Medya ailece sınıfta kaldı

Geleneksel ailenin çöküşü ile medya arasındaki bağ gözlerden kaçacak gibi değildi ve kaçmadı.

Medya ailece sınıfta kaldı

Siyaset, sosyal hayat ve genel eğilimler konusunda neredeyse toplumun tamamını yönlendiren medya etkisi, aile yapısı üzerinde de gözlemleniyor. Haber bültenleri, diziler, filmler, internet, radyo, gazete ve eğlence yoluyla evimizin en mahrem köşelerine giren medya, toplumun bilinçaltını kültürel mirasa zıt motiflerle süslüyor. Aileyi belirleyen etkileri üretenlerin aileden ne anladığını merak eden bir araştırma yapıldı. Aile ve Sosyal Araştırmalar Kurumu (ASAGEM) tarafından yapılan ve bir dönem fişleme tartışmalarına neden olan ‘Medya ve Medya Profesyonellerinin Aile Algısı’ anketi geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. 107 televizyoncu, 45 gazeteci, 42 radyo çalışanı, 42 dergi habercisi, 18 internet haber sitesi çalışanı olmak üzere toplam 304 kişinin katıldığı anket kapsamında, 56 medya mensubu ile yapılmış mülakatlar da var. Medya çalışanlarının tamamına yakını medyanın aileyi olumsuz yönde etkilediğini düşünüyor; ankete katılanların neredeyse tamamı medyanın aileye önem vermediği kanaatinde. Gelgelelim hemen hemen bütün katılımcılar ‘suçu’ rakip gazete, televizyon ya da yayın grubuna yüklüyor. Öte yandan, anket sonuçları kimi yayınların lanse ettiği ‘medya geleneksel aile dedi’ cümlesiyle taban tabana zıt veriler içeriyor. Çünkü cevapları detaylı olarak bakıldığında medyanın ‘geleneksel aile’ hakkında pek fikir sahibi olmadığı ortaya çıkıyor. Medya mensuplarının evlilik öncesi cinsel deneyim, nikahsız birliktelik, cinsel kimliğin seçimi, sadakat gibi konularda toplumdaki genel eğilimden çok uzak olduğu anlaşılıyor. Medyamız ailenin önemi hakkında hemfikir, ama onun neye benzediğini unutmuş durumda. Eğlenceye katılmak isteyen beri gelsin! Aileler üzerinde medyanın etkisi tartışılmaz bir gerçek. Eşlerin birbirine nasıl davranması gerektiğinden tutun da, ailenin neleri sevmesi gerektiğine, hayatın olmazsa olmazlarına kadar birçok bilgiyi medya üzerinden öğrendiğimiz herkesin malumu. Medya ve dolayısıyla medya çalışanlarının bu derece etkili olduğu ‘aile kurumu’ üzerine tesiri bilinse de ‘aile kurumu’nun medya çalışanları üzerindeki etkisi pek gündeme gelmeyen bir konu. Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü (ASAGEM), Türk aile yapısını derinden etkileyen medyayı ve çalışanlarını konu alan ‘Medya ve Medya Profesyonellerinin Aile Algısı’ başlıklı bir çalışma yaptı. Geçtiğimiz yıl görüşmelerine başlanan ve birtakım çevrelerce ‘gazetecilerin fişlenmesi’ olarak gündeme gelen araştırma sonuçları hayli ilginç verileri ortaya çıkardı. Toplam 360 medya mensubunun katıldığı ankette, medyanın aile değerlerine etkisi, cinsellik, anne çocuk ilişkisi, çocuğun aile açısından değeri, evliliğe bakışları, kariyer, akraba ilişkileri, evlenme, boşanma, birlikte yaşama, aldatma, sadakat ve şiddet konularında sorular yöneltildi. Genel olarak medyanın aile üzerinde büyük etkisi olduğunu düşünen medya çalışanları, Türkiye’de medyanın aile değerlerine önem vermediği ve toplumu olumsuz yönde etkilediği konusunda birleşiyor. Ancak işin ilginç yanı ortada bir suçun olduğunu kabul eden medya mensupları, sorunun hep diğer medya kuruluşunda olduğunu, hatayı diğer gazetelerin ve televizyonların yaptığını söylüyor. Dolayısıyla öteki medyayı ‘tukaka’ diye nitelerken, kendi çalıştığı medya kuruluşunu sütten çıkmış ak kaşık olarak değerlendiriyor. Ankete katılanların %90’ı kendi kurumunun aile değerlerini önemseyerek yayın yaptığını söylüyor. Fakat soru “Diğer medya kuruluşlarının aile değerlerine önem verdiğini düşünüyor musunuz?” şeklinde sorulduğunda evet diyenlerin oranı %28’lere geriliyor. Medya çalışanlarının çoğu cinsel serbestiden yana Araştırmada ortaya çıkan bir başka çarpıcı sonuç da cinsellikle ilgili sorulara medya mensuplarının vermiş olduğu şaşırtıcı cevaplar. “Aileler mevcut dini ve manevi değerleri dikkate alarak yaşamlarını sürdürmelidirler” ve hatta “Ailenin geleneksel yapısını korumak için elimden geleni yaparım” diyenlerin oranı %60 gibi yüksek bir rakam gibi görünse de kız çocuklarının evlilik öncesi cinsel ilişki kurmasında bir sakınca görmeyenlerin sayısı da oldukça yüksek. Buna karşılık evlilik öncesi cinselliği tasvip etmeyenlerin oranı ise yalnızca %37. Sadece dindar olarak nitelendirilebilecek medya çalışanları da hem kız çocuklarının hem de erkek çocuklarının evlilik öncesinde cinsel deneyim yaşamalarına sıcak bakmıyor. Fakat araştırmaya katılanların % 70’i ‘Genç erkeklerin evlilik öncesi cinsel ilişki kurmasında sakınca görmediğini’ belirtiyor. Bu oran genç kızların ilişkileri konusunda % 50’lere kadar düşüyor. Yine aynı şekilde “Kız çocuklarının flört etmesi onların bireysel gelişimini destekler” diyenlerin sayısı bir hayli fazla. Katılanların yalnızca %30’u ‘kız çocuklarının bireysel gelişiminde flörtün etkili olmadığını’ düşünüyor. “Bir kadın evlenmeden önce de çocuk sahibi olabilmelidir” önermesine katılımcıların yarısı karşı çıkıyor. “Birlikte yaşamak evlilik sorunlarına karşı bir çözümdür.” cümlesine karşı çıkanların oranı da yalnızca % 40. Aile Yapısı Araştırmaları’nda halkın büyük çoğunluğunun nikâhsız yaşayanlardan rahatsız olacağını ifade ederken, medya çalışanlarının evlilik dışı cinsel ilişkiye % 40 oranında olumlu yaklaşması, toplumla medyanın bu hususta birbirinden ayrıştığı ve farklı algılara sahip olduğu görülüyor. Medya çocuğa sıcak bakmıyor Ankete katılan medya profesyonellerine göre aile, duygusal bir yapıyı temsil ediyor. Hatta tanımları da bunun ileri derecede bir duygusallıkla tasvir edildiğini gözler önüne seriyor. Ankete katılan basın mensuplarına göre aile; ‘güven’, ‘liman’, ‘duygusal ve gerektiğinde maddi destek’, ‘yol arkadaşlığı’, ‘maskesiz bulunulan yer’, ‘sığınılacak kovuk’, ‘teklifsizlik derecesinde yakınlık’ demek. Ancak birçoğu aile kurmayı hayatın öncelikleri arasında yer vermiyor. “Evlenmek hayatın önceliklerin biridir” önermesine katılanların oranı yalnızca %30 civarında. “Eşlerin her biri diğerinin çıkarını kendi çıkarı önüne koymalıdır” önermesine katılanlarla katılamayanların oranı ise aşağı yukarı aynı. “Birlikte yaşamak için evlilik şarttır” diyenler ise yalnızca üçte bir oranında. Araştırmaya katılan medya mensuplarının % 67,3’ünün çocuğu var. Bunların üçte ikisi tek çocuk sahibi. Dört çocuklu medya çalışanlarının oranı ise sadece %1,9. Mülakat yapılanlar arasında konuyu yorumlayan bir kadın televizyon programcısına göre, medya çalışanlarının çocuktan kaçış sebebi korkaklık. Hayat tarzı modernleştikçe, insanların yalnız kalmaktan, yaşlanmaktan, fiziksel güzelliğin kaybolacağından, işten atılmaktan ve hayat standardına bir zarar gelmesinden korkulduğunu ifade ediyor. Televizyon programcısı olarak iletişim sektöründe görev yapan televizyoncu, “Kimse kimseye çok bağlanmamaya çalışıyor. O yüzden herkes evlenmekten kaçıyor. ‘Çocuk yapmak istiyorum’ ya da ‘Evlenmek ve güzel bir aile kurmak istiyorum’ gibi niyetlerini söylemiyor. Neredeyse küçük düşme sebebi artık bu tür cümleler. Hani canım eğlenmek, coşmak varken… Hangi ara evlenecek çocuk yapacak vs. işte. Bu hayatına ara mı verecek, şişmanlayacak...” diyor. Boşanmalarda medya etkili Medyanın boşanmaya etkisi konusunda ortaya çıkan sonuç da düşündürücü. ‘Çeşitli programlar aracılığıyla telkin edilen sınıf atlama, iyi yaşama modellerinin’ sıradan insanın hayatında boşanmayı teşvik edici bir etki oluşturabildiği bir başka araştırma neticesinde ortaya konmuş. Mülakata katılan bir gazeteci, toplumda “kanaat kültürünün” ortadan kalkmasına yol açan modern yaşam tarzının ortaya çıkardığı aşırı beklentilerin bireyin tüm yaşamını sorgulamasına yol açtığını, bunun da insanların ailesini, evini, sahip olduğu malları her şeyi değiştirmek istemesine sebep olduğunu söylüyor. 2007 yılında ölen Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın bu konuya açıklık getirirken söylediği, “Tüketim toplumu bireylere saç rengini değiştirmekten eşini yenilemeye kadar uzanan geniş bir ölçekte değişiklik önermektedir.” cümlesi durumu tam olarak özetliyor. Boşanmaların başlıca gerekçelerinden sadakatsizliğe sebep olarak da internet gösteriliyor. Katılımcıların yarısı internetin eşler arasındaki sadakati olumsuz etkilediği görüşünde. Özellikle iletişimi kolay ve masrafsız hale getirmesi ve maskeler ardında bir iletişim ortamı sunmasının kişilerin interneti kullanarak yeni ilişkiler geliştirmelerine fırsat oluşturduğu belirtiliyor. Halkımız eşcinsel figürleri sempatik buluyormuş! Medya mensuplarının cinsel tercihlere ilişkin tutumu, araştırmada irdelenen konuların bir diğeri. Medya mensuplarının eşcinselliğe yönelik tutumu, dinî hassasiyeti güçlü katılımcılar hariç toplumun değer yargılarının çok ötesinde. Oysa yapılan diğer araştırmalara göre toplumun genelinde eşcinselliğe karşı mesafeli bir tavır var. Eğlence programlarındaki eşcinsel tutumların medyada prim yapar hâle gelmesini medya çalışanlarının çoğu, ‘halkın talebi’ olarak değerlendiriyor. Katılımcılara göre, halk kendi ailesinde eşcinsel görmek istemiyor ancak medyatik eşcinsellere karşı sempatiyle yaklaşıyor. Bu noktada medya çalışanları, medyanın sorumlu olmadığını, halkın isteklerinin sorunlu olduğunu dile getiriyor. Medya profesyonelleri, toplumsal anlayışın ötesinde, nikahsız olarak “beraber yaşama”ya genellikle olumlu bakıyor. Katılımcıların genel fikrine göre, beraber yaşamak da evlilik gibi. Yazılı olmayan bazı normlara göre yaşanıyor ve sonlandırılıyor. Birlikte yaşamayı tercih nedenleri arasında okul, kariyer, aile baskısı, tek yaşamaya alışma, birey olma ve başkasını hayatına katmak istememe, “kolay boşanma imkânı” sayan medya profesyonelleri arasında yüz yüze görüşülen her üç medya mensubunun biri, birlikte yaşamayı tecrübe etmiş kişiler. [email protected] Televizyon aileye zarar veriyor İstanbul’da ulusal yayın yapan medya kuruluşları arasında yürütülen araştırmanın sonuçlarına göre, medya mensupları medanın aileye zarar verdiği konusunda neredeyse hemfikir. %70 oranındaki medya çalışanı, medyanın aile yapısına zararlı olduğunu düşünüyor, fakat yine aynı oranda katılımcı ‘medyanın aile yapısını korumak’ gibi bir görevinin olmadığını dile getiriyor. Medya mensuplarına göre televizyon, iletişim araçları arasında en etkili olanı ve televizyonda yansıtılan, topluma örnek olarak gösterilen aile modelleri ile toplumdaki aile modelleri birbiriyle örtüşmüyor. Bu çerçevede televizyon dizilerinin ailelere etkileri sorulduğunda her 5 medya mensubunun 4’ü, aile dizisi olarak rağbet gören dizilerin aslında aile hayatını olumsuz yönde etkilediğini söylüyor. Anketi için kimlerle görüşüldü? İstanbul’da ulusal yayın yapan yayın organlarında çalışan 360 medya çalışanının görüşlerinin yer aldığı ankete, 107 televizyon, 45 gazete, 42 radyo, 42 dergi, 18 internet haber sitesi çalışanı olmak üzere toplam 304 kişi katıldı. Aile algısı ölçülmek istenen 56 basın mensubuyla da yüz yüze görüşüldü. Anket çalışmasına katılanların 107’si kadın, 197’si erkek. Mülakat yapılanlarınsa 16’sı kadın 40’ı erkek medya çalışanından oluşuyor. ‘Medya profesyoneli’ tanımı ise bir yılı aşkın süre zarfında herhangi bir ulusal medya kuruluşunda çalışanları kapsıyor. Araştırmaya katılan medya çalışanlarının %56’sı evli. Yüz yüze görüşülen 16’sı kadın olmak üzere toplam 56 basın mensubunun 35’i evli. 15’i ise boşanmış. Ankette görüşülenler medyada, genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, haber koordinatörü, program yapımcısı, köşe yazarı, editör, foto muhabiri, kameraman, senarist, istihbarat şefi, reklam müdürü ve oyuncu olarak görev alıyor. ZAMAN PAZAR
<< Önceki Haber Medya ailece sınıfta kaldı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER