Tamam ama askeriyeden yakınan
sivil siyasetçilerin de yapabileceği sürüyle hamle var.
Geçmişten bir örnek vereyim:
Yıl 1973.
Genelkurmay Başkanı
Org. Faruk Gürler, Çankaya'ya çıkmayı kafasına koyuyor.
Önce kendisini Senato'ya kontenjandan üye yaptırıyor. Sonra da Cumhurbaşkanı adayı oluyor.
Oylama günü askerler
Meclis'i ablukaya alıyor. Koridorlar generallerle dolu. Kah nazik, kah kaba ve tehditkar bir dille Gürler'e oy verilmesini istiyorlar.
Herkes Gürler'in seçilmesine kesin gözüyle bakarken, Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman
Demirel ile
CHP Genel Başkanı
Bülent Ecevit, Havacıların ortalıkta olmadığını fark ediyor.
HKK Org.
Muhsin Batur, Gürler'i
desteklemediği için kendisi Meclis'e gelmediği gibi, generallerinin de gelmesine izin vermemiştir.
Bunun üzerine Demirel ve Ecevit tavır koyarlar. Gürler yeterli oyu alamaz.
Asker de kös kös kışlasına
döner.
Hoş daha sonra yine asker kökenli bir kişiyi;
emekli Amiral Fahri Korutürk'ü Köşk'e seçmişlerdir ama önemli olan Gürler dayatmasına karşı sergiledikleri yüksek siyasi performanstır.
***
Peki, bugün nelerden yakınıyorlar? Örneğin:
1) Tehdide karşı hazırlıkmış gibi sunulan
darbe planlarının (örneğin
Balyoz) dayandığı EMASYA
protokolünden...
2) Onunla ilgili, kısaca "Kırmızı
Kitap" denilen "Milli
Güvenlik Strateji Belgesi" nden.
3) Darbecilerin suçlarını örtmek için kullandığı İç Hizmet Kanunu'ndaki 35'inci maddeden.
Başbakan Erdoğan geçen gün TV'de bu "şer" üçlüsünü kaldıracaklarını söyledi.
Yapabilir mi? Neden olmasın?
Ortam buna müsait.
Hem zaten askeri vesayetten ve darbe tehdidinden kurtulmak istiyorsa; yapmak zorunda...
***
Peki, "şer" bunların neresinde? Örneğin "Emniyet Asayiş ve
Yardımlaşma Protokolü" yani kısaca EMASYA...
Bu protokol, 28
Şubat süreci içinde, 7 Temmuz 1997'de
İçişleri Bakanlığı ile Silahlı Kuvvetler arasında imzalandı. (TSK adına imzayı atan, dönemin GK Harekât Daire Başkanı Korg. Çetin Doğan'dı!) Görünürdeki amacı, kentlerde polisin engelleyemediği büyüklükte olaylar çıktığında, valinin talebi olmadan, soruna el koyarak
asayişi sağlamaktı.
Yani Meclis onayı gerektiren "Olağanüstü Hal" ve "Sıkıyönetim" gibi kararlara gerek kalmıyordu. EMASYA onların yerini tutuyordu.
Peki, cuntacılar bu imkânı nasıl değerlendirdi? "Balyoz" ve "
Kafes" gibi planlar bunu bize apaçık gösterdi:
Bomba koyacaklar...
Suikast düzenleyecekler... Kendi yönettikleri "irticai gruplara" eylemler yaptıracaklar.
Yani ortada fol yok, yumurta yokken, ihtiyaç duydukları gerekçeyi oluşturacaklar.
Bir nevi "kendin pişir, kendin ye" durumu.
Bu da bize, asıl iç tehdidin, bizzat "iç tehdit değerlendirmesi yapanlar" olduğunu gösteriyor.
Org. Çetin Doğan'ın, Balyoz'a paravanlık yapan
Mart 2003 tarihli seminerde adeta ellerini ovuşturarak, "EMASYA'yı
paşa paşa imzalattık" demesi boşuna değildi.
Protokolün verdiği gücün farkındaydı.
İç tehdidin "gerçek olup olmaması" önemli değildi onun için... Çünkü iç tehdit gerektiğinde yoktan var edilebilirdi.
EMRE AKÖZ-SABAH