Bu
tartışmalar sadece TSK'dan sızan bilgi ve
belgeler, bulunan
mühimmat ve
silahlar, TSK'dan
emekli ve
muvazzaf yakalanan subaylardan değil, TSK komuta katının konuşma merakından da kaynaklanıyor.
Bu bakımdan
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral İlker Başbuğ'un yaptığı açıklamalar öne çıkıyor. Başbuğ, yaptığı açıklamalara karşı yükselen eleştirilere
cevap vererek bu fasit daireyi yeniden tamamlıyor. Başbuğ, son dönemde kendisine karşı artan eleştiriler ve TSK'nın yeniden tartışılması karşısında
Milliyet Gazetesi'nde Fikret Bila'ya yaptığı açıklamalarla yeniden bir tartışma yaratacak gibi görünüyor.
Başbuğ, selefi
Yaşar Büyükanıt'ın bardağı taşırdığı performans ve TSK'nın siyasete müdahale konusundaki bozuk sicilinin altında eziliyor. Türkiye'nin demokratikleşmesi nispetinde TSK'ya yönelik artan eleştiriler karşısında TSK'yı ve TSK mensuplarını savunmaya çalışıyor. Göreve ilk geldiğinde biraz da selefi Büyükanıt'ın yaptığı hatalardan
ders alarak, az konuşma ve orduyu profesyonel görev sahasında tutma sözüne rağmen, Başbuğ belki de en çok konuşan
Genelkurmay Başkanı olarak tarihe geçmek üzere. Nitekim şimdiden konuşmalarından hazırlanan bir kitap, TSK tarihinde ilk olmak üzere yayımlanmış durumda.
Başbuğ'un konuşması TSK ve TSK mensuplarını savunacak bir hat ve kamuoyu oluşturmak amacıyla yapılıyor olsa gerek. Başbuğ'un etrafında, bu konuda kendisine danışmanlık
hizmeti veren halkla ilişkiler uzmanları olduğu anlaşılıyor. Ancak konuşmaların bu amaca ne derece hizmet ettiği tartışmalıdır. Gerçi konuşmaların genel olarak kamuoyunu değil, TSK çevresini ve TSK'yı destekleyen merkez medya ile
CHP seçmenini
hedef aldığı söylenebilirse de, onları teskin etmek ve dağılmamak konusunda şimdilik ve kısmen başarılı olduğu söylenebilir. Fakat bu kısa vadeli başarının TSK; merkez medya ve CHP üzerinde orta ve uzun vadede büyük bir tahribat yaratması kaçınılmazdır. TSK, değişime direndikçe bu cephe esnemeye intibak etme kabiliyetini kaybederek çöküş ve dağılmaya doğru gitmektedir.
BELGENİN BAŞINA BİR İŞ GELMEDEN SİVİL YARGI GERİ ALMALI
Başbuğ'u en zor durumda bırakan açıklamalarından biri, Genelkurmay Karargâhı'nda görevli
Albay Dursun Çiçek'in hazırladığı iddia edilen "AKP ve
Gülen Cemaatini Bitirme,
İrticayla Mücadele
Eylem Planı" hakkında sarf ettiği "bu bir kâğıt parçasıdır." ifadesidir. Başbuğ, bu sözüyle, kamuoyunun ciddiyetle takip ettiği ve
dava konusu olan bir meseleyi küçümsemeye ve adaleti etkilemeye çalışmıştı. Ancak bu çıkış, yukarıda ifade dildiği gibi TSK, merkez medya ve CHP üzerinde moral
doping etkisi yaratmıştır. Ancak kısa vadedeki bu başarı yine kısa dönemde ağır bir hezimete dönüşmüştür. Belgenin orijinalinin TSK içinden sızdırılmasıyla, konu kapanmayarak yeniden kamuoyu gündemini işgal etmeye başlamıştır. Artan eleştiriler karşısında yeniden
soruşturma açmak zorunda kalan askerî
savcılık, Albay Çiçek'in tutuklanmasını talep etmiştir. Başbuğ ise merkez medya ve CHP çevrelerinin dahi eleştirilerine muhatap olmuştur. Başbuğ şimdi bu son açıklamasıyla cephenin dağılmasını önleyerek henüz pes etmediklerini göstermek istemektedir.
Başbuğ'u bu meselede açıklama yapmaya sevk eden bir başka husus ise, Başbuğ'u sakınmak adına 'acaba kendisini karargâhı mı yanılttı' ihtimalinin dile getirilmesidir. Sanıldığının aksine bu ihtimal, Başbuğ'u korumaz, komutanlık vasfını tartışmaya açtığı için TSK nezdinde daha da zor durumda bırakır. Nitekim Başbuğ, Bila'ya ısrarla konunun Karargah'ın işi olmadığını ve askerî savcılığı ilgilendirdiğini iddia etmektedir. Böylece karargâhını ve kendisini bu tartışmaların dışına taşımak istemektedir. Ancak yaptığı açıklamalar hatırlanacak olursa, bunun mümkün olmadığı ortadadır. Başbuğ ve Genelkurmay Karargâhı hiç gereği yokken, askerî savcılığın ve adli yargının işine müdahale anlamına gelecek birkaç açıklama yapmış durumdalar.
Kaldı ki, Başbuğ'un belge karşısındaki direnişi bugün de devam ediyor. Adlî Tıp'ın, Emniyet ve Jandarma kriminalin belgenin Çiçek'in eli ürünü olduğu yönündeki raporlarına rağmen, "Aslı var mı bugün de bilmiyoruz." şeklinde kanaat belirtmektedir. Başbuğ'un belgenin tahrifine yol açacak
parmak izi testinden bahsetmesi ve konuya bu kadar müdahil olması dahi şüphe uyandırmaktadır. Başbuğ'un, Çiçek'in ve CHP Genel Başkanı Baykal'ın parmak izi talebini dile getirmesi dahi meselede ne derecede taraf olduğunu gösteriyor. Bu gayretkeşlik, belgenin bir an önce askerî savcılıktan adlî savcılığa geri alınarak kurtarılması gerektiğini gösteriyor.
Başbuğ'un açıklamalarında kendisine ağır eleştirilerde bulunan Baykal'a saygılı bir dil kullanarak cevap vermemesi yerinde bir davranıştır. Ancak Başbuğ, aynı özenli ve saygılı dili Cumhurbaşkanı Gül,
Başbakan Erdoğan ve
Başbakan Yardımcısı Çiçek hakkında göstermiyor. Üstelik Başbakan'a yönelik bir askerî birlikteki hakaretamiz parolayı 'büyütülecek bir şey değil' diyerek geçiştirmektedir.
Başbuğ,
Balyoz darbe planlarını şimdiye kadar en ciddi hadise şeklinde nitelendiriyor. 'TSK'da silah arkadaşlığı mezara kadar sürer' diyen ve darbe planının başındaki isim Çetin Doğan'ı büyüğümdür diye sahiplenmesi ileride tarihe geçecek bir başka açıklama olacaktır. Başbuğ, TSK mensuplarıyla
dayanışma adına hukuk ve anayasal düzenle karşı karşıya geldiğinin farkında mı acaba? Başbuğ bu son açıklamalarıyla, kendini ve TSK'yı daha da zor bir duruma sokmuştur.
Dr. İrfan
Yıldırım-ZAMAN