İran'ın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, beklenenin üstünde ılımlı söylem ve tavırlarıyla dikkatleri çekti. Hatta bu yakınlaşma küresel medyada ''Washington-Tahran hattında yeni dönem' başlıklarıyla yer aldı.
Bütün bu gelişmeleri Aksiyon Dergisi'nin bu haftaki sayısına değerlendiren Ortadoğu Uzmanı Doç. Dr. Mahmut Akpınar; BM Genel Kurulu'nda sergilenen ABD-İran yakınlaşmasını samimi bulmuyor. Akpınar, her iki tarafın da hasımlıktan beslendiğini, ABD'nin, Irak'ın ardından Suriye'de de 'hasmı' İran'a yeni nüfuz alanı açtığını belirtiyor. Peki Batı Ortadoğu'da nasıl bir siyaset izliyor, İran'ı hangi amaç doğrultusunda kullanıyor, ABD'nin İran'ın güçlenmesine izin verme sebebi ne? Akpınar bütün bu merak edilen sorulara cevap veriyor.
İşte Akpınarla yapılan o çarpıcı röportaj:
-ABD’nin yeni dönemde Ortadoğu’dan Uzakdoğu’ya yönelme söylemi doğru değil o zaman...
Washington yönetiminin Arap Baharı çerçevesinde attığı adımlar bölgeden çekilmek niyetinde olmadığını gösteriyor. Tam tersine eski vesayet sisteminde bulunan ülkeleri Suudi Arabistan (52. Eyaleti) modelinde olduğu gibi daha sıkı ve sorunsuz yönetme imkânı verecek seviyeye taşıyor. ABD Ortadoğu’da Suudi tarzı yönetimlere dönüyor.
-ABD’nin Ortadoğu’da izlediği siyaset, ‘hasmı’ İran’a alan açıyor. ‘Yanlışlık’ kılıfına da sığmıyor artık!
Amerika’nın böylesine önemli konularda (Irak ve Suriye) arka arkaya yanlış yapıp İran’a kazara alan açması düşünülemez. Dış politika belirleme sistemi böyle bir kazaya imkân vermiyor. Zira Washington kararlarını düşünce kuruluşundan, akil insanlardan beslenerek alıyor. Uzun dönemli planlar yapıyor. Dolayısıyla Irak’ı Şii Maliki’ye bırakırken buranın ‘ikinci İran’ olacağını görüyor. Diyelim ki Irak’ta öngöremedi; Suriye’de, Afganistan’da, Lübnan’da neden alan açtı İran’a?
-Siz nasıl izah ediyorsunuz?
Batı medeniyeti 3-4 asırdır dünyaya hâkim. Ancak 2000’lerden sonra ciddi güç, enerji kaybı yaşamaya başladı. Karşısına alternatif medeniyetler çıkıyor. Bugün belki siyasi-ekonomik açıdan güç unsuru değiller ama gelecekte rakip olacaklar. Yeniden güçlenmeye başlayan İslam medeniyeti özellikle değer zenginliği açısından Batı’yı tedirgin ediyor. Batı ‘tehdit’ algıladığı İslam medeniyetini erken davranıp bertaraf etmeye çalışıyor. İşte İran bu noktada devreye alınıyor.
-Nasıl?
Batı, Ortadoğu ve İslam coğrafyasında etnik ve mezhepsel çatışmalar çıkararak büyümekte olan İslam medeniyetinin enerjisini tüketme yöntemini izliyor. Yöntemin tutması için ağırlıktaki Sünni nüfusun karşısına yeni bir eksen çıkarıyor. İran-Şii eksenini... Çatışma zemini oluşturuyor. İran’a yüklediği bu misyondan ötürü Ortadoğu’da, İslam coğrafyasında alan açıyor. İran’ı sevdiğinden değil, İslam dünyasına bela etmek istediği için güçlenmesine göz yumuyor.
-Hangi adımlarına göz yumuyor?
En başta Şii yayılımına ses çıkarmıyor, hatta destekliyor. Afganistan’da Taliban’ı devirdikten sonra Şii Hazaraları kendi eliyle etkili noktalara getirdi. Keza Pakistan’daki Şii nüfusa hiç dokunmadı. Irak’ı ‘ikinci İran’a çevirdi. Lübnan’ın Şii Hizbullah’ın eline geçmesine kayıtsız kaldı. Şimdi de Suriye’nin İranlaşmasına ses çıkarmıyor. “1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’ndan sonra İran’ın sınırı değişmedi.” deniliyor. Türkiye-İran, Türkiye-Irak sınırları kâğıt üzerinde olmasa da fiilen değişti. İran, Lübnan sınırını bile değiştirdi.
-ABD-İran gerilimi illüzyon mu o zaman?
Suni bir çatışma, gerilim söz konusu. Bu ‘danışıklı dövüş’ iki tarafın da çıkarına. Ortak hedeflerine (İslam medeniyetini zayıflatmaya) hizmet ediyor.
-ABD’nin hedefe koyması İran’ı nasıl güçlendiriyor?
Çok basit; İran’ı İslam dünyası içinde popülerleştiriyor. ‘Düşmanımın düşmanı dostum’ mantığı işliyor. Batı ve İsrail’in hedefe aldığı İran’a Müslüman ülkeler sahip çıkıyor. İran da ABD ve İsrail’e meydan okuyarak hayalî bir ‘kahraman’ rolü oynuyor, Batı’ya ‘One Minute’ diyerek İslam coğrafyasındaki zeminini güçlendiriyor. İran sözde, Müslümanların hakkını savunuyor. İcraatlarına baktığınızda tam tersi hareket ettiği görülüyor. Batı ile mücadelesi ağız dalaşından öte değil!
-Tarih boyu Batı hedeflerine saldırmadı mesela!
Tarihine bakın; akınları, savaşları hep Müslüman ülkelere olmuş. Bugün devam eden örtülü operasyonların hemen hepsi İslam coğrafyasında. Mesela Keşmir meselesinde Hindistan’a, Karabağ sorununda Ermenistan’a, Suriye krizinde de eli kanlı Nusayri rejimine arka çıkıyor. Bugün bazıları İran’ın Esed’i Batı karşısında savunduğunu söylüyor. Doğru değil. İran rejimi devrimden hemen sonra (1982) el uzattı baba Hafız Esed’e. O dönemde ‘Müslüman’ addedilmeyen Nusayrilere ‘Müslüman’ kılıfını giydirdi. Ateist baba Esed, Suriye İhvanı’nı kırdığında da destekçisiydi. Bunu nasıl izah edeceksiniz? ‘İslamcı’ İran nasıl oluyor da hep Müslüman kıyımına göz yumuyor, destek oluyor? Zihinlerdeki ‘İran imajı’ artık sorgulanmalı…
-Müslümanlar bu oyunu neden fark etmiyor?
İnananlar İran İslam Cumhuriyeti tabelasına kanıyor. Ayrıca İran Devrimi, İslam coğrafyasındaki siyasal İslami akımları çok etkilemiş geçmişte. Bundan dolayı Tahran’a dönük ciddi hüsnü niyet var, dost-kardeş görme hâli var. Türkiye’de de var bu damar. İran bu unsuru yıllar önce fark edip üzerine ciddi yatırım yapmış.
-Yatırım derken?
Türkiye, Irak, Pakistan, Afganistan, Mısır… Nerede olursa olsun kendine yakınlık hisseden grupları, akımları tespit edip onların üzerine oynamış. İran’a götürmüş, para akıtmış, zihinlerini devşirmiş. Maalesef bazı Türk İslamcı aydınlar İran tercümelerini okuyarak yetiştiği için alttan alta sempati duyar Tahran’a. Türkiye’de hâlâ hatırı sayılır oranda ilgilendikleri bir kitle var. Hiç boş bırakmıyorlar. ‘Devlet gibi devlettir’ İran.
-‘Devlet gibi devlet’ten ne kastediyorsunuz?
Devletin organik yapısını, örgüt yapısını kastediyorum. Yıllardır halkla devlet problem yaşar ama ülkenin rotası, vizyonu hiç etkilenmez. Devlet ve devletin aygıtları devlet başkanına, genelkurmay başkanına göre değişmez. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad ile yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani dışarıdan bakıldığında söylem, eylem ve fıtraten farklı duruyor. Ancak bu değişim özünde rejime yansımıyor. Halka, meclise rağmen alınıyor kararlar. Molla rejimi, Velâyet-i Fakih, Devrim Muhafızları üçgeninde yol alınıyor.
-Kitabınızın başlığındaki İran ateşi nereyi yakıyor?
İslam coğrafyasını hâliyle… ‘İran Ateşi’ tabirinde telmih de var. ‘Ateş’ İranlıların eski dinini, Zerdüştlüğü temsil ediyor. Bugünkü emelleri rejimin gizliden Pers ve Fars geçmişi üzerine yatırım yaptığını yansıtıyor. Geçmişteki sınırlarına, etkinliklerine dönme arzusu var. Hz. Ömer ve İslam düşmanlığının ardında biraz bu var. Yıkılan eski medeniyetlerinin kuyruk acısı var. Şii kisvesiyle gizlenip İslami söylemlerle Neo-Pers idealine yürümeye çalışıyor. İslami, Şia maskesiyle eski Pers İmparatorluğu’nu canlandırma düşüncesi var.
-İranlı yetkililer demeçlerinde Pers İmparatorluğu’na vurgu yapıyor mu? Mesela Ankara bir ara Neo-Osmanlıcılığı açıktan dillendirdi…
İranlılarla Türklerin farkı bu işte! Onlar çok diplomatikler, sessiz çalışırlar. Ankara yıllardır hep “Adriyatik’i Çin Seddi’ne”, “Saraybosna’yı Halep’e” bağlayacağız der. Başına gelmedik kalmaz. Buna karşılık Persler/İranlılar emellerini açık etmez. Kimseye hissettirmeden maraton koşarlar. Diplomasiyi iyi kullanırlar. İran sineması neden markadır bilir misiniz? Rol yapmak, oyunculuk İranlıların kanında vardır! Takiye geleneği vardır. Diplomasi de biraz roldür. Karşı tarafa renk vermeme, düşüncelerini belli etmeme sanatıdır. Takiye kültürü İran diplomasisini kuvvetlendiriyor.
-‘Mısır darbesi İran’a yaradı’ diyorsunuz. Açar mısınız?
İran, 1979 devriminden bu yana İslam coğrafyasının dört köşesine yatırım yapıyor. Nutuk atarak değil, sahaya inerek çalıştılar. Mısır bu ülkelerden biriydi. Fakir olan Mısır’a devamlı para aktardı, kendi çevresini oluşturdu. Onlarca yıldır süren bu çabanın sonunda ülkedeki Şii nüfusu yüzde 20’ye çıkardı. Temmuz devrimi sonrasında söz konusu Şii kanalları daha kolay çalışmaya başladı. Mesela geçiş sürecinde cumhurbaşkanı yardımcılığına getirilen muhalif Muhammed Baradey’in eşi İranlı Ayetullahlardan birinin yeğeni. Ayrıca Baradey de bir mülakatında ‘Şiiliğe taraftar olduğunu’ belirtmişti. Baradey’in özelinde ABD ile İran’ın Mısır darbesinde de aynı tarafa oynadığı görülüyor. İran’ın, bir önceki nükleer krizini o dönem Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Başkanlığı’nı yürüten Muhammed Baradey sayesinde bertaraf ettiğini unutmayın.
-İran’ın Türkiye dönük bazı operasyonel girişimleri de ortaya çıktı. Türkiye’ye ne kadar dost?
PKK’ya somut desteği, ülkemizde operasyon yapan ajanları yeni değildi aslında. Şimdi ortaya çıkmış oldu. Üstüne son bir yılda belki 10 defa üst düzey makamları Türkiye’yi açıktan tehdit etti. Türkiye’nin her bölgesinde dernek, STK adı altında ‘Şiileştirme’ faaliyetleri var. Eğitim anlaşmasıyla okullarımıza kadar el uzattı. Caferilerimize, Alevilerimize el uzatıyor, yanına çekmeye çalışıyor. Bu insanları İran’a götürüyor, eğitiyor. Buna karşın Türk unsurlarının ülkesine girişine zorluk çıkarıyor. Ancak Türkiye gereken tepkiyi göstermedi. Yeri geldiğinde ABD’yi, BM’yi kınayan, eleştiren Türkiye aleni İran tehdidi karşısında sessiz kalıyor. Bana İkinci Beyazıt dönemini hatırlatıyor.
-Neden tepki veremiyor?
Arada, yukarıda değindiğim güruh var. Siyasal İslamcıların bir kısmı İran’a sempatiyle bakıyor. Yaşananlara inanmadıkları için ses çıkarmıyorlar. Bazıları da basına yansıyan görüntü-ses kayıtları dolayısıyla ses çıkaramıyor. İran’ın Türkiye’de hangi kanallara, ne ölçüde sirayet ettiği ortaya çıkarılmalı. Etkili oldukları hissediliyor.
-Enerji bağımlılığından dolayı İran’ı hedef almama durumu olabilir mi?
Enerji ilişkileri de tuhaf. Türkiye’ye gazı hem pahalı hem de düzensiz veriyorlar. Kışın ortasında kesip mağdur ediyorlar. Ruslar bile daha istikrarlı ve ucuza veriyor. Hangi ‘dostluğa-kardeşliğe’ sığar bu?
-Türkiye dönük hedeflerini saymanızı istesek…
Ortak tarihe göz atsanız kolayca görürsünüz. İran dünden bugüne Türkiye’yi bölgesel rakibi addetti. İkincisi İran’ın bölgede Şii hinterlandı (üstü örtülü Pers hinterlandı) oluşturma hedefi var. Ancak karşısındaki en güçlü engel Türkiye. Türkiye’yi bertaraf etmeden ulaşamaz hedefe. Afganistan’daki hedeflerine de ulaşamaz. Onun için Türkiye’de Şii çevresi oluşturmaya çabalıyor. Onu zayıflatmaya çalışıyor.
-Türkiye’ye dönük en sinsi tehdit hangisi?
Türkiye’yi tehdit eden en güçlü unsur İsrail’den öte İran’dır. Bu net. Türkiye İsrail’le oturup uzlaşabilir. Ama İran ile uzlaşması mümkün değil. Nükleer silaha ulaşması durumunda bu hiç mümkün olmaz. Türkiye güçlenerek sinsi tehdidi bertaraf edebilir.
-Batı ambargosu zayıflatmaya yetmiyor mu?
ABD ve Avrupa öncülüğünde nükleer kriz dolayısıyla konulan ambargoları yine Batılı devletler kırıyor. İran, istediği hammadde ve materyalleri hâlâ Batı’dan alıyor. Para transferlerini keza yabancı bankalar üzerinden aşıyor. Ne nükleer silaha ulaşmasına imkân veriyorlar ne de zayıflamasına. Çünkü İran’ın varlığı, Batı’nın menfaatine. Kurudukça sulanır, yeşerdikçe budanır!
-Gölge oyunu gibi!
ABD ve İsrail karşıtlığı olmasa Mollalar rejimi ayakta tutamaz. Düşman üreterek toplumu bir arada tutuyorlar. Batı açısından da İran husumeti hedeflere ulaşma yolunda bir araç. Bu yolla Batı dünyası İslam âlemini yanlış modele yönlendiriyor. Türkiye’ye yönlendirmiyor, İran’ı kahramanlaştırıp ona şevk ediyor. İslam dünyasının dirilişini engelliyor. Kutuplaştırıyor.