Kamplaşmaya boyun eğmek yok

Bir ülke meselesinde çözüm üretilebilmesi için makul çerçevenin kırılmaması gerekiyor.

Kamplaşmaya boyun eğmek yok

Aklın sınırları zorlandıkça çözüm yolları tıkanıyor ve toplum bu durumu kanıksıyor. Hatta farkına varmadan insanlar, anlamsız -en azından sonuçsuz- bir cidalin parçası haline geliyor. Kamplaşma güdüsü, adeta genlerimize işlemiş. Sağcılar-solcular, laikler-anti laikler, Aleviler-Sünniler, başörtülüler-başörtüsüzler. 22 Temmuz seçim sonuçları belli olduğunda iki tehlike görünüyordu ufukta: Kazananların şımarıklığı/kaybedenlerin hırçınlığı. Seçimden başarıyla çıkanların başı dönebilir, bakışı bulanabilir ve zafer sarhoşluğu sosyal ahengi temelden çatlatabilirdi. Bu olmadı. Seçimden başarıyla çıkan AK Parti ve MHP meseleye olgunlukla yaklaştı. Başbakan Erdoğan'ın seçim gecesi yaptığı konuşma fevkalade duyarlı, fevkalade dengeliydi. Parti genel merkezinden yapılan tarihî konuşma, iktidar için yeni bir yol haritasıydı. Ve millet vicdanının tasdiklediği bir yoldu bu. MHP de başarıyla çıktı seçim sınavından. "6-7 puanlık oy artışı" ile övünme yerine "Niçin daha fazla oy alamadık?" sorusuna odaklandılar ve halkın mesajını anlamak için gayret sarf ettiler. Bu da doğru bir yaklaşımdı. Seçim öncesi konuşulmayan asıl tehlikeyle şimdi karşı karşıyayız: Mağlupların psikolojisi. Zafer sarhoşluğu ne kadar büyük bir sınavsa, yenilginin ezikliği de o kadar çetin bir imtihandır. Seçim mağluplarının önünde iki alternatif vardı: Ya "N'apalım milletin iradesi budur, buna saygı duymak ve özeleştiri yapmak zorundayız" diyeceklerdi; ya da "Bu 'bidon kafalı' millet, doğru karar veremez" deyip hırçın bir üslubu tercih edeceklerdi. Mağluplar için özeleştiri, zafere doğru atılacak önemli bir adımdır, orada gösterilecek bir tereddüt kilitlenmeye sebep olur. Daha kötüsü de var. Mağlubiyeti kendinden bilip geçici başarısızlığı müstakbel zafere vesile yapmak yerine, yenilgiyi pekiştiren ve derinleştiren muannit bir yola girilebilir. Maalesef bugün yaşanan aynen budur. Seçimlerden umduğunu bulamayanlar, "Biz nerede hata yaptık?" diye soracağına, rakip ya da düşman telakki ettikleri kişilere var gücüyle yükleniyor. Sadece siyasi platformda yaşanırsa bu tartışmalar, belli bir ölçüde sıkıntılar göğüslenebilir. Gerginlik ve hırçınlıkta bayrağı medya kapmış durumda. Meselenin kurumlara, bürokrasiye yansıyan kısmı da var. Millet vicdanında beklediği hüsn ü kabulü göremeyenler hırçınlaştıkça meselenin muhatapları da öfkeleniyor, gerginleşiyor. Durum böyle olunca fâsit bir daire oluşuyor; tahrik tahriki, yanlış yanlışı doğuruyor ve kısırdöngüyü kıracak pozitif bir enerji oluşturulamıyor. Başörtüsünde asıl suç kimin? Son yıllarda yaşananlar ispat etti ki başörtüsü, psikolojik harp uzmanlarının anahtar kelimesi haline gelmiş. Hangi konuyu tıkamak isteseler, o mevzuu başörtüsü çerçevesine oturtuyor ve her şeyi buna bağlıyorlar. Hayret ki ne hayret! Sokakta halkın kendi kendine çözdüğü ve barışık bir halde yaşadığı bir konuyu medya ve statüko kriz vesilesi yapabiliyor. Aynı hanede örtülü de yaşıyor, örtüsüz de; aynı mahallede, aynı işyerinde insanlar dostça, arkadaşça, kardeşçe yaşıyor. Sokakta var olmayan bir meseleyi onlarca yıl ısıtıp ısıtıp gündeme getiren medya, başörtüsünü ferdî tercih olmaktan çıkarıp meseleye, insanları yığın haline getirecek kamplaşma psikolojisiyle yaklaşıyor. Hatta daha da ötesini kaşıyarak "mahalle baskısı" diye yaban türküler tutturuyor. Zehir zemberek bir üslupla önce bir yukarı mahalle imajı üretmek, sonra da muhayyel aşağı mahallenin meçhul sakinlerini dövmeye yeltenmek olsa olsa medyatik bir hipnotizmadır, aforizmadır. Başörtülülerin mağduriyeti ortada. İki nesil, örtüsünden dolayı üniversite kapısında gözyaşı döküyor. Bunun yol açtığı depresyona empati yap(a)mayan kişiler, ortada fol yok yumurta yokken "mahalle baskısı"ndan bahsediyor. Adam, her Allah'ın günü başörtüsünden dolayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü ve ailesini hırpalıyor; sonra dönüp muhayyel bir baskıdan bahsederek güya başörtüsüzlere sahip çıkıyor. Aslında suç, başörtülüye sahip çıkmayan başörtüsüzde ve başörtüsüze sahip çıkmayan başörtülüde. Daha ileri derecedeki suç, hem örtülüye hem örtüsüze sahip çıkmayan aydınlarda, devlet kademelerinde. Bunlar, bizim çocuklarımız; örtülüsüyle-örtüsüzüyle, sağcısıyla-solcusuyla, muhafazakârıyla-devrimcisiyle. Siyasette başarısızlığın hırçınlığa dönüşmesini anlamak mümkün. Esas anlamakta zorluk çektiğim konu, medyadaki asap bozukluğu. Bazı yazılara bakınca sanırsınız ki sandığa gazeteciler siyasetçilerle beraber gitmiş. Sanki vatandaş filan partiyi cezalandırmış değil de falan medyayı tekdir etmiş. Yok böyle bir şey! Bazı meslektaşlarımızın bu kadar alıngan ve kırılgan olmasının da bir anlamı yok! Siyasetteki suni seçim kavgaları bitti artık. Son bir ayın arşivlerine bakın. Tayyip Erdoğan'la Devlet Bahçeli'nin verdiği dostluk ve olgunluk fotoğrafını göreceksiniz. Devlet Bey'in DTP lideri Ahmet Türk'le verdiği demokratik tahammül manzarası hâlâ hafızalarda. CHP lideri Deniz Baykal'la Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün tebessüm eşliğinde verdiği fotoğraf da ilginç. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le yaptığı sıcak sohbetin görüntüleri hâlâ hafızalarımızda dipdiri. Tahrik karşısında takınılacak tavır Hal böyleyken medyaya n'oluyor ki ayrışmaları çatışmaya dönüştürecek bir çıkmaz sokağa doğru koşuyor? Mesela sivil anayasa tartışmasının pespaye düşüncelerle kilitlenmesi ne derece doğru? Makul bir tartışmayla makul bir anayasa hazırlamak çok mu zor? Elbette herkes yeni anayasa ile ilgili düşüncelerini dile getirebilmeli. Kamplaşmalara sebep olmadan, bölücülük yapmadan. Ancak daha ilk dakikadan siz kalkıp darbe anayasasının kerametine sığınır, sonra da o mevziye mermi taşırsanız sağlıklı bir anayasa yapılamaz. Bu bir parti meselesi değil ki! AK Parti de olaya böyle bakmak zorunda. Herkesi kucaklayacak bir anayasa yapmanın ilk adımı herkesi kuşatacak bir vizyondur; ideolojiler üstü, partiler üstü, menfaatler üstü. Kendi gölgesinden korkan bir ülke, değil anayasa; hiçbir kalıcı icraat yapamaz. Sosyal değişimin dinamikleri medya tarafından çoğu kez doğru okunamıyor. Herkese "değişin" diyenler, kendilerini "ila yevmil kıyame" değiştirmek istemiyor. Belki farkında değiller; ancak ülkeyi ateşin içine atarcasına tahrik ve tahrip yolunu seçmek, yeni kutuplaşmaların doğmasına sebep olmaktır. Bir taraftan ağır tahrik yapılıyorsa birilerinin bunun karşısında dimdik durması gerekiyor. Buradaki makul yaklaşım vuruşma, didişme, çatışma yoluyla ortaya konamaz. Her tahrike cevap verme, tuzağa düşmek anlamına da gelebilir. Cevap verirken bile kavganın parçası ve devamcısı haline gelebilirsiniz. Tabii ki bazı yanlışlar düzeltilecek, bazı hatalar tashih edilecek; ancak taşa taşla karşılık vermek kavgadaki zayiatı artırmaktan başka bir işe yaramaz. Medyada derinlikli haber altın değerindedir artık bugün. Mantıklı analiz, eşi menendi bulunmaz bir mücevhere dönüşmüştür bugün. Hırçınlığı hilmle, kavgayı ilimle yenmenin tam zamanıdır. Varsın semboller kavgasının kavalcıları kendine bir tempo tutturup gitsin ve meczuplar bu talihsiz kılavuzların peşine düşsün. Bu ülkeye sevdalanmış insanların onca kışkırtmaya rağmen itidal abidesi haline gelmesi gerekiyor. Bilginin gücü, önyargıyı yerle bir edecek, müsamaha kültürü müsademe güdüsünü bertaraf edecek. Aklı, aklıselimi kendine rehber yapan Zaman gibi gazetelere tam bu noktada çok ihtiyaç var. Yeni bir döneme girdik. Önümüzdeki günlerde gazeteler, televizyonlar kendilerine yeni bir rota belirleyecek. Medya kurumları ya kavganın Don Kişotları olacak veya onca tahrike rağmen sosyal ahengi bozmadan çözüm yolları gösterecek. Kim, hangi yolu tercih eder bilmem; Zaman'ın 20 yıllık birikimine ve değerlerine güvenerek rahatlıkla söyleyebilirim ki: Sözümüz söz; kamplaşmaya, çatışmaya geçit yok! Bildiğimiz doğruları hiç kimseden korkmadan gürül gürül söyleyeceğiz tabii ki; ancak maksat ne kavgaya sebep olmak, ne de kavgayı planlayanlara râm olmak. Çünkü bu mukaddes vatan toprakları kendi evlatlarının çatışmasına çok defa şahit oldu. Hiçbirinin galibi çıkmadı. Aile içi kavganın galibi mi olur? Bu ülkenin farklılıktan kaynaklanan zenginliği sürüp gidecek; gitmek zorunda. Dilerim hasedinden çatlayan, ma'şeri vicdanın sabrı karşısında gereken dersi çıkarır. Planlı tahrik, tepkinin dozunun yüksek olmasını da planlıyor olabilir. Zor ve tarihî bir görev bekliyor herkesi. EKREM DUMANLI - ZAMAN
<< Önceki Haber Kamplaşmaya boyun eğmek yok Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER