlayan süreci, öncesi ve sonrasıyla ortaya koyuyor. Bu ilk kitabında Sağındık, 17 Aralık süreci sonrası Cemaat ile hükümet arasındaki mücadeleyi bir ‘algı operasyonu’ olarak yorumluyor. İlk bölümün başlıklarını Oslo görüşmeleri ve MİT krizinin perde arkası, ‘özel yetkili mahkemeler’in kaldırılması, Gezi olayları ve dershanelerin kapatılması oluşturuyor. İkinci bölüm ise ‘AKP’ye Değil, Demokrasiye Destek’ başlığını taşıyor. ‘Yolsuzluk Soruşturması’ adlı üçüncü bölümle birlikte iktidarın nasıl hukuk tanımaz bir yapıya büründüğü örnekleriyle anlatılıyor. Son iki bölümündeyse hukuka yapılan darbeye, Bank Asya operasyonuna ve polise yapılan sahur baskınına tanıklık ediyoruz.
İlk kırılma dokuz yıl önce gerçekleşti
Yazar, kitaba şu önemli tespitle başlıyor: “Camia’yla AKP arasında ilk kırılma 2005 yılında yaşanmıştı aslında. Öncesinde de, iktidarın Cemaat’le mücadele için bir hazırlık içinde olduğu konuşuluyordu…”
İkinci kırılma ise Mavi Marmara olayıyla gerçekleşti. 17 Aralık’taki yolsuzluk operasyonundan sonra Başbakan meydanlarda sık sık bu konuyu gündeme taşıdı. Cemaat’i ve Hocaefendi’yi ‘İsrail yanlısı’ olmakla suçladı.
Peki neydi iktidarı bu kadar kızdıran? 17 Aralık yolsuzluk operasyonu gerçekten Başbakan’ı devirmek için mi yapılmıştı? Camia bu operasyonun neresindeydi? Bank Asya nasıl batırılmak istendi? Gezi’de amaç neydi? Kabataş’taki linç iddiası yalan mıydı? Oslo görüşmelerini kim sızdırdı? Yolsuzluk ve Selam Tevhid terör örgütü soruşturmasını yürüten polisler neden sahur baskınıyla gözaltına alındı? Selam Tevhid soruşturması nasıl ve neden kapatıldı? İşte kitap, bu sorulara belgeler eşliğinde cevap veriyor.
Neden yazıldı bu kitap?
Bu kitap AKP’nin yolsuzluklarını, bakanlarının rüşvet çarkını deşifre etmek için yazılmadı. İktidarın bir camiaya yönelik algı operasyonunu ortaya koymak için kaleme alındı. Camia, bana göre AKP iktidara geldiğinde neyi savundu ise bugün de aynı şeyi savunuyor.
Değişen AKP mi oldu?
Bu soruya cevap vermek için Erdoğan’ın yanındaki isimlere bakmak yeterli. Erdoğan bu partiyi kurduğunda, ‘demokrasi, hukuk ve insan hakları’ dediğinde yanında kimler vardı, şimdi kimler var? 40 yıllık arkadaşı eski İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Erdoğan’ın yeni ekibini, ‘kime hizmet ettiği belli olmayan dar oligarşik yapı’ olarak tanımlamıştı. Erdoğan, bu yapının etkisi altına girdiği günden bu yana her şey değişti.
Camia, AKP’yi devirmek istedi mi?
Bugüne kadar demokrasiden, hukuktan, yargının bağımsızlığından başka bir şeyi savunmayan Camia’yı, hukukun askıya alınması anlamına gelen darbeyle itham etmek iktidarın çaresizliğinin de göstergesi aslında. Camia’nın darbe yapmak istediğini iddia edenler MİT’in 17 Aralık’tan 8 ay önce Erdoğan’a sunduğu 3 sayfalık kara para aklama iddialarına ilişkin raporunu açıklamak zorunda. O raporda bakanların bulaştığı kara para trafiği deşifre edilmiş ve iktidar, ‘dikkatli olması’ hususunda uyarılmıştı. Yine operasyondan önce, 13 Ekim’de Yeni Şafak’ın attığı ‘Türk Leaks’ manşeti de kara para tezgâhını bütün ayrıntılarıyla deşifre etmişti. Akşam Gazetesi ise 7 Ocak 2013’te, operasyondan 11 ay önce, ‘İranlı eniştenin 320 kilo altını böyle uçtu’ manşetini atmıştı. Kaldı ki söz konusu soruşturma, yapılan birden fazla ihbar üzerine 15 ay önce başlıyor. Bütün bunlar orta yerde dururken, hukukî bir operasyonun ‘darbe girişimi’ olarak tanımlanması insan aklıyla alay etmektir.
17 Aralık soruşturmasında da tıpkı TOKİ ve 25 Aralık dosyalarında olduğu gibi ‘takipsizlik’ kararı verildi. Sizin için sürpriz oldu mu?
Kesinlikle hayır. ‘Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur’ diye bir söz var. Dosyanın kapatılacağı belliydi zaten. Özel Yetkili Mahkemeler boşuna kapatılmadığı gibi süper yetkili Sulh Ceza Hakimlikleri de boşuna kurulmadı! Hepsinin bir görevi vardı. Hukuki bir soruşturma, iktidarın hamleleriyle siyasi bir operasyona dönüştü. Ve iktidar açısından beklenen sonuç alındı. Bürokratına, ‘Biz kanun yapan gücüz, yaptığını suç olmaktan çıkarırız’ diyen bir insanın içişleri bakanı olduğu bir ülkede hukukun üstünlüğünden, yargının bağımsızlığından bahsedebilir misiniz?
Pek çok kişi, Camia ile AKP arasındaki ilk kırılmanın dershanelerin kapatılması süreci ve 17 Aralık’la başladığını düşünüyor. Öyle mi?
Öncelikle şunu belirtelim. Camia hiçbir zaman AKP’nin şahsına destek vermedi. Camia, iktidarın, hukukun üstünlüğüne dair, demokrasiye dair attığı adımları destekledi. Bugün AKP yine ‘hukuk, demokrasi’ desin yine destekler. Camia ile AKP arasındaki ilk kırılma 2005’te yaşandı. Terörle Mücadele Kanunu’nda yapılması istenen düzenlemeye Cemaat karşı çıktı. Zira bu, rahmetli Turgut Özal döneminde kaldırılan 163. maddenin yeniden hortlatılması anlamına geliyordu. Yanlıştı ve Camia buna ‘yanlış’ dedi. Çözüm sürecinde de itirazları vardı Cemaat’in. ‘Tek muhatap PKK olmamalı, yeni Anayasa mutlaka hazırlanmalı’ dedi. Mavi Marmara’da ‘diplomasi’ dedi. Gezi’de iktidarın sert tavrını eleştirdi, ‘sağduyu’ dedi.
Dananın kuyruğunun koptuğu yer 17 Aralık soruşturması oldu. Ortada pek çok delil ve kanıt varken Türkiye neden varlığı ispat edilemeyen ‘paralel yapıyı’ tartıştı?
‘Algı operasyonu’ dediğimiz şey de bu zaten. Bu açıdan bakarsanız, iktidarın amacına ulaştığını söyleyebiliriz. Bugün hiç kimse ayakkabı kutularındaki milyon Euro’ları, sıfırlama tapelerini, çikolata kutusunda giden milyon dolar rüşvetleri, Hazine arazisine, sahte raporlarla 1. derecede sit alanına inşa edilen villaları tartışmıyor. İktidarın hayalindeki ‘paralel’ yapıyı tartışıyor Türkiye.
Bunun sebebi nedir sizce?
Öncelikle bu iktidar, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir medya gücüne sahip. 7-8 televizyon kanalı, bir o kadar gazeteyle toplum resmen iğfal edildi, ediliyor. Her gün yalan yanlış haberler yapılıyor, manşetler atılıyor. İkinci olarak Cemaat, AKP’nin samimi tabanına ulaşamadı. Zira iktidar, Camia’yı onlara ‘düşman’ gibi gösterdi. ‘Onların okullarına gitmeyin, gazetelerini almayın, televizyonlarını izlemeyin’ dedi meydanlarda. Hâlbuki bunlar aynı safta namaza durup, aynı tastan çorba içen insanlardı. O kesime ulaşamamak Hizmet’in en büyük handikapı oldu. Üçüncü olarak otorite ne derse ona inanan, itaat eden, sorgulamayan bir kitle var artık. Bir gazete üç gün önce Hocaefendi için ‘CIA’ya hizmet ediyor’ manşetini atıp, ardından ‘Paralele karşı MİT-CIA ortaklığı’ manşetiyle kendisini yalanlayabiliyor. Ve bu gazetenin okuru, ‘Yahu sen ne diyorsun. Daha üç gün önce şu manşeti atmıştın’ demiyor. Sorgulamayan, sorgulamaya teşebbüs edenleri ‘hain’ olarak damgalayan, otoriteye tam teslim olmuş, ‘küfürbaz’ bir nesil inşa ettiler.
AKP’nin yolsuzluk ve rüşvete dair savunması neden inandırıcı olmaktan uzak?
Yalanı savunmak zordur. O yüzden zorlanıyorlar. Ve dikkat edin; hiçbir AKP’li üst düzey yönetici “zinhar yolsuzluk olmamıştır, benim bakanlarım rüşvet almamıştır” diyemiyor. Partinin tabanı da neyin ne olduğunu biliyor aslında. Bir kesim de var ki, hem yolsuzluğu, rüşveti kabul ediyor, hem de Camia’yı darbeyle suçluyor. Kusura bakmayın ama bu ikiyüzlülüktür. Madem yolsuzluk var ve sen buna inanıyorsun o halde hukukî bir soruşturma neden ‘darbeye teşebbüs’ oluyor? Bir grup da ‘Yahu ilk kez mi yolsuzluk yapıldı?’ diyor. Doğru, ilk kez yapılmadı. Ancak ilk kez yolsuzluk ve rüşvet bir parti politikası haline bu iktidar zamanında getirildi.
Çözüm ne peki? Gelecek sürece dair bir umut besliyor musunuz?
İktidar enfeksiyon kapmış. Yolsuzluk, rüşvet, yalan ve hatta iftira enfeksiyonu… Bütün bunlardan toplum da nasibini alıyor. İktidardaki virüs topluma da yayılıyor. Toplumun ciddi bir antibiyotik tedavisine ihtiyacı var. Bu ise yeniden kendi değerlerimize dönmekle olur. Ahlakı, edebi, insana saygıyı ve en önemlisi hukuku yeniden hatırlamakla, hakim kılmakla olur. İktidar, her pisliği Cemaat’in üzerine atarak bütün sorunlardan kurtulacağını zannediyorsa fena halde yanılıyor. Kişisel kin ve nefretle Camia’yı hedef tahtası haline getirerek, asıl sorunları görmezden gelmek, gelecekte yaşanacak sıkıntıların da katlanmasına neden olacak. Zira bugün hükümetin, kendisini kurtarmak için hukuku katlederek attığı her adım, kendisine ‘suç’ olarak dönecek. ZAMAN