İşte Küçük'ün ruh dünyasının deşifresi

Son dönemde adı sıkça gündeme gelen bir isim Yalçın Küçük.Peki kim bu Küçük? Hedefi ne? Bu soruların cevabını merak ediyorsanız işte cevabı...

İşte Küçük'ün ruh dünyasının deşifresi

Geçtiğimiz günlerde Şimdiki Zaman TV, yıllar önce Erhan Yıldız'ın HBB'deki programında Yalçın Küçük ile Alev Alatlı arasındaki tartışmanın görüntülerini tekrar yayınladı. Bu tartışmada Yalçın Küçük'ün fikir ve ruh dünyasını tüm çıplaklığı ile ortaya koymamıza yarayacak önemli ipuçlarını yakalama imkanı elde ettik. Öyle ki, Yalçın Küçük ve benzerlerinin hem ülkemiz gerçeklerini ne şekilde ele aldıklarını hem de insanı ürküten bir tehdit içerdiğini de gözlerimizle görmüş olduk. Tartışmanın hemen başlarında Yalçın Küçük “aydın nedir” sorusuna, aydının serüven peşinde koşan, ütopyası olan adam olduğu şeklinde cevap veriyor. “Bence aydın yorumlayan değil, sentezi olan, ütopyası olan, geleceği yakalamaya çalışan insandır” şeklinde Marx'ın ünlü 11. tezi referanslı bir tablo çiziyor. O'na göre hakikatle, hakikat arayışıyla, insan mutluluğu, esenliği ve huzuruyla hiçbir ilgisi yoktur aydının. Aydın kavga eder, serüven peşinde koşar, cunta faaliyeti örgütler, bilgiyi bir silah gibi çeker, gerçekleri eğip bükerek kendi “davasına” hizmet için kullanır durur. Ama bu da yetmez Yalçın Küçük'e. Kendisine “devrimci” olduğunu vehmettiği, aslında düpedüz metafizik bir misyon biçer. Bu misyon, kendince tanımladığı aydın mitosu etrafında halelenir. Hemen belirtelim, Yalçın Küçük her ne kadar devrimci olduğundan, devrimden falan bahsetse de aslen Bonapartist'tir. Yaçın Küçük, Marx'ın Komünist Manifestosu'ndan ziyade “Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i”nden etkilenmiştir adeta. Özetle tanımlarsak, Bonapartizm, siyasal iktidarın silahlı kuvvet kullanılarak ele geçirilmesidir. Aslında öteden beri ülkenin yaşadığı senaryo Bonapartistler tarafından sahneye konulmaktadır. Yani demem o ki, Yalçın Küçük ve benzerleri öyle sosyalist bir devrim peşinde falan değillerdir. Bu eğilim sahiplerinin Atatürk'le, Atatürkçülükle de uzaktan yakından ilgileri olmamıştır. Hatta Atatürk'e yüzü Batı'ya dönük olduğu, demokratik devrimler yaptığı, “muasır medeniyet seviyesi”ni hedeflediği için karşıdırlar. Atatürk Cumhuriyeti'nden hoşlanmazlar. Tercihleri otarşik, kapalı, küçülmeci, oligarşik bir rejimden yanadır ve bu anlamda Stalin ile İnönü arasında gidip gelirler. Zihinlerinin derinlerinde ise bunlara rahmet okutturacak adamlar vardır. Doğru tekellerinde olduğu için, “öteki”lerin her fikri, her eylemi karşı devrimdir, yanlıştır, ihanettir, geridir vs. Şimdi söz konusu tartışmayı izleyerek devam edelim. Yalçın Küçük “aydın” kavramını iki kavramla açıklama yoluna gidiyor: Birinci kavramı “Yeniçeri”. Yeniçerilerin Hıristiyan çocuklarından devşirildiğini ve esasında iki dinli olduklarını iddia ediyor. “Bana göre Yeniçeri iki dinlidir” diyor. Buradan “Bana göre Türkiye aydını iki dinlidir”e geçiyor. Burada hemen belirtmek lazım son dönemin hızlı ulusalcısı Yalçın Küçük ısrarla “Türk” aydını demekten kaçınıyor. Çünkü onların zihninde hep “Türkiye halkları” kavramı vardır. “Türk Milleti” ibaresi en nefret ettikleri ifadelerin başında gelmektedir. Ve devam ediyor: “Bir yükselişte geleceğe baktı ondan sonra da ikinci şeyde öbür dini çıktı. Sosyalist oldu. Güçlüyü gördüğü zaman Kemalist oldu”. Bu satırların altını çizmek lazım. Zaten Yalçın Küçük'e göre sağdaki bir kimsenin aydın olma gibi bir iddiası olamaz! Sağdakiler zaten konuşmaya değmeyecek cinstendir O'na göre! Ancak Küçük, iddiasını yenilir yutulur olmayan bir noktaya taşıyor: “Güçlüyü gördüğü zaman Kemalist oldu.” Bunu siz nasıl yorumlarsanız yorumlayın, kimlere şamil kılarsanız kılın artık! Demek Yalçın Küçük'ün Kemalistlere bakışı da budur! Devam ediyor Yalçın Küçük: “Ortakçı bir düzen dedi. Güçlüyü gördüğü zaman Sermayeden yana oldu. İki dinliydi bu ortaya çıktı”. “Türkiye”(!) aydınının sermaye uşağı (!) olduğunu da öğrenmiş olduk Yalçın Küçük'ten. Yalçın Küçük'ün, diğer taraftan, işin tuhafı kaypak, güce tapan, çift kimlikli sıfatlarıyla tanımladığı aydını neden bu kadar Platonvari bir elitist kutsamaya tabi tuttuğu da başka bir garabet olarak karşımıza çıkmaktadır. Y.Küçük'ün ikinci kullandığı kavram: “Azap”. Şöyle açıklıyor: “Osmanlı'nın fetihlerde kullandığı, savaşlarda kullandığı bir tiptir. Azap'ı mesela İstanbul'un fethinin önünde Fatih, birinci planda Azap'ı koyar. Azap hayatta kaybetmiş, kumar oynama mecburiyetinde olan insandır, hapis yatmıştır, umudu yoktur. Evvela girecek İstanbul'a ve ganimet toplayacaktır. Azap budur. Onun için önce girer. Ancak bu Azap'ın önemli özelliği şudur: Karşıda ilk güçlükte de geriye doğru kaçar. Ancak II. Mehmet, I. Mehmet hepsi bir şeyi düşünmüşler, bu geriye kaçışı. Geriye kaçarken arkada Çavuşlar olur: Bunları kırarlar baltalarla. Benim yaptığım da budur. Türkiye aydını ileriye doğru yürüdü, ilk güçlükte, bir ganimet toplayacaktı, yepyeni bir toplum olacağını, olamayacağını gördüğü anda geriye doğru kaçtı. Geriye doğru kaçarken ben onları kırıyorum. Geriye doğru kaçmalarını önlüyorum…” Görüldüğü gibi, Yalçın Küçük bu defa, Türk aydınını (Yalçın Küçük ısrarla “Türkiye” aydını deyip duruyor) hayatta kaybetmiş, kumar oynama mecburiyetinde olan, umudu olmayan bir statüde resmediyor. Zaten yukarıda sıfatladığı kaypak, güce tapan, çift kimlikli yaftaları da bu statüden besleniyor olsa gerek. E haliyle Yalçın Küçük'e de hep geride bekleyip (oysa hep darbelerde falan en önde olduğunu söyleyip duruyordu) bunları geriye doğru kaçma anlarında baltalarla kırmak kalıyor. Bu Azap-misal aydınların “Çavuşluğunu” yapıyorum demeye getiriyor Yalçın Küçük. Bu noktada Alev Alatlı güzel bir cevap veriyor Küçük'e: “Elinizde balta var çünkü sizin” O'nun karşı cevabı ise tam evlere şenlik: “Baltayı bana babam vermedi. Ben kazandım, ben bileyledim, ben yaptım”. Yani karşımızda kalem tutan, bilime, sanata, düşünceye katkıda bulunmaya çalışan biri yerine bunları küçümseyen hatta bunları ihanetle, kaypaklıkla, güce tapmakla eşdeğer sayan ve bunun yanında elinde balta, önüne çıkan herkese saldıran bir fikir zorbasıyla karşı karşıyaymışız gibi hissediveriyor insan. Bu noktada bir parantez açıp Yalçın Küçük'ün “Eski Aydın İhanetleri: Azap Yazıları III” adlı yazısındaki şu anekdota bir göz atalım: “İLHAN SELÇUK VE İKİ KİMLİKLİLİK Tam bir gaflet ve dalalet manzarası ile karşı karşıyayız, çünkü, daha açık ve saf avrupaistler, katılım programı açıklandığında, “Avrupa kültürüne geçiyoruz” diye bayram yapıyorlardı; kemalistlerin garplılaşma programının sınırı ise, kültürü korumak idi. Ziya Gökalp'in ünlü hars ve medeniyet ayrımı budur ve bu, kemalizm ile birlikte Türkçülüğün Esası olmuştur; eğer biz harsımızdan, halk kültürümüzden, kendimiz olmaktan, vazgeçeceksek, neden yaşıyoruz, bir halk yozlaşmadıkça bu soru esastır. Demek artık İlhan Selçuk hem kemalisttir ve hem de halk gerçekliğimize görülmemiş saldırının azap kuvvetlerinin başkomutanıdır. Olur mu? Bu soruyla birlikte gözümün önüne Doğan Avcıoğlu geliyor, içlerinde Mümtaz Sosyal, İlhan Selçuk'un da olduğu bir sivil-asker aydın grubuyla iktidara yürüyordu, baatist renkli bir hareketti, Avrupa'ya ve Amerika'ya karşı idiler, devlet işletmelerini savunuyorlardı, var olana “cici demokrasi” ya da “filipin demokrasisi” diyorlardı, Avcıoğlu'nun başbakanlığı konuşuluyordu, fakat, o günleri anlatırken Aziz Nesin bana, “İlhan kendisini artık başbakan sanıyordu” diyordu, kaybettiler, Doğan Avcıoğlu bundan sonra İ. Selçuk'la görüşmeyi reddetti; ben o sırada Cumhuriyet'teydim, İlhan'la sık sık beraber oluyordum, ısrar ettiğimde, Doğan, “hem bizimle ihtilal yapmaya kalkıyor ve hem de Ecevit'i idare ediyor” sözleriyle tepkisini dile getiriyordu, bu en hafifidir, İlhan'ı iki kimlikli buluyor ve reddediyordu. Bu nedenle “olur” cevabını veriyorum, artık bu Selçuk'ta ahlak ve bir kimlik'tir, aklınca hep sağlam oynar, ileriye her adım için kendisini gerideki bir kayaya sıkıca bağlar; bunun iyi bir hesap olduğunu sanıyor ve sonunda bir mezarlıkta yaşıyor.” Görüldüğü gibi Yalçın Küçük'ün kişi ve olay tahlillerinde çift kimliklilik, Azap, aydın, ihtilal, saldırı gibi kavramlar önemli bir işlev görmektedir. Kimi zaman doğru tespitler de yapmıyor değil hani. Ama çoğu zaman kullanılan araçların yönü değişebiliyor. Nitekim, burada Azap kuvvetleri ileriye doğru değil geriye doğru yani halka doğru saldırıyor ve komutanlığını da İlhan Selçuk'a yaptırtıyor. Şu kısa notta bile o kadar ülke gerçekliğine tutulan ışık var ki: Doğan Avcıoğlu liderliğindeki sivil-asker “aydın” grubunun iktidara yürüdüğünden dem vuruyor. Demek ki mesele iktidarı ele geçirmek, yani Bonapartizm. “Baatist” yani Baasçı renkli bir hareketti diyor, evet halkı hiçe sayan bir avuç faşistin iktidarı. Avrupa ve Amerika'ya karşı idiler diyor evet demokratik dünyadan, birinci ligden hiç hazzetmezler. Dahası var: D. Avcıoğlu ile İ. Selçuk'un aralarının “başbakan olma sevdası” nedeniyle bozulduğunu öğreniyoruz. Y.Küçük de diğerleri gibi İ.Selçuk'u çift kimliklilikle suçluyor, yani gücü görünce Kemalist olanlardan. Yine konumuza dönelim. Evet, tartışmanın ilk bölümünde ortaya çıkan görüntü buydu. Elinde balta pusuda bekleyen bir adamın (benzerleriyle birlikte) fabrikasyon, tahrifat, gerçekleri tersine çevirme, elitist bir oligarşinin çıkarları doğrultusunda yürütülen propagandayla yıllardır yürüttüğü tahribatın adeta itirafı niteliğindeki bu açıklamaları dikkatle irdelemek lazım. Esasen Yalçın Küçük, Doğan Avcıoğlu ekolü diyebileceğimiz, Türkiye'de parlamenter rejimi lüks ve gereksiz bulan, bir avuç asker ve sivil bürokratın otoriter ve totaliter yönetimini hedefe koyan Baasçı rejim sevdalılarının önemli temsilcilerinden biridir. Kendilerini dev aynasında gören bu adamlar Hitler, Mussolini, Pol Pot, Hafız Esad familyasındandır. Bu yolla bir kere iktidara gelip bir daha ayrılmamanın hesaplarını yapmaktadırlar. Küçük'ün (ve benzerlerinin) yazdıklarına, söylediklerine bir bakın: Hep siyaset kurumunun kötülendiğini, Baas benzeri bir rejime taraftar olmayan herkesin ihanetle suçlandığını, cuntacılara göz açtırmayan Genel Kurmay Başkanlarımızın, komutanlarımızın tahkir edildiğini kolaylıkla görebilirsiniz. Onun gibilerin nazarında şu siyasetçi bu siyasetçi ayrımı yoktur. Cuntaya hizmet eden siyasetçi karşı çıkan siyasetçi ayrımı vardır. Onun gibilerin nazarında halk yoktur, hak yoktur, adalet yoktur, tercih yoktur, özgürlük yoktur; sadece ve sadece güç vardır, dayatma vardır, hükmetme vardır, baskı vardır, dönüştürme vardır. Yalçın Küçük gibiler ne Marksisttir, ne de Kemalist. Düpedüz Bonapartist'tir. Can Yücel ne demişti “O Bahsi Hiç Açma” adlı şiirinde; Yalçın Küçük küçüktür ama Mide bulandırır... Tarık Berk/Stratejikboyut
<< Önceki Haber İşte Küçük'ün ruh dünyasının deşifresi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER