İşadamları korkak mı?

E-muhtıranın üzerinden 3 yıl geçti. 27 Nisan gecesi demokrasi tarihine kara bir leke olarak düşen elektronik belge hakkında çok şey yazılıp çizildi.

İşadamları korkak mı?

Hükümetin karşı bildirisi olmasaydı belki de bugün Meclis'ten halkoyuna doğru ilerleyen anayasa değişikliklerini yine konuşabilirdik. Tek bir farkla. 12 Eylül vesayetinin izlerini taşıyan mevcut Anayasa'daki yasakların nasıl daha katmerli hale geldiğini konuşuyor olurduk. Konuşabilme özgürlüğünden kalan kırıntılarla avunarak tabii... 27 Nisan'ın demokrasiye kasteden bir girişim olduğunu darbeyi suç saymayan nadide şahsiyetler(!) dışında hemen herkes kabul ediyor. Peki e-muhtıranın demokrasiye verdiği zararın ekonomideki bilançosu nedir? Konunun milyar dolarlık tarafından evvel, bir hususu irdelemekte fayda var. Siyasi krizlerin bedelini en çok iş dünyası ödüyor. Bir kitapçık fırlatılıyor, şirketlerin değeri yarı yarıya düşüyor. Sincan'da tanklar sivillere balans ayarı yapıyor, yabancı yatırımcı ile el sıkışmak üzere olan büyük bir işadamının eli havada kalıyor. Madem ilk darbe yumurta küfesi taşıyanlara geliyor. O halde işadamları 10 yılda bir aynı bedeli ödemeye son vermeli. Demokrasinin hem kendisi hem de ülkenin kalkınması için vazgeçilmez bir girdi olduğunu bizzat işadamları her fırsatta yüksek sesle dile getirmeli. Öyle mi? Teoride 'evet' pratikte 'hayır'. İzah edeyim... Hükümetin 28 Nisan'daki karşı bildirisinden sonra iş dünyasının da tepkilerini almak için telefon rehberimizdeki isimleri aramaya başlamıştık. Hükümet bildirisinin başta iş dünyası olmak üzere sivil toplumun önde gelenlerini cesaretlendirdiği kanaatindeydik. Meğer 'zannetmek'ten ibaretmiş bizimkisi. Demokrasiye sahip çıkma adına TUSKON ve MÜSİAD gibi haykıranlar vardı bu ölüm sessizliğinin ortasında. Ülkenin kazanç hanesine not ettik hepsini. Onlar milletin vicdanında ödüllendirildi zaten. Güzel havalarda demokrasi nutukları atan pek çok önemli zevatın süt dökmüş kediye dönmüş hallerini hâlâ unutamıyorum. Kimi telefonu yüzümüze kapatıyordu. En nazik olanı 'Beni bu mesele için aramamış olun' ya da 'Soy ismimi bu işe karıştırmayın' nevinden cümlelerle demokrasi testinde çekingen sınıfından olduğunu ele veriyordu. Bazıları da tereddütsüz Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesindeki metin için "Ne olmuş yani? Asker de görüşünü beyan etmiş. Siyasilerin ders çıkarması adına faydalı işler bunlar." yorumunu bile yapıyordu. TÜSİAD dut yemiş bülbül misaliydi. TOBB ortalıkta görünmüyordu. Birkaç ticaret sanayi odası dışında darbelere 'hayır', muhtıralara 'hayır' diyen oda başkanına rastlamak mümkün değildi. Oysa gelişmiş ekonomilerdeki yüksek demokrasi çıtası bu tür durumlarda daha farklı davranılması gerektiğine işaret ediyor. O gün ve sonrasında yaşadığımız hayal kırıklığı karşısında "İşadamları korkak mı?" sorusunu bile yönelttik kendimize. Elbette korkak değiller. Çünkü girişimciliğin ilk şartı cesarettir. Stratejik yönetimin vazgeçilmezi yakın çevre analizinin patronlara yüklediği bir mesuliyet de ülkenin istikrarını bozacak kişi veya kurumlara karşı dik bir duruş sergilemektir. Muhtemelen işadamları, derneklerin yöneticileri, yalnız kalırım düşüncesinden hareketle bekle-gör tavrını tercih ediyor. Olan demokrasiye, ülkenin yurtdışındaki imajına oluyor bu arada. 2007'deki sanal darbe sadece İMKB'de üç günde 20 milyar dolarlık bir zarara yol açtı. Hesap edilebilen tarafı böyle olabilir. Lakin demokrasinin geleceği adına bel bağlanan sivillerin, hassaten büyük işadamlarının, onların kurduğu çatı örgütlerinin bıraktığı eksi bakiyeye ne diyelim? Bunu sığdırabileceğimiz hesap makinesi ekranı henüz keşfedilmedi. Tutarsızlıklarını, özgürlükleri yangında ilk feda edilecekler listesine almalarını izah etmek mümkün değil. Onlar eliyle gelecek refah da demokrasi açığını kapatmaya maalesef yetmeyecek. Türkiye'de darbelerin gündemden düşmesi için askerlerden önce sivillerin, işadamlarının zihniyetinin değişmesi lazım. ZAMAN-TURHAN BOZKURT
<< Önceki Haber İşadamları korkak mı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER