Şehirli adab-ı muaşeretini temsil edenlerin sayısı günden güne azalıyor. İstanbul’un çok büyük bir bölümünde kaba, nezaketsiz bir üslup hakim olmuş durumda. Dillere destan eski İstanbul Türkçesi ise çoktan tarihe karıştı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 29 Ocak Çarşamba günü, adrese dayalı nüfus kayıt sistemi üzerinden hazırladığı raporu kamuoyu ile paylaştı. 2013 yılını kapsayan raporla büyük şehirlerden en küçük mezralara kadar ülkede hangi yaş aralığında kaç kişinin yaşadığı belli oldu. Açıklanan bu istatistikî araştırma, yeni resmi nüfusun 76 milyonu aştığı, il ve ilçelerde yaşayanların toplam nüfus içindeki oranının yüzde 91,3 olduğunu ortaya koydu. Ülkenin en kalabalık şehirleri listesinde ilk sırayı 14 milyon 160 bin kişi ile yine İstanbul alıyor. Tüm ülke nüfusun yüzde 18,5’inin ikamet ettiği şehir, Türkiye’nin hemen hemen tüm illerinden gelen vatandaşların ortak adresi.
Raporda ilgi çekici başlıklardan biri de İstanbul’un demografik yapısı üzerineydi. İstanbul’a hangi şehirden kaç kişinin geldiğinin sıralandığı bu listede en başı 736 bin 542 kişi ile Sivas ahâlisi çekiyor. İstanbul’da yaşayan en kalabalık hemşehri grubu olan Sivaslıların bu sayı ile kendi memleketlerini bile aşması dikkat çekici bir detay olarak öne çıktı. Bu durumda bulunan birçok şehrin yanı sıra Sivaslıları 548 bin 546 kişi ile Kastamonulular ve 499 bin 782 kişi ile de Ordu ili takip ediyor. Göçmen ve turist gibi hareketli nüfusun dâhil edilmediği İstanbul’un 14 milyonluk nüfusu içinde kaç kişinin İstanbul nüfusuna kayıtlı olduğu ise araştırma sonucu elde edilen bir diğer önemli veri. Bu bilgiler ışığında, İstanbul’da ikamet eden toplam nüfus içinde sadece 2 milyon 178 bin 507 kişi bu şehrin nüfus kütüğüne kayıtlı. İç göçle birlikte şehirde yaşayan nüfus her geçen gün artarken, İstanbul’da yaşayan İstanbulluların şehrin toplam nüfusundaki oranı yüzde 5,3’e düşmüş durumda.
Neden geldim İstanbul’a?
Artan iç göç rakamlarının da işaret ettiği gibi taşradan şehre göç edenlerin istatistiklerdeki oranı seneler geçtikçe artıyor. İstanbul’da doğup büyümekle medeni bir tavır sergilemek, birbirinden farklı kavramlar elbette, fakat taşrada yaşayan nüfusun yaşlılara mahkûm edilişi ve kırsal nüfusun yaş aralığının devamlı artışı da bu değişimi teyit eden bir gösterge. Kentsel dönüşümünü ele alan “Ekümenopolis” adlı belgeselde sorunun kaynağı detaylı bir biçimde gözler önüne seriliyor. Buna göre, iç göçün temel sebeplerini anlamak için son yüzyılda yapılan büyük siyasi krizlere ve bugün bile devam etmekte olan politik hamlelere bakmak gerekli. Türkiye’de özellikle 20. yüzyılda izlenen iskân politikası ile kırdan kente göç eden nüfus adeta bilinçli bir şekilde desteklenmiş, artan nüfusun şehirlerde yoğunlaşması teşvik edildi. Hızla değişen demografik yapı çok kısa sürelerde şehirlerin de çehre değiştirmesine sebep olurken kaçak yapılaşma ile şehrin muhitinde şişen kabuk tabakalar, basit seçim vaatleriyle şehir merkezine dahil edildi. Önce tek göz gecekondularla istimlak edilen bölgeler, zamanla birbiriyle birleşik beton mahallelerine evrildi. Çok geçmeden şehirlerde biriken bu “fazla nüfus, şehrin içini oyan kurtlara dönüştü” ve şehirlilik kültürünü kemirmeye başladı. Bu birleşme ile birlikte şehir yaşamında uzun vadede izlenebilecek dejenerasyon ve muhitler arası kopuş ve nihayetinde medeni kültürün kökten değişeceğini kaçınılmaz kılıyor. Hatta, son dönemlerde, şehrin boş arazilerine yapılması düşünülen yeni projelerin de eklenmesiyle, zaten yoğun olarak devam eden göç katlanarak artmaya devam edecek.
Yeni projeler, yeni göçler demek
Türk şehir kültürünün en yüksek noktasında bulunan İstanbul, her gelen göç dalgasıyla birlikte bu sıfatından giderek ödün veriyor. Kendi içinde yüzyıllar boyunca tekâmül eden şehir düzeninin kısa bir zamanda bozulduğunu daha açıkça fark edebiliyoruz. İbadet, alışveriş, yeme-içme, seyahat, eğlence ve birçok alanda değişen şehir kültürü, toplumun da ne yönde evrildiğine dair önemli işaretler sunuyor. Buna ek olarak, Türkçenin en güzel ifade biçimi olan İstanbul ağzının çoktandır konuşulmadığı, yardımlaşma ve dayanışma üzerine kurulu mahalle kültürünün aşındığı, nezaket ve adab-ı muaşeretin yerini artık kaba kuvvetin aldığı sadece Türklerin değil İstanbul’daki turistler de malumu. Bu kolayca şekil verilmeyen kalabalığın arasında şehir kültürünü muhafaza edip hâlâ yaşatmaya çalışanların sayısı yok denecek kadar azaldı. Fakat, şehre gelen her yeni göç dalgasıyla birlikte, o kalabalığın arasında ezilip giden bu zümrenin, gelecek kuşağa bu edebi aktarabilmesi çok zor. Burada, her göçün basit bir yer değiştirme olmadığı ve kendi kültürünü de beraberinde getirerek şehre yeni şekil verdiği anlalışabiliyor. Diğer yandan bozulmanın tek zaviyeden kaynaklanmadığı ve toplumun tümüne sirayet eden hastalıkların bu medeniyeti yok etmekte olduğu da göz önünde bulundurmalı.
“Oğlum, İstanbul’dan başka İstanbul yoktur”
Nihad Sâmi Banarlı, 1950’li yıllarda gazetelerde yayımlanan şehre dair yazılarında sık sık eski bir âdeti tekrar ediyor. Şöyle diyor merhum mütefekkir. “Halbuki eskiden İstanbul büyüklerinin dilinde sık sık tekrarlanan bir söz vardı. Herhangi terbiye çağında bir insan, bir çocuk veya bir sokak adamı, terbiyesiz sayılacak görgüsüz bir harekette bulundu mu, büyükler hemen seslenirlerdi: ‘Oğlum bundan başka İstanbul yoktur!’ Şunu demek isterlerdi ki, ülkelerde kültür merkezleri, devlet merkezleri gibi, görgü ve terbiye merkezleri de vardır. Bir insan, böyle büyük şehirlerde muâşeret âdabını öğrenmez, ona uymazsa, bu eğitim kabul etmez kütüğü artık herhangi biçime koyacak bir cemiyet fabrikası bulunamaz.”
Osmanlı’da ‘müruriye senedi’ aranırdı
Semavi Eyice: Devlet-i Ali Osmani, 19. yüzyıldaki reform hareketlerine kadar işleyen bir şehir güvenlik sistemine sahipti. Her isteyen döşeğini sırtına alıp büyük şehre göçemezdi. Payitaht İstanbul’un giriş ve çıkış kapılarında duran bostancı teşkilatı, şehre giriş ve çıkışları denetler, müruriye senedi göstermesi kaydıyla şehre girişlere izin verirdi. Bugün İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan Bostancı semti ve Küçükçekmece’de bulunan kapılarda bekletilir, şehre ne amaçla geldiği ve kendine kimin kefil olduğu aranarak o devrin pasaportu hükmünde olan müruriye senedi sahibi olurlardı.
(www.zaman.com.tr)