Ben eski bir
MHP’li değilim; şeklî ve resmî mânâda hiç MHP’li olmadım: 12
Eylül’den önceki zamanlarda cereyan eden 1973 ve 77
seçimlerinde bu partinin sempatizanı idim. 73’te yaşım tutmadığı için oy kullanamamış olmanın acısını, hatırımın-nazımın geçtiği herkese MHP’yi
desteklemeleri için nutuk çekerek çıkarmıştım. 77 seçimlerinde ise köy kahvelerinde seçim propagandası yapan MHP sempatizanları arasında ben de vardım.
Ben, daha doğrusu biz kendimizi “partili” olmaktan ziyade “Ocaklı” hissederdik;
ocak kelimesi, o zamanların hususi şartları içinde benim gibi düşünen ve davrananlarda delikanlılığın, kardeşliğin ve bir
davaya mensup olmanın sıcaklığını hissettiren bir ev tesiri uyandırmıştır. O günlerde “parti”den
aday olup seçilmek için meydana çıkan partili ağabeylerimizi bile pek beğenmez, kendi aramızda gizli gizli, “Ocaktan yetişmemiş olmak”la itham ederdik. Partiyi, “dâvâ”nın
iktidara ulaşması için bir vâsıta olarak görür, partinin
gençlik kollarında çalışması için görevlendirilen arkadaşlarımıza biraz da “taşraya tayini çıkmış bahtsız memur” gözüyle bakardık.
Bu bakış açısının doğru olduğunu savunmuyorum; bir hâleti resmetmeye çalışıyorum.
DEĞİŞMEK, KENARA ÇEKİLMEK...
Aradan yıllar geçti, yuvarlak
hesap 30 sene; bu süre zarfında herkes gibi, bütün nesildaşlarım gibi değiştim. Bu değişimi, dramatik bir kırılıştan ziyade bir iç hesaplaşması, bir durum değerlendirmesi olarak değerlendirmek daha insaflı olur. Siyaseti, partileri ve toplumu “kıyı”dan seyretmek tabiatıma daha uygundu. Eylemden, aksiyondan ziyade düşünmeye, teorik kavrayışa, okumaya ve yazmaya meyyâlliğim, kendi içimde netlik kazandı.
“Ocaklılık” mensubiyetimde de değişiklikler oldu; yanlışları ve doğruları birbirinden tefrik etmeye, görmeye gayret ettim fakat tamamen hasbî ve samimi bir yönelişle yanyana geldiğim arkadaşlarıma duyduğum yakınlık ve bağlılıkta bir değişiklik olmadı. Onlarla karşılaşınca seyrelip dökülen, ağaran saçlarımıza, kireçlenen eklemlerimize, buruşan cildimize bakıp eski hâtıraları tazeliyoruz. Bir kısmı hâlâ gençlik günlerimizde olduğu gibi dâvâya,
siyasete, teşkilâta merbut ve muhabbetkâr; bir kısmımız ise -benim yaptığım gibi- olup biteni kenardan seyretmeyi
tercih ediyor. Hepimizin ortak arzusu 40 yılı aşkın zamandan beri süren MHP’nin, bir fikir okulu, bir siyasi câzibe merkezi hâlinde siyaset vasıtası ile Türkiye’ye gerçekten
hizmet ettiğini görmek. Zamanla başka partilere oy vermiş olsak bile bu temenni, her eski ocaklının en samimi arzusudur diye düşünüyorum.
Gençken âşık olduğunuz kızla evlenemeyince, ona mutlulukların en güzelini dilemek türünden bir şey bu.
O “YENİLMİŞLİK” DUYGUSU
Ne var ki temennimiz, çoğu zaman hayalkırıklığının duvarlarına çarpıp dağılıyor; böyle zamanlarda “Kim daha gerçek MHP’li, kim daha kadim ve sâdık
ülkücü” yarışmasına değil katılmak, uzaktan seyretmek için bile insanın içinde istek kalmıyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin geçen hafta bir istişare toplantısında yaptığı sert konuşmayı okuyunca aynı inkisar, hatta yenilmişlik duygusuna yeniden kapılıverdim.
Habere göre
12 Eylül şiddetine maruz kalmış eski ülkücülerin anayasa paketini desteklemesi üzerine Sayın Bahçeli, “Biz, kendine eski ülkücü veya eski MHP’li diyerek, gittikleri yerin bir türlü yenisi olamayıp, itibarını bile hâlâ bu kutlu hareketin eskisi ve müsveddesi olmakla övünenlerin tuzaklarına düşemeyiz” şeklinde konuşmuş. Paketin toplumsal ihtiyaçtan doğmadığını, ülkenin bölünmesi yolunda sinsi niyeti hayata geçirmeye çalıştığını ileri sürerek, MHP içinde fiilen yer almadıkları hâlde parti hakkında fikir beyan eden,
eleştiri yöneltenlere karşı ağır sözler söylemiş ve demiş ki, “Bunlar,
ağız birliği etmişçesine, TRT ekranlarında birer birer boy göstererek,
gazete sütunlarında ardı ardına makaleler yazarak,
Milliyetçi Hareket’in meseleler karşısındaki duruşunu ve tavrını eleştirme ve yönlendirme yarışına girmişlerdir. Bunlar; partimize mensubiyetleri kendinden menkul zavallıları bularak konuşturmakta ya da dava arkadaşlarımın geçmişte çektiği çileler üzerinden ağır tahriklerle milliyetçilik ve meşakkat istismarı yapmaktadırlar.”
EVET, BİR “MHP MESELESİ” VARDIR...
Hemen ve dikkatle belirtmem lâzım ki kendimi, bu incitici sözlerin muhatabı saymıyorum ama nesildaşlarım, arkadaşlarım nâmına üzüldüğümü saklayamam. Esasen anlamlı bir süreden beri, “partili MHP’liler”in
yerli-yersiz târizlerine muhatap olmamak için yazılarımda “MHP meselesi”nden uzak durmaya gayret gösteriyorum. Evet, hepimiz için MHP meselesi diye bir şey var çünkü MHP, demokratik
açılımı en ağır dille eleştiren çevrelerin başında geliyor; anayasa değişikliğini ise, “Bunu ancak gelecek seçimde iktidar olan partinin yapması uygundur” diye kendince garip bir strateji geliştirerek “Çekinser” kalmayı tercih etti. MHP, esaslı ve riskli bir siyasi tavır almak gereken bütün önemli krizlerin ilk safhasını tarafsız kalmak edası içinde geçirmeyi tercih ediyor; bir nevi, “Herkes niyetini belli etsin; ben görüşümü ona göre sonradan belirlerim” tavrı içinde. Doğrudur-yanlıştır, elbette nihai tahlilde kendi bilecekleri iştir fakat geçirdiğimiz şu önemli günlerde risk üstlenmeyen, elini taşın altına koymaktan çekinen şu tutum, varlık sebebini, milletin hukukunu korumak ve yükseltmek diye
tarif eden bir partiye yakışmıyor. Saadet Partisi’nin, hatta CHP’nin bile
Anayasa değişikliği paketi üzerinde aktivite gösterdiği bir ortamda MHP’nin, “Şimdi olmaz, biz karışmayız” diyebilmesi tek kelimeyle siyâsetsizliktir.
TALİHSİZ SÖZLER
Bu raddede Sayın Bahçeli’nin, bazı eski ülkücüleri telmih ederek, “MHP’lilikleri kendilerinden menkul” diye nitelemesi isabetsiz olmuştur; bu nitelemeye değil MHP’den bir ikbâl beklerken başarısızlığa uğrayan, hayal kırıklığının acısı içinde duyduğu öfkeyi MHP yönetimini eleştirerek çıkarmaya çalışan kişiler, MHP’nin ezelden beri hasm-ı bî amanı olanlar bile lâyık görülemez. MHP bir kitle partisidir ve dileyenlerin bu parti içinde ikbâl aramaya, siyaset yapmaya hakları vardır. Bu partinin dışındakiler, en az içindekiler kadar siyaset yapmak arzularında samimi kabul edilmelidir.
Kaldı ki MHP lideri fazlasını imâ ediyor, kimleri kasdettiğine dair nokta tarifi yapıyor; ona göre TRT ekranlarında boy gösteren, gazetelerde yazı yazanlar da aynı gürûh içindedir. Bunlar talihsiz tesbitlerdir ve kendi nâmına asla alınmış değilim; alınmadım çünkü ne MHP bünyesinde ne bir başka siyasi kuruluş içinde yer almaya gözümün olmadığına dostlarım yakından şahitlik edeceklerdir fakat şu kadarcığını iyi biliyorum; MHP içindeki
teşkilat iklimi, giderek her türlü tenkidi densizlik sayan ve liderinin hatâsında bile kerâmet gören bir
psikolojik ortama doğru gidiyor; oysa ki MHP’nin içinde veya dışında, sözü, eleştirisi kaale alınması gereken değerli fikir sahipleri elbette mevcuttur. Kaldı ki, bir partinin gidişatı hakkında fikir beyan etmek için, o parti tarafından “güvenilir adam” olarak nitelenmenin gerekli olduğunu kimse söyleyemez; dileyen herkes, dilediği partiyi eleştirebilir elbette.
İÇ DÜŞMANLAR STRATEJİSİ?..
Bizim dar manada siyasi geleneğimizde liderlikte tutunmanın basit usullerinden biri, tereddüd geçirenlere “aramızdaki düşman”ları göstererek destek pozisyonunda kalmalarını sağlamak olsa gerek; bu mânâda düşman icad etmek, içeride yapıştırıcı bir vazife görüyor. Eski fakat bereketsiz bir strateji. MHP’nin -eğer varsa- düşmanı, kendini hâlâ “Eski ülkücü, MHP’li” sayanlar değil, Türkiye’nin
demokratikleşme yolunda
makas değiştirmeye çalıştığı şu günlerde bu önemli siyasi kuruluşu siyasetsiz bırakanlardır.
Yazık.
AHMET TURAN ALKAN - AKSİYON