İslam dünyası üzerindeki çirkin oyun

Ahmet Selim,İslam Dünyası'nın kanayan yarasını yazdı. Gazze katliamını bir de bu gözle değerlendirin.

İslam dünyası üzerindeki <B>çirkin oyun</B>

Anlatmak zor, ama "zorunlu" Aksiyon düşüncenin önüne geçmişse; denge bozulmuş, itidal imkânsızlaşmış, basiret bağlanmış demektir. Düşünceyi ardına atmış hiçbir tepkisellik aksiyonunu hiçbir teselli için ibra edip alkışlamamalıyız. Eleştiri bazen en büyük yardımdır. Büyük ve haklı bir hassasiyet var olduğu için, konuların bazı yönlerini çok ihtiyatla ve ekseriya, sonradan tamamlamayı düşündüğüm değinmelerle yazma dikkati içindeyim. İran-Irak Savaşı, hâlâ hatırladıkça içimi burgu gibi oyan bir savaştı. Bir milyonun üstünde insanın öldüğü söylenir; ne denilse azdır. O savaşı hiç şu yönüyle düşündünüz mü acaba? Bence kimse pek düşünmedi, o savaşın çok şaşırtıcı bir özelliği fazla dikkat çekmeden öylece kaldı. Şunu demek istiyorum: İran ordusu, Irak’ın içine girdi, şehirleri tahribe koyuldu. Irak ordusu da İran’a girip aynı şeyi yaptı. Ve bu hep böyle yürüdü! Yani ordu orduya karşılaşmadılar denilse yeridir. O zamanlar hep dikkat etmiş ve düşünmüştüm, tespitlerim arşivde yazılı olarak da var. Savaşın yıllarca sürmesinin sebebi de buydu. İki Müslüman ülkenin savaşması ve Müslümanın Müslümanı öldürmesinde vahamet bir yana; bir de böyle bir durum vardı. Adeta her iki tarafın ordusu da sivilleri yahut sivil merkezleri hedef alıyordu! İran ordusu Irak’ın bilmem hangi şehrini vururken, Irak ordusu da İran’ın şehirlerini vuruyordu. Bunun için on yıl sürdü, bunun için bir milyondan fazla insan öldü. Askerlerden ziyade siviller öldü! Geçelim başka bir örneğe… … Irak ordusu Amerika’ya karşı direndi mi? Direnecek sanılıyordu. Bağdat kuşatması sırasında Amerika bile endişeliydi, öncesinde daha da çok endişeliydi ama “Bağdat’ta öyle olmaz” diyerek baştaki endişesinin özel bir biçimini yaşıyordu. Fakat Irak savaşmadı! Hâlbuki savaşmalıydı ve 10 bin, 20 bin, 50 bin şehid vermeliydi ve Amerika da dünya da bir şokla sarsılmalıydı. Öyle yapmazsanız, yüz katı kayıp verirsiniz kimsenin de haberi olmaz. Öyle yapmadılar, zaman içinde güya direniş eylemleri geliştirdiler. Yıllar içinde muazzam kayıplar verildi. Üstelik direniş de direnişe benzemedi. Kimlerin kimleri vurduğu belli olmayan kanlı ve menhus bir çark dönmeye başladı. Bir de ilk defa Şii Sünni fitnesi girdi araya… Bugün Irak’ın sosyal-beşerî durumu yürekler acısıdır. Maddi-manevi-ailevi kayıplar anlatılacak gibi değildir. El yazamaz. dil söyleyemez, göz bakamaz, gönül katlanamaz, Hangisi iyi? Savaşın, 10 binlerce şehid verin, yenilirseniz de yenilin, tarih yazsın, yeni durumu bütün dünya şöyle bir düşünsün. Böyle olsaydı, Amerika orada bu kadar kalamazdı. Ama yapılan iş, askerlerin-erlerin savaşması yerine, bir kör dövüşünde her şeyin bedelini kadınlara çocuklara sivillere ödetmek oldu. İtidal ve entelektüel ciddiyet yokluğu bir popülist mugalata eşliğinde yüreğimizi sızlatmaya devam ediyor. … Öncelikle sivilleri kullanan ve onlara bedel ödeten bir mücadelenin mantığı da yoktur, başarı şansı da. Dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde böyledir. Biz Cihan Harbi’nde her cephede çarpıştık ve kaybettik. Ordu kaybetti asker kaybetti. Mütareke ve Sevr… Sonra, yine orduyla verdik mücadelemizi. Düzenli orduyu oluşturmak, yeniden ihya edip toparlamak amacı hep var oldu. Efelerin eylemleri falan da, sivil kullanımı değildir; sivil yerleşimlerden uzaklaşarak yürütülen ve düzenli orduya basamak olan hareketlerdir. * * * … Şimdi, kapılar açık olsa, biz, “Gazze’deki kardeşlerimiz bize gelebilir, onlar için bir yerleşim bölgesi oluşturacağız” desek, Gazze’de bir tek kişi kalmaz; Hamas’tan başka. Gazze’li kardeşlerim yaşamaya çalışıyorlar. Dörtte üçü, belki daha fazlası aç. Bırak Gazze’yi bütün Filistin benzer şartlar içinde. Ekonomi yok, iş yok, insanca yaşamak imkânları yok. Bu konuda yapılmış tek bir araştırma da yok. Bir tek sıcak samimi yakın tanıtım röportajı yok. Bilinen sadece “direniyorlar” sözü. Onlar önce, yoksulluğa yalnızlığa mahrumiyete karşı direniyorlar ve yaşamak için direniyorlar. Onlar da senin benim gibi can taşıyor, üzerine titredikleri çocuklarının yavrularının canını, açlığını tokluğunu titreyen ruhunu düşünüyor. Onların canlı bomba olmasını falan istemiyor. Benim kafam herhâlde başka türlü çalışıyor. Bugün Hamas bütün elemanlarıyla Gazze’den çekilse ne olur? Çekilsin gitsin, daha sonra yine gelir. Sanki orada, silah fabrikaları kimya tesisleri falan mı var? Önde gelenleri zaten dışarıda yaşıyor. Ama benim Gazzeli bacılarım, yavrularım, kardeşlerim, canlarım; bombalara hedef oluyor, aç-bîilaç dehşet içinde travma nöbetleriyle titreyerek orada öylece duruyor. Böyle mücadele olur mu? İsrail’in şu hâlini tarife hacet var mı? Ama onlarla böyle mücadele edilmez. Şu vahşeti bu gafletle nasıl yeneriz biz? … Ortadoğu 1967 Savaşı’nı niçin ve nasıl kaybetti? Gün o gündü işte. Amerika Vietnam’la uğraşıyordu, beri tarafta Rusya desteği vardı, savaş arzusu ve psikolojisi daha başlamadan canlıydı. Külli mücadeleye fikren ve ruhen yatkın değiller. Bunun bugün bir başka planda yine tezahürleri var. Roket atmışsın, şimdiye kadar 10-15 İsrail’li ölmüş; bu mu kesmek istemediğin ateş? Unutulan şudur: Filistin, Hamas’ın El-fetih’in Hizbullah’ın değil; bütün Müslümanların meselesidir. … Filistin meselesini bütün İslam ülkeleri oturup konuşmalı. Orada bir ekonomi oluşması için planlı programlı yatırımlar yapılmalı. Bugün hâlâ Filistin Batı’dan gelen paralarla yaşıyor. Böyle şey olur mu? Silahlı partilerden siyasi partilere geçmeli, tedricen. Ne güzel imkânlar, ne güzel ihtimaller ve tasavvurlar var… Ama kimse oraya doğru tek adım atmak istemiyor. … Bugün ve bu an için yazıyor değilim ki. “Önümüzdeki yıllarda neler olacak?” diye bir düşünelim. Bu gidişle ne değişecek? Hiçbir iyi niyet heyecanı ve coşkusu aklî yükümlülükleri terk etmenin mazereti olamaz. * * * Deniz Gezmiş’ler FKÖ’de eğitim görmüştü, çok kişi hatırlamaz. Orada eylem yapmanın silahlı eğitimini aldılar ve sınırdan silahlı ve postallı olarak içeriye girdiler. Filistin’le ne alakası vardı onların? Filistin’dekilerin onlarla ne gibi yakınlığı vardı? Sadece metot yoldaşı ve akrabasıydılar! Mânâ ve sonuç ne olursa olsun. Şöhreti, parayı, silahı ve (kadın için) güzelliği taşımak zordur. Bunların hepsi, nefsi, meşruiyet sınavlarına ve baskılarına tabi tutar. Eğer bir meşruiyet disiplini (ölçüleriyle kurallarıyla) yok ise, şiddet ve silah kişiyi bozar. İyi niyetli de olsa bozar. Bizdeki eski sol-sağ çatışmasında bunun çok çarpıcı ve dramatik örneklerini gördük, birkaçını ben yakinen de müşahede edebilmişimdir. Birine şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Sen önce (bazen) taşıdığın o silahtan kendini koru!” Şiddete sürükleyen metodolojik oyun şuydu: Sağcıların hepsi faşisttir, komünizm “anti faşist” olmak demektir. Solcuların hepsi komünisttir, sağcılık “anti komünist” olmak demektir. Bunu adı, tek kelimelik solculuk, tek kelimelik sağcılıktır! Anti! Tabii ki şiddet alanı ardına kadar açılır. Muhteva, kültürel donanım, kişilik zenginliği, düşünce ufku, sağda da solda da sıfır! İyi niyeti oturtabileceğin, yaşatabileceğin bir avuç yer bile kalmamış. Örgütlenmeler sonraki iş, önce istismar işlemleri yapıldı bazı eli kalem tutanlar tarafından. Ve ben en çok onlara kızıyor, onlara içerliyordum. Ve bu istismar işlemlerini, tepkisellik zaaflarını içgüdülerini ve heyecanlarını tahrik ve istismar ederek yapıyorlardı. Başlangıçta, modernleşme gelişmelerinin de din üzerinden yapılması, tarihî bir gerçektir. Hep öyle olmuştur. İnsanlar bilgi ile, din bağı vesilesiyle tanıştılar. Kelime ve kelam ilgileri orada doğar ve tarih bilen bunu da bilir. Bu açıdan Ortadoğu şartlarına bakınca büyük bir tepkisellik tavrı görürsünüz… İmam-ı Azam’a bir eylem lideri (yahut liderciği) gelir, şikâyetlerini ve tepkisinin haklılığını anlatır. İmam-ı Azam sadece dinler ve genel tavsiyelerde bulunmakla yetinir. Fakat kişi gittikten sonra “bir çok konuda haklıydı ama, tasvip ve tasdik ifade etseydim fitneye ve şiddete yönlendirmiş olurdum” (mealen söylüyorum). Din âlimi böyle olur. Sorulan bir meseleyi sual-cevap soyutluğu ve yalınlığı içinde görmez. Onun toplumsal siyasi fiili umumi yönlerini ve muhtemel sonuçlarını hassasiyetle gözetir. Fıkhın nakli ve nazari varlığını çok iyi biliyor da olsa, fikrî ve umumi delaletleri olan bazı kavramlar üzerinde tek başına ahkam kesmeye kalkmaz. Yapabiliyorsa ışık tutar katkı sunar; hükme bağlamaz. Şimdi bana söyler misiniz, “canlı bomba” fetvası nasıl ve nereden çıkıyor? Belki bu kadar yalın ve kestirme ifade edilmesi doğru değil ama, ben yine de söyleyeceğim, çünkü içimden öyle geliyor. Ortadoğu‘da bir Fethullah Gülen vizyonu, ona benzer bir fikrî-manevi şuur tezahürü veya tecellisi, (kişisel taşahhus örneği olarak demiyorum) paylaşılan ve çeşitli nasiplerle ifadelenen fikrî bir ufuk değeri halinde var olamıyor, yaşanamıyor. Çünkü kafalar ve gönüller, Batı’nın oyunları paralelinde bir tepkisellik kıskacına ve kısır döngüsüne sıkışmış kalmış. Önder geçinenlerde entelektüel ciddiyetten eser yok. * * * … Haklısın ama, düşünceli ufuklu şuurlu değilsin. Haklı olmak yetmiyor ki. Hem haklısın hem mazlumsun; lakin düşünceli ufuklu şuurlu, tutarlı, dengeli istikametli, itidalli değilsin. Ve asıl dostluğun sana bunları söylemek olduğunu fark edebilecek durumda da değilsin… Bu sözlerim Ortadoğu’daki çeşitli kategorilerdeki önderler içindir. İtidal hasleti, denge şuurunun iksiridir, ışığıdır, sigortasıdır. İtidalden uzaklaşan, meşruiyet ihlalleri cevabına sarılmış tepkiselliklere yönelmeye başlar. Bu hâl, asla, zulmün, ıztırabın sıkıntıların getirdiği bir zaruret değildir. Çünkü itidal her hâl içindir. Sadece barışta değil savaşta da, sadece öfkede değil sevgide de, sadece eğlencede değil ibadette de itidal gerekir. Ve mutluluk, sadece rahat ve sıkıntısız olmak değil, her türlü hayat şartları içinde “Ya Rabbi bana itidal ve istikamet üzere yaşayabilme takati ver” duasının şuuru içinde yaşamaktır. Bu hakikati sıradan insanlar bilmeyebilir, ama önde durmak konumunda ve tercihinde bulunanlar hem bilmek hem de bilmeyenlere anlatmak sorumluluğundadır. Umut da işte tam buradadır. Buradaki emeklere, üretimlere, buluşmalara, birikmelere, fikrî yardımlaşmalara bağlıdır. Yani bu güne kadar olamayanlara doğamayanlara, üretilemeyenlere bağlıdır. Bu hakikati anlatmak zordur, hatta muhataralıdır ama; görevdir, mecburiyettir. İhtiyatla, dikkatle, rikkatle, sevgiyle, şefkatle, ama mutlaka kendi usulüyle ve üslubuyla, hepsinin üstünde de itidalle. Benzer sıkıntılar elbette ki bizde de var; fakat oralardan yansımış olarak var. Şunu hiç unutmayalım: fikren çözülemeyen meseleler fiilen çözülemez. Tıkanmalara tepkiler göstermeden önce özeleştiri aynasına şöyle bir bakmalıyız. AHMET SELİM-AKSİYON
<< Önceki Haber İslam dünyası üzerindeki çirkin oyun Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER