Kulağıma şu sıralar çalınıyor: "
Abdullah Gül'ün
cumhurbaşkanı olması o kadar kolay mı?"
"
Asker ne yapar?"
"Kriz çıkmaz mı?"
"Darbe mi olur?"
Tedirginlik, korku!
Niye öyle?
Bir
demokraside, neredeyse iki oydan birini almış bir parti, anayasal meşruiyet içinde kendi adayını cumhurbaşkanı seçemez mi?
Seçemiyorsa, o rejimin adı nasıl demokrasi olur?
Bu soruların anlamını bilecek kadar demokrasi kültürüne sahip kişilerde bile şu günlerde belli tedirginlik dikkati çekiyor.
Kafalar karışık!
Ne yazık!
Bu
ülkede
siyaset yıllardan beri korku üzerinden yapılır.
Bir zamanlar komünizm öcüsü geçer akçeydi. Futbol maçında hatalı düdük çalan
hakem bile komünistlikle suçlanırdı.
Korku tacirleri bugün yine sahnede. Bu kez şeriat korkusu satıyorlar. Bölücülük satıyorlar.
İrtica gelir diye, ülke parçalanır diye insanların kafasını karıştırmaya, korku salmaya devam ediyor korku tacirleri.
22 Temmuz seçimleri öncesinde de öyle olmadı mı?
Nilüfer Göle'nin dediği gibi:
"Ülkenin seçkinleri ideolojik tepkiyi yükselttiler. Ulusalcılık dediler,
laiklik elden gidiyor dediler, misyonerler cirit atıyor dediler, topraklar yabancılara satılıyor dediler,
Amerika bizi bölüyor,
Avrupa bizi istemiyor dediler. Psiko-ideolojik savaş açtılar.
Ama ne oldu?
Halk bunlara inanmadı öyle mi?
Aynen öyle. Genelde radikal hareketler korku vericidir. Seçkin hareketler ise çok daha rasyonel düşünür. Bizde tersi oldu.
Türkiye'nin seçkinleri korkuya dayalı ulusalcılık yaptı.
Halk ise buna rağbet etmedi. Güncel hayata oy verdi. Bence seçimlerden çıkan sonuç budur:
Türkiye'nin yeniden yumuşama talebi... Bu korku atmosferi, yükselen milliyetçilik ve içimizdeki düşman
arama paranoyası bitsin diyor
halk..."(Ayşe Arman'ın Nilüfer Göle'yle röportajı,
Hürriyet Pazar, 29.07.07, s.10-11)
Halk böyle diyor ama bizimkiler
ders almaya niyetli değil. Eskinin komünistinin yerini, şimdi vatan haini, Türkiye düşmanı, ordu düşmanı almış durumda...
Vatansever çeteler de sahnede.
Vatan hainleri çetelesi tutup
bayrak ve
silah üstünde ölme ve öldürme yemini edebiliyorlar.
Kürt sorunu,
Ermeni meselesi,
Kıbrıs,
Avrupa Birliği gibi konularda görüşleri beğenilmeyen kişilerin alnına,
psikolojik savaş yöntemleriyle vatan haini damgası yapıştırılıyor.
Stalin Rusya'sında halk düşmanı dendi mi akan sular dururdu.
Hitler Almanya'sında da, Mao Çin'inde de farklı değildi.
Eli kanlı despotlar korkusuz yapamazdı. Korkutmadan, korku salmadan diktaları ayakta kalamazdı.
Bugün de öyle.
Demokrasilerde ise siyaset korku üzerinden yapılmaz. Demokrasilerde siyasetin motoru korku değildir.
'Umut'tur.
Daha iyi, daha güzel nasıl yapılır sorusunda düğümlenen umuttur, gelecek vizyonudur, demokratik siyasetin motoru ya da itici gücü...
Korku tacirleri ancak ikinci
sınıf demokrasilerde, otoriter rejimlerde iş yapar. Halk düşmanı, işbirlikçi, vatan haini edebiyatıyla, gerektiğinde şiddet ve
terör ile insanları korkutup demokrasi, hukuk ve
insan hakları düzenini geciktirmeye çalışırlar.
Bizde de öyle.
Korku tacirleri Türkiye'de köhne düzeni devam ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
Hiç kuşkunuz olmasın:
Çankaya savaşları da bunun için. Yani köhne düzeni sürdürmek yatıyor kavganın arkasında.
Birtakım kafalardaki karışıklık da bu savaşların saldığı korkudan, psikolojik silah yöntemlerinin etkinliğinden kaynaklanıyor.
Tedirginlik bu nedenle.
Onun için soruluyor:
"Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olması o kadar kolay mı?"
"Asker ne yapar?"
"Kriz çıkmaz mı?"
"Darbe mi olur?"
Yazık!
Türkiye bu 'korku duvarı'nı aşmalı.
Ya da balon patlatılmalı!
Abdullah Gül ve Çankaya bu açıdan önemli bir fırsat kapısı...
Ben böyle düşünüyorum.
Çünkü, bu korku duvarı aşılmadan, bu ülkede demokratik hukuk devleti tüm
kural ve kurumlarıyla yerleşemeyecek diyorum.
Enternasyonal'deki gibi:
Yıkalım bu köhne düzeni
Biz bir başka âlem isteriz!
İyi
pazarlar.
HASAN CEMAL/MİLLİYET