Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı seçildiği 28 Ağustos'un ertesi günüydü. AKP'li bir
yönetici, bir
bakan ve milletvekiliyle öğle yemeğinde buluşmuştuk.
Konu 'asker'di.
Ne yapabilirlerdi?
Masada şakayla karışık tedirgin bir hava esiyordu.
Biri espri yaptı:
"Marşları şimdiden öğrenmeye bakın. Yoksa hapiste ite
kaka zorla öğretirler adama..."
Gülüştük.
Ama hepimiz farkındaydık. Türk
siyaseti açısından hiç de
komik olmayan acıklı bir durum söz konusuydu.
İki seçmenden birinin oyunu alarak
seçim kazanmış bir
iktidar partisinin üst düzeyde bir yöneticisi, bir bakanı ve önde gelen bir milletvekili, bir gün önce seçtikleri
cumhurbaşkanından dolayı asker ne yapar sorusunun çengeline takılmışlardı.
Düşündürücüydü.
Çünkü, normal bir
Türkiye değildi bu. Yeni de değil, köhne Türkiye'ydi.
Bir
ülkenin seçim kazanmış siyasetçisi, çok partili demokrasiye geçişin altmış ikinci yılında daha hala o ülkenin askerine karşı böylesine bir tedirginlik içindeyse, rejimin taşları
yerli yerine oturmamış demekti.
Ya da bir
Genelkurmay Başkanı'nın yeni seçilmiş bir Cumhurbaşkanı'nı
kutlama ziyareti daha hala heyecanlı haberlerin konusu olabiliyorsa, o ülke gerçek istikrara yakın bir ülke olamazdı.
Onun için de bu ülkede bir şeyleri ayaklarının üstüne oturtmak gerekirdi. Halkın oylarıyla seçim sandığından çıkan siyaset kurumu ile asker ilişkilerinin demokratik bir çerçeve içine yerleşmesi öncelikli bir koşuldu.
O masada bunu da konuştuk.
Tarih bazen hızlanır.
Farkına varmayabilirsin.
O zaman
tehlike var demektir.
Akışı hızlanan tarihe ayak uyduramazsan tökezler, yere düşersin.
Fırsat heba olur gider.
Ve yazık olur.
Çünkü tarih her zaman cömert davranmaz.
1990'ları anımsıyorum.
Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra da tarihin akışı hızlanmıştı. Ama Türkiye'de o yılların siyasetçileri tarihe ayak uydurmakta, tarihi yakalamakta aciz kaldılar. Türkiye'ye 1991'le 2001 arasındaki kayıp yılları yaşattılar.
Oysa, Türkiye'nin elinde bir yol
haritası vardı 1990'larda da.
Okuyamadılar haritayı.
Yan yollara saptılar.
Türkiye'nin temel sorunlarına el atmak, devlette
Susurluk temizliği yaparak demokratik hukuk devletini gerçekleştirmek için gereken siyasal kararlılığı ve cesareti gösteremediler.
Yıllar böyle geçti.
Evet, 2002'den itibaren birçok şey değişti, değişiyor. İyiye doğru gidiş başladı. Ama daha yapacak çok şey var. Gündem ağzına kadar dolu.
Demin söylediğim gibi:
Tarih hızlanmış durumda!
Türkiye değişime hazır.
Önemli olan şimdi AKP iktidarının bu değişimi yönetecek kararlılığı göstermesidir. Yan yollara sapmadan Türkiye'nin önündeki
yol haritasını cesaretle izlemesidir.
Harita karmaşık değil.
Sivil anayasa...
Avrupa Birliği yolculuğu...
Ekonomide reformlar...
Kürt sorunu...
Dağdakileri indirmek...
Öncelikleri sonralıkları elbette dikkatle değerlendirmek lazım. Ama bir an önce, hiç
vakit kaybetmeden de yola koyulmak gerekiyor.
Türkiye ancak böyle normalleşir, kendine olan güvenini kazanır ve çok daha ciddi meselelerle uğraşmaya başlayarak önünü açar, daha iyiye gider.
HASAN CEMAL/MİLLİYET