Osmanlı Hoşgörüsüne Ne Oldu?
Ülkemiz son aylarda
Müslüman olmayan vatandaşlarımızın öldürülmesiyle sarsılıyor. Osmanlı toprakları her dinden insanın
incir ağaçlarının ve asmaların gölgesinde özgürce
yaşamak için koştuğu ve bizzat
Hristiyanlar'ın Avrupalı devletlere
inanç hürriyeti için örnek gösterdikleri bir
ülkeydi. Osmanlı topraklarında
adalet karşısında din ayrımı yapılmamıştı. Koskoca imparatorluğun hükümdarıyla bir Hristiyan mahkemede aynı muameleyi görürdü.
Osmanlı Beyliği, Hristiyanlar'ın yoğun olarak bulunduğu bölgelerde kurulup, genişlemişti.
Osmanlı İmparatorluğu'nda en büyük gayrimüslim topluluk Ortodokslar'dı. Gregoryen Ermeniler, Museviler ve Katolikler diğer gayrimüslim toplulukları meydana getiriyorlardı.
İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
Osmanlılar, kendi idareleri altına giren Hristiyan ve
Yahudiler'in özel vergileri ödemeleri şartıyla inançlarına karışmadılar. Kendi dini liderlerini seçmelerine, kutsal mekânlarını ziyaret etmelerine, ibadetlerini sürdürmelerine müsaade ettiler.
Osmanlı İmparatorluğu'nda Müslüman olmayanlar, din değiştirmeye zorlanmadan devletin tespit ettiği kanunlar çerçevesinde ibadetlerini yerine getirip, yaşama hakkına sahiplerken, aynı durum Avrupa'da yoktu. İspanya'da 1492'de Gırnata'nın düşüşünden sonra bir müddet Müslümanlar'a karışılmamış, ancak daha sonra zorla Hristiyanlaştırma faaliyeti başlamıştı.
Hristiyan olmayı kabul etmeyenler öldürülmüş veya Osmanlı donanması tarafından İspanya'dan alınarak Afrika'ya götürülmüşlerdi. Avrupa'da başka dinlere karşı müsamahasızlık yalnız Müslümanlar için değil Yahudiler ve diğer Hristiyan mezhepleri için de mevcuttu. Osmanlı İmparatorluğu'nun gayrimüslimlere davranışı çağına göre çok ileri ve kendi döneminde dünyanın diğer bölgelerinde mevcut olmayan bir tavırdı.
Avrupa'da 150 yıl önce bile Müslümanlar'a yaşam şansı verilmez, Yahudiler de çok zor şartlar altında hayatlarını sürdürürlerdi. Müslüman olmayanlar, bırakın özgürce yaşamayı Osmanlı İmparatorluğu'nda dinlerini değiştirmeden devlet hizmetinde de görev almışlardı. Gayrimüslimler devlet kademelerinde asker, hekim, mimar, tercüman gibi görevlerde asırlarca çalıştılar.
ASMALARIN GÖLGESİNDE ÖZGÜRCE YAŞAYIN
Bosna Kralı Stefan Tomaseviç'in 1461'de papaya yazdığı
mektuptaki "Türkler'in köylülerle araları çok iyi. Aralarına katılan her köylüye
özgürlük vaat ediyorlar" şeklindeki sözleri Osmanlılar'ın başka dinlere verdiği özgürlüğü gösteriyordu. Yahudi İzak Sarfati, 1454'te Orta Avrupa'daki dindaşlarına bir mektup göndererek hilalin altında yaşayanların haçın hakimiyeti altında yaşayanlara kıyasla çok daha talihli olduklarını söyleyerek Avrupa'daki dev işkence odasını bırakıp
Türkiye'ye gelmelerini söylemişti. Avrupa'daki pek çok Yahudi Osmanlı topraklarına, incir ağaçlarının ve asmaların gölgesinde özgürce yaşamak için gelmişlerdi.
ÖRNEK ALIN
16. yüzyılda Protestanlığın ortaya çıkmasından sonra Avrupa'da büyük zulüm gören Protestanlar'ın da sığındıkları ülke yine Osmanlı İmparatorluğu olmuştu. Almanya'daki Protestanlar'ın önde gelenlerinden Matthias Flacius, 1550'de yayınladığı Macaristanlı bir Protestan'ın mektubunun önsözünde "Bizim sözde Hristiyan hükümdarlar, Türkler'in Tanrı'nın sadık kulları Hristiyanlar'ı himaye ettiklerini savunduklarını,
Hristiyanlık öğretisini yaymalarına ve uygulamalarına bile izin verdiklerini duyunca utançtan yüzleri kızarsın istedim. Onlar Türkler'i kendilerine örnek alsınlar. Bu sözde Hristiyanlar, gerçek Hristiyanlar'a en korkunç Türkler'den daha kötü davranmaktalar. Türkler gerçek Hristiyan öğretisine izin vermekle kalmayıp, Katolikler'e karşı da Hristiyanlığı kılıçlarıyla savunuyor" diyerek Osmanlı'nın müsamahasını Avrupalı devletlere örnek olarak göstermişti.
RUM MiMARIN ELiNi KESTiREN FATiH’iN ELi KESiLiYORDU
Osmanlı topraklarında adalet karşısında din ayrımı yapılmamıştır. Koskoca imparatorluğun hükümdarıyla bir Hristiyan mahkemede aynı muameleyi görürdü.
Bunun en ilginç örneği de Fatih zamanında yaşanan bir hadisedir:
"Fatih Sultan Mehmed, Fatih Camii'nin yapılışı sırasında işini beğenmediği Rum mimarın elini kestirir. Mimar da
padişahı mahkemeye verir. Mahkemenin kadısı, yani hâkimi bugünkü Kadıköy'e de adını veren dönemin ünlü âlimlerinden Hızır Çelebi'dir. Padişah mahkemeye çağrılır. Fatih, Üsküdar'daki mahkemeye gelip, uygun gördüğü bir yere oturur. Fakat Kadı padişaha davalı olduğunu, yerinin de
sanık sandalyesi olduğunu hatırlatarak, oturduğu yerden kalkıp, sanık sandalyesine oturmasını söyler. Davacı şikâyetini dile getirir. Davalı, yani İstanbul'un Fatihi Sultan Mehmed Han da kendisini savunur. Hızır Çelebi padişahı suçlu bularak, mimarın eline karşılık padişahın elinin kesilmesine karar verir. Rum mimar, hayal bile edemeyeceği bu durum karşısında şaşırır. Kadıya dönerek adaletin tecellisinden çok memnun olduğunu fakat padişahın elinin kesilmesine gönlünün razı olmadığını söyler. Dönemin hukuk sistemine göre şahsi davalarda davacı davalı şahısla anlaşarak hür iradesiyle davasından vazgeçebilmektedir. Mimar da eline karşılık geçimini sürdürecek meblağın padişah tarafından kendisine verilmesini yeterli bulmaktadır. Her iki taraf anlaşınca padişahın eli de kesilmekten kurtulur. Bundan sonraki gelişmeler adalet açısından daha da şaşırtıcıdır. Fatih kadıya derki, "şayet taraf tutsan ve beni haklı görseydin kılıcımla kelleni uçuracaktım." Kadının cevabı ise padişahın tehdidinden daha da etkilidir. Oturduğu minderin altından hançerini çıkararak "Siz de padişahım diye kararıma rıza göstermeseydiniz şu hançeri göğsünüze saplardım".
İşte adalet mekanizması, işte adalette eşitlik, başka dinden bir mimar ile koskoca imparatorluğun padişahını adalet terazisinde eşit gören ve hükmünü korkmadan veren hakimler...