Dumanlıya göre 'Kürt sorunu'nun çözümü bu fotoğrafta! :
Cumartesi nüshamızda genel üslubumuzun biraz dışına çıkarak "Bu
fidanlara nasıl kıydınız!" manşetini attık. Bizim için sıra dışı bir başlık bu. Sizin de bildiğiniz gibi haberin başlığına ve içeriğine duygularımızı katmamaya özen gösteriyoruz.
İstiyoruz ki haber olabildiğince tepkiden, öfkeden ayıklanabilsin. Şayet bir şeyler söylemek gerekiyorsa duygularımızı "haber-yorum" tarzıyla takdim ettiğimiz yazılara taşıyalım. Her zaman aynı
soğukkanlılığı korumak olmuyor; hatta böyle bir şeye bazen gerek de kalmıyor. Cumartesi
gazetesi yapılırken elimize ulaşan bilgiler ve fotoğraflar, acı veren hikâyelerden oluşuyordu. Bunu gizlemek için haberciliğin soğuk kalıbına gizlenmedik; iyi ki de öyle yapmışız...
Manşette kullandığımız fotoğraftaki cıvıltıya yeniden bakar mısınız lütfen.
Dershane koridorunda dört
genç. Yüzlerine akseden hafif bir tebessüm. Arka planda güneşten hüzmeler. En soldaki güleç yüzlü delikanlı, arkadaşının koluna girmiş. Gözlerindeki ışıltı biraz sonra yaşayacağı katliamdan ne kadar da habersiz. Bize göre sağda duran genç biraz daha ciddi; koluna attığı pardösü ve yüzüne akseden delikanlı karizması yaşına uygun bir ciddiyet mi yoksa hoş bir özenti mi bilemiyorum. Biraz sonra bir bombanın patlayacağından, gencecik bedenlerin
hain bir saldırıya
hedef olacağından habersizler.
Ankaralı, memur bir
ailenin gözbebeği. Ferhat Mutlu,
Diyarbakır Lice'den. Biri Ankara, diğeri Liceli; aralarında
ayrılık-gayrılık yok. Terör, iki güzel çocuğumuzu birden alıp götürdü. Liceli ailenin
teröre verdiği üçüncü şehit bu. 94'te Tunceli'de askerlik yaparken kaybettikleri evlatlarının acısı daha dinmeden 97'de Diyarbakır'da patlatılan bir bombayla Resul'ü kaybetmişler. Şimdi de Ferhat'ı toprağa veriyor acılı aile. Şu mahzun fotoğrafa
bakan ehli insaf bir insan "Bu fidanlara nasıl kıydınız!" demez mi hiç!
Fidanların hikâyesi sadece bu fotoğraftan oluşmuyor.
Beşiktaş-Diyarbakır Belediyesi arasında oynanacak maç için bekleyen Eren
Şahin, sıkı bir Beşiktaşlı; o da terör
kurbanı. Ailesini Beşiktaşlı yöneticiler ziyaret etmiş ve taziyede bulunmuş. Eren'in annesi Diyarbakırlı,
babası Bursalı. Gözünü kin bürümüş etnik ırkçılara sormak isterim: Eren, Kürt müydü, Türk müydü? Beşiktaşlı mıydı bu güzel fidan, Diyarbakır
sporlu mu? Etnik katliamcıların (hatta şiddete geçit vermediği halde yakasını ırkçılıktan kurtaramayan bazı etnik milliyetçilerin) anlayamadığı bir nokta var: Bu
ülkenin insanlarını etnik arka planlarına göre birbirinden kati hatlarla ayıramazsınız. Akrabalık bağları yüzyıllar boyu devam etmiş, imparatorluk bakiyesi bir milletin çocuklarını keskin çerçevelerle birbirinden ayırmak mümkün değil. Coğrafî şartlar altında temerküz etmiş nüfus yoğunlukları da buna müsaade etmiyor aslında. Her etnik grup bir
bölgeye dağılmamış ki; "haydi ayrılın" dediğinizde kimin nereye gideceği bilinebilsin. Farz-ı muhal söylüyorum; bir gün bir parçalanma söz konusu olsa, kıtallerin olacağını, tehcirlerin yaşanacağını, ailelerin parçalanacağını, komşulukların yok olacağını, ortaklıkların altüst edileceğini görmemek gaflet ötesi bir basiretsizliği çağrıştırıyor...
Hiç şüphe yok ki;
Türkiye'nin en temel ve en acil meselesi etnik ırkçılığı besleyen şartların ortadan kaldırılmasıdır. Bu tarihî görev, sadece bu ülkeye gönül veren hasbilerin değil; insan sevgisi taşıyan herkesin omuzlarındadır. Siyasetçinin, ordunun, medyanın, eğitimin,
sivil toplumun... Son yıllarda atılan önemli adımlar, terörden beslenen yarasaları rahatsız etti.
Şafak söktükçe, ufuk aydınlandıkça, daha acımasız oluyorlar; belki daha da merhametsiz olacaklar. Özgürlük alanları genişledikçe, gereksiz yasaklar ortadan kalktıkça ezberi bozuluyor terör istismarcılarının. Demokrasinin hudutları genişledikçe örgütlerin alanı daralıyor çünkü.
Neyse ki
halk,
Güneydoğu üzerine oynanan kirli oyunun farkında. Bizim gazete, Rıdvan Süer'in babasıyla
mülakat yapmış, okurken tüylerim diken diken oldu, gözyaşlarıma hakim olamadım. Diyor ki acılı baba: "
Morga doğru gittim. Komiserin duruşundan olumsuzluk olduğunu anladım. Morga doğru ilerlediğimizde polis arkadaşım 'Metin ol, hazırlıklı ol.' dedi. Morg kapısına gittiğimizde içeri almadılar. O sıra bana spor ayakkabısını getirdiler. 'Bu, çocuğunuzun ayakkabısı mı?' dediler. 'Evet' dedim. İçeri aldılar, bu sefer morga girecektim, bir
polis memuru, 'Abi beni dinlerseniz hiç bakmayın. Siz en son gördüğünüz gibi hatırlayın.' dedi. Ben de 'tamam' dedim. Arkadaşım gitti, teşhis etti. Üzücü haberi orada aldım."
Ne diyebilirim ki bu hazin
manzara karşısında; o mahzun babanın ellerinden, o müşfik polisin gözlerinden öpmekten başka. Yaralı bir baba; onu teselli eden ve acısını paylaşan güvenlik görevlisi. İkisi de Türkiye'nin yeni gerçeği. Bu gerçeklik PKK'yı da boğar; onun arkasındaki hain güçleri de!
Bölücü güçler-Maskeli beşler
Evlat acısının en derin katmanından seslenen baba Şemseddin Süer, bakın nasıl bilgece bir yorum yapmış: "Tam da Diyarbakır güzel oldu, huzur ortamı geldi diyorduk. En son Kurban
Bayramı ve
dayanışma gibi organizasyonlarla bölgedeki güzelliği görmüştük. Demek ki bu tip faaliyetler birilerini rahatsız etti." Doğruyu söylüyorsun Şemseddin Bey! Bölge halkı devletiyle, milletiyle kucaklaşıp bir bütün oldukça, bölücü güçler ve onları dolaylı yoldan besleyen maskeli beşler çılgına dönüyor, yeni planlar, yeni dolaplar çevirmenin peşine düşüyor. Ne yapsalar nafile! Artık uyuşturucudan insan ticaretine, tefecilikten
taşeron tetikçiliğe kadar her çeşit ihanetin farkında halk.
Medya,
küçük hesapların peşine düşmeksizin Güneydoğu'ya sahip çıkmalı. Hamaset yapmanın ya da çözümsüzlüğü körüklemenin bir anlamı yok. Bugün kenetlenme, el ele verme günüdür! Medya, insanların kucaklaşması için daha titiz davranmaya mecbur.
Diyarbakır'daki hain saldırının sarsıntısı devam ederken bir grup Güneydoğulu İstanbul'daydı. İstanbullu işadamlarına teşekkür için gelmişler.
Kurban Bayramı'nı çoluk çocuğuyla geçirip yuvalarına huzur katmak yerine, Doğu'ya gidip bayramı oradaki halkla kutlamıştı işadamları. Kesilen kurbanların etleri yöre halkına dağıtılmış; bambaşka bir bayram idrak edilmişti. Şimdi iade-i ziyaret vaktiydi. Güneydoğu'dan gelip Floryalı, Üsküdarlı, Bakırköylü vs. işadamlarıyla sarmaş dolaş oldular. Kürt-Türk kardeşliğinin perçinleşmiş fotoğrafıydı bu ziyaretler. Bu manzarayı doğru okumak gerekiyor.
Tam bu kucaklaşma yaşanırken Kahramanmaraş'tan yürek burkan bir
vefat haberi geldi. Kurban Bayramı, Doğu'daki fakir vatandaşla geçirmek için seferberlik yapan
işadamı Mehmet Zülkadiroğlu, yoğun bakımdan çıkamamış, Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Kurban Bayramı'nda
kaza geçiren ve o günden beri hayatta kalma mücadelesi veren Mehmet Zülkadiroğlu, kardeşlik destanına yeni bir paragraf açmış ve gerçek bir bayrama erişmenin örneğini vermiş.
Allah ruhunu şâd etsin...
Son otuz yıldır Türkiye, "
Kürt sorunu"nu çözme fırsatını hiç bu kadar güzel bir mevsimde yakalayamamıştı. İlk defa her cihetten halk, teröre ve onu besleyen faktörlere kendi öz iradesiyle kafa tutuyor ve birlik-dirlik mesajının sosyal bir talebe dönüşmesini sağlıyor. Bu güzel manzara insanları birbirine yaklaştırıyor. Diğer yandan da devlet-millet bütünleşmesinde önemli adımlar atılıyor. Zira devlet hem sıkı güvenlik tedbiri alıp teröriste göz açtırmazken hem de meseleye
hizmet götürme azmiyle yaklaşıyor. Hal böyle olunca, birileri tabii ki çıldıracak. Ama endişelenmeyin; maşeri vicdanın bu asil direnişi sürdüğü müddetçe bu ülke üzerine dönen bütün dolaplar altüst olacak. İnanmayan, şu dört yiğidin fotoğrafına baksın, onların dostluğu hain planların iflasıdır...
EKREM DUMANLI- ZAMAN