Başbakanlık'ın
halka açtığı
Yassıada arşivleri ilk kez Zaman'da yayımlandı geçen hafta. Türk
demokrasisinin
darbe geleneğiyle tanıştığı 27
Mayıs İhtilali bu kez
belgelerin diliyle ele alındı. Gazetenin 5 gün boyunca yayımladığı belgelerin arasında tarihe ibretlik not düşenlerin yanında, darbe ortamının kimi yalanlarını, bilinmezlerini ortaya çıkaranlar da yer aldı.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü 46 yıl sonra
duruşma tutanakları ve yazışmaların gizliliğini kaldırdı.
Anayasa Mahkemesi'nden teslim alınan belgeler araştırmacılara açıldı. İlk araştırmayı yapan Zaman, resmî tarihi değiştirebilecek belgelere ulaştı.
Cumhuriyet Arşivleri Dairesi'nde tasnifi tamamlanan belgelerin sayısı 100 binden fazla. Belgeler
elektronik ortama da aktarılıyor. Arşivler bu yüzden araştırmacılarla kısmen paylaşılıyor.
Başbakanlık ve Politika Muhabiri
Erdal Şen'in hazırladığı yazı dizisinde yer verilen belgelerin en ilginçleri dönemin Kara
Kuvvetleri Komutanı
Cemal Gürsel'in Adnan
Menderes'e yazdığı sansürlenen
mektup ile
Bediüzzaman Said Nursî'nin dönemin liderlerine yazdığı mektuplardı. Şair
Necip Fazıl Kısakürek de
hapis yıllarında Menderes'e yazdığı mektupta, Maraş'tan milletvekili bile olabileceğini iletmiş.
Cemal Gürsel,
27 Mayıs darbesinden 24 gün önce Millî
Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup vermişti. Resmî bilgilere göre, Başbakan
Adnan Menderes, ülkedeki gelişmelerle ilgili olarak uyarılmıştı. Bu haliyle Yassıada duruşmalarında okundu; Resmî Gazete'de bile yayımlandı. Ancak gerçek farklıydı. Mektubun orijinalinde Gürsel, birtakım önlemler isterken ilginç bir talepte bulunuyordu: "Menderes'i halk çok seviyor. Cumhurbaşkanlığına getirilmeli." Ancak bu bölüm kayıtlardan çıkarıldı; devlet kurumlarına bile sansürlü hali verildi. Gürsel'in mektubunda değişiklik yapıldığı iddiası daha önce
Alparslan Türkeş'in anılarında gündeme gelmiş; ancak bugüne kadar mektubun aslını kimse görmediği için bu iddia havada kalmıştı.
46 YIL SAKLANAN MEKTUBUNUN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Demokrat Parti (DP) iktidarı 1960 baharında zorlanmaya başlamıştı.
İstanbul ve
Ankara'daki öğrenci olayları iktidara
fatura ediliyordu. DP'liler ise
sokak hareketlerini CHP'nin organize ettiğini düşünüyordu. Olayların ardındaki gerçeğin ortaya çıkartılması için
Meclis'te bir Tahkikat Komisyonu kuruldu; komisyona geniş yetkiler verildi. İki ilde de tedbirler alınması için sıkıyönetime geçildi. Ancak tüm bu girişimler hükümet karşıtı cepheyi sertleştirmekten başka bir işe yaramadı, baskılar arttı. İhtilale giden zor günlerde
Orgeneral Gürsel, Adnan Menderes'e verilmek üzere bu mektubu yazıp Millî Savunma Bakanı Ethem Menderes'e (3 Mayıs) verdi. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmadıklarını belirten Gürsel,
önerilerini 15 madde halinde sıraladı. Birinci maddede Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın
istifa etmesi isteniyordu ve "Cumhurbaşkanlığına Sayın Adnan Menderes getirilmedir. Bu muhterem zatı her şeye rağmen milletin çoğunluğunun sevmekte olduğuna kaniim, bu sevgiden istifade edilerek kırılanların gönülleri alınmalı ve millete yeniden güven telkin edilmeli." Deniliyordu
BİR AY SONRA GELEN DARBE
Ethem Menderes mektubu Adnan Menderes'e iletti. Mektup ne basına sızdırılmış, ne de
kabine içinde tartışılmıştı. Gürsel ise mektuba '
muhtıra' misyonu biçmişti. Aradan bir ay bile geçmeden darbe geldi. Ülkenin idaresi Millî Birlik Komitesi'ne (MBK) geçmiş; Menderes'e Cumhurbaşkanlığını
teklif eden Cemal Gürsel MBK'nın başkanı olmuştu. Gürsel'in tabiriyle 'milletin çok sevdiği Menderes' idamla yargılanmak üzere Yassıada'ya gönderildi. MBK ihtilali meşru göstermek için Gürsel'in Ethem Menderes'e gönderdiği mektubu gündeme getirmişti. Mektup 12 Temmuz 1960 tarihli Resmî Gazete'de yayımlandı. Adnan Menderes mektubun sansürlenerek yayımlandığını fark etti. Çünkü Menderes'i öven, "Cumhurbaşkanı olmalıdır." şeklindeki ifadeler gazetedeki mektupta yer almamıştı. Ancak yapılacak bir şey yoktu. Başbakan ve bakanların makamlarındaki her türlü
eşya ve evraka el konduğu için bu mektubun aslı da artık ellerinde değildi.
Yassıada duruşmaları başladığında mektup yine gündeme geldi. İstanbul-Ankara olaylarıyla ilgili davanın 4. oturumu devam ederken Mahkeme Başkanı Salim Başol, "Cemal Gürsel size gereken uyarıyı bir mektupla yapmış. Niçin gereğini yerine getirmediniz?" diye suçlayacaktı. Mektup okundu, ancak Menderes'le ilgili kısım yoktu. Gürsel'in Menderes'i yücelttiği mektup,
mahkeme salonunda devrik başbakanı suçlayan bir metin haline dönüştürüldü.
Yassıada evrakları arasında
Bediüzzaman Said Nursî'ye ait mektuplar da yer alıyor. Bediüzzaman, DP'nin ilk yıllarında Menderes'e yazdığı mektuplarda onu '
İslam kahramanı' olarak nitelendirmiş. Bazılarında öneri ve uyarılarda bulunmuş. İktidarın son yıllarında ise Nursî, kendisi ve talebelerine yönelik sıkı takibattan dolayı duyduğu sıkıntıyı iletmiş. İçişleri Bakanı
Namık Gedik'in kendisine uyguladığı ev hapsini ağır sözlerle eleştirmiş. Menderes'in kasasından çıkan 12 Ocak 1960 tarihli mektupta ev hapsinin 30 senelik muhaliflerin yaptığından daha ağır geldiği vurgulanıyor: "Bütün muhalifler ve siyasiler her yerde ve her tarafta serbest olarak gezerlerken Ankara'dan gelen bir emirle, 'Şimdi evinden dahi çıkmayacaksın.' denilmesi bir haps-i münferit hükmündedir. Otuz senelik muhaliflerin yaptığı istibdat lehine bu vaziyet çok ağır geliyor."
Bediüzzaman’ın bu mektubu Menderes'e talebeleri
Mustafa Sungur ve avukatı Necdet Doğanata tarafından iletilmiş. Üstad'ın rahatsızlığının had safhada olduğu günlerde yazılan mektubu Menderes saklamış. Ancak darbeden sonra bu mektuplar 'Görevini Kötüye Kullanma Davası'nda
delil olarak kullanıldı.
Bediüzzaman Said Nursî'nin
Osmanlı Devleti'nin son yıllarındaki en büyük arzusu Doğu Anadolu'da 'fen ilimlerini ve dini barıştıran' bir üniversite (Medresetü’z Zehra) kurulmasıydı. Nursî, bu düşüncesini çok partili hayatın ilk başbakanı olan Menderes'e de iletmiş. Üstad, Menderes ve Cumhurbaşkanı Bayar'a gönderdiği üç sayfalık mektupta Güney
doğu'ya İslam
Üniversitesi kurulmasını teklif etmiş. El-
Ezher Üniversitesi'nin bir benzerinin
Asya için de düşünülmesini isteyen Bediüzzaman, önce Sultan Reşat daha sonra Büyük
Millet Meclisi'nde aralarında
Mustafa Kemal Atatürk'ün de yer aldığı 200 milletvekilinden üniversite için para sözü aldığını anlatmış.
EVET, BEDİÜZZAMAN ISPARTA'YA DEFNEDİLDİ
Bediüzzaman, 83 yıllık hayatında büyük sıkıntılar çekti. Ömrünün neredeyse yarıdan fazlası ya hapiste ya sürgünde ya da takipte geçti. Urfa'da kaldığı otelde son nefesini verdiğinde şehir halkı, Üstad'ı bırakmak istememiş ve buraya defnedilmişti. Darbeden iki ay sonra
mezarından çıkarıldı ve bilinmeyen bir yere götürüldü. O günden beri mezar yeri bilmeceye dönüştü. Kimsenin bilmediği bir yere gömüldüğü yazıldı, 'denize atıldığı' bile iddia edildi.
Bu tartışmalara son verecek belgeler de Yassıada evrakları arasında yer alıyor. Belgelere göre mezarı Urfa'dan alınan Bediüzzaman Said
Nursi 12 Temmuz 1960'ta
Isparta Şehir Mezarlığına defnedildi. Daha sonra yakın talebeleri tarafından Isparta'da başka bir yere nakledildi.
DP iktidarının devrilmesinin hemen ardından Bediüzzaman'ın mezarı gündeme alındı.
Konya İmam Hatip Okulu'nda
öğretmenlik yapan kardeşi Abdülmecit Ünlükul 4 Temmuz'da Konya
Valiliği'ne bir dilekçe yazdı. Dilekçede mezar yeri uzak olduğu için ziyaret edemediğini ve bulunduğu yere aldırmak istediğini iletti. Darbe yönetimi bu dilekçeyi mezarı Urfa'dan taşımak için kullandı. 11 Temmuz'da açılan mezar önce Afyon'a, ardından Isparta'ya nakledildi. Yassıada belgeleri arasında bulunan 'zabıt varakası'nda definin nasıl yapıldığı, kimlerin katıldığı anlatılıyor.
ERDELHUN PAŞA’NIN SÖZLERİ
En ilginç belge ve el yazılarından biri de idamı istenen genelkurmay başkanı
Rüştü Erdelhun ile ilgili. Demokrat kimliği tuttuğu
Osmanlıca el yazılarına da yansıyan Erdelhun, cuntacılar tarafından idamla yargılandı. MBK son anda cezasını müebbede çevirmese o da Adnan Menderes gibi son nefesini darağacında verecekti. Erdelhun'un evraklarına el koyan Yassıada Mahkemesi, bunları 'soruşturmaya ışık tutacak belgelerden saymış. Erdelhun bu notlarında darbeye nasıl karşı olduğunu belirtiyor: "
Türkiye ve Türk milleti Müslüman'dır. Türk askerinin şiarı devletin, hükümetin ve genelkurmayın personeli olmasıdır.
Hükümeti reddiye yapan askerlerin not edilmesi ve hareketlerine mani olunması gerekir."
Görev yaptığı iki yılda siyasi otoriteyi zor durumda bırakacak bir komplonun içinde yer almayan Erdelhun'un bu özelliği, ordu içindeki cuntacıların tepkisini çekti. Darbenin ardından siyasiler gibi o da gözaltına alındı. Evindeki ve makamındaki bütün evraklarına el kondu. Yazılı olarak tuttuğu notlar da bunlar arasındaydı. Erdelhun, notlarından birinde şunları söylüyor: "
Ordunun görevleri hükümetin siyasetini ve mahiyetini temin ve ülkenin huzurunu temindir." Yassıada'dan sonra götürüldükleri cezaevinde 1 yıl kaldıktan sonra Meclis'ten çıkartılan af kararıyla serbest kaldı. 12
Kasım 1983'te
vefat ettiğinde
Genelkurmay Başkanlığı önünd
e devlet töreni düzenlendi.
54 oturumluk Yassıada davaları maratonu Türk demokrasi tarihine kanayan bir yara bıraktı. Menderes'in kendisini darağacına götüren “Anayasa'yı ihlal” davasında son yazdığı
savunma ise demokrasiye olan inancını ve cuntacıların baskıcı tutumlarını gözler önüne serecek nitelikteydi. Menderes, Türk milletinin demokrasiye inanması gerektiğinin altını çiziyordu: "Demokrat Parti iktidara gelinceye kadar acaba anayasa mı yoktu? Yoksa anayasayı ihlal ve ona aykırı mahiyetle hareketler ve kanunlaşma mı mevcut değildi? Elbette mevcuttu... Dikta rejimi kurmak maksadını gütmediğimizi hadiseler bugün daha açık göstermektedir. Ortada ne
diktatörlük vardı ne de diktatör. Muhayyel diktatör hangi kuvvete dayanıyordu. Kabineye mi? Meclis grubuna mı? Kabineye veya hükümet azalarına karşı elinde hangi zorlayıcı kuvvet ve imkanı vardı? Değil gruba karşı grubun herhangi bir azasına bir milletvekiline karşı kullanabileceği herhangi bir cebir vasıtasına mı sahipti? Muhalefetin her
ağız açışta ateşler püskürdüğü gayelerinin en acı dille hücumda olduğu bir hengamede her milletvekilinin
genel kurul üyelerinin grup idare heyeti azalarının veya topyekûn grubum çekinecek korkacak hiçbir şeyle karşı karşıya bulunmadığı bir âlemde diktatörlükten bahse imkan var mıdır?
“Hakikat şudur ki dikta rejimine gidilmek istenirse en evvel bir silaha bir silahlı kuvvete dayanmak ihtiyacı duyulur. Halbuki Silahlı Kuvvetlerimizin en
küçük birliğinin başında bulunan subayından en büyük kumandanlara kadar hiçbirisine bu zeminde bir
anlaşma dahi hazırlayacak en ufak bir temas ve teşebbüs dahi olmamıştır. Böyle bir şey olsa idi çoktan meydana çıkardı. Bütün bu olayların cereyanı esnasında durumu hükümet olarak yetkililere emanet etmiş olduğumuz anlaşılmıştır kanaatindeyim...”
TARTIŞMALARI BİTİREN DEFİN VARAKASI
Konya
İmam Hatip Okulu Fehri Arabi hocası Abdülmecit Ünlükul'un Urfa'da metfun kardeşi Said-i Nursî'nin cesedinin nakl-i kubur suretiyle Isparta'ya defnine müsaade olunmasına dair 4 Temmuz 1960 tarihli dilekçesi üzerine iş bu talebi is'af edilerek 12 Temmuz 1960 günü Afyon'a getirilmiş bulunan mevtaya ait
tabut Afyon'dan teslim alınarak Isparta'ya getirilmiş ve aynı gün akşamı kardeşi Abdülmecit Ünlükul da hazır bulunduğu halde aşağıda
imzaları bulunan kabre defnedildiğine dair iş bu zabıt mahallinde tanzim hep birlikte imza altına alınmıştır. Hazır bulunanlar Isparta Vali Muavini Besim Ulcay, Emniyet Müdürü Zeki
Vural, Vilayet Jandarma Komutanı
Zekeriya Kantekin,
Merkez Kumandanı Yarbay Atamer, Merkez Hükümet ve Belediye Tabibi, mevtanın kardeşi Abdülmecit Ünlükul
AKSİYON DERGİSİ