14 Aralık medyaya darbe operasyonu adeta bir yargı projesinin devamı olan hukuksuzluk abidesi. Sözde soruşturma, nereden tutulsa elde kalıyor. Çelişkilerle ve çarpıtmalarla dolu dosya, hukuki açıdan ikna etmiyor. Gazeteciler Ekrem Dumanlı ve Hidayet Karaca ile dizi senaristleri, yazarlar ve polislerin gözaltına alındığı operasyon hukuki temelden uzak. Operasyonu yapanlar, 17-25 Aralık soruşturmalarını kapatan hakim ve savcılar. İki yazı ve bir haberle “terör örgütü üyesi” yapılan Dumanlı, dershanelerin kapatılmasıyla ilgili haberlerle ‘kamuoyu oluşturmak’la suçlanıyor. Manipülasyon yapılan mahkeme kararında, Karaca’nın tutuklanmasına gerekçe gösterilen “illegal” ve gerçek olup olmadığı belli olmayan ses kaydı, sanki hakim kararıyla dinleme yapılmış gibi sunuluyor. Yargı eliyle sahtekarlık yapıldığı görülen dosyada, savcının, Tahşiye ile ilgili yazı ve senaryo yazanları serbest bırakıp, konuyla ilgisi olmayan yöneticileri mahkemeye sevk etmesi kurguyu ifşa ediyor. 3 yıl önce yürürlükten kaldırılmış “iftira” suçu ile tutuklamaya sevk etme ise ayrı bir komedi. Yine halen süren, karara bağlanmamış El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide (Tahşiye) davası ile ilgili daha şimdiden “kumpas” diye soruşturma açılması ise 14 Aralık soruşturmasının hukukun dışında bir proje olarak işlediğini açıkça gösteriyor.
Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ile birlikte 4 kişinin tutuklandığı, Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı’nın tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldığı 14 Aralık medyaya darbe soruşturması, bizzat iktidar tarafından yapılmış bir ‘yargısal proje’. Hiçbir adımında hukuk yok, baştan sona bir senaryo ve kurgusal süreç. Nasıl mı? İşte şöyle:
Tahşiye’yi yazanlar serbest kaldı, medya yöneticileri tutuklamaya sevk edildi
Operasyonun temel iddiası, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, 6 Nisan 2009’da bir sohbetinde ‘Tahşiye’ sözünün geçmesi, daha sonra bunun haber olması, makaleler yazılması, STV’nin bir dizisinde yine bu konunun işlenmesi ve ardından 22 Ocak 2010’da ‘El Kaide’ denilen bir gruba operasyon yapılması. Bu noktada, “Hizmet Hareketi’ne muhalif olduğu için Tahşiyecilere operasyon yapıldı.” iddiası ortaya atılıyor. Peki gerçek ne?
Fethullah Gülen Hocaefendi, söz konusu konuşmasında ‘Tahşiye’ diyor. Ancak amacı kamuoyunu “Evlere silah konulup kumpas yapılabilir” diye uyarmak. Hedef göstermek değil. Bu konuşmasında ‘Tahşiye’ ifadesi geçiyor ama konunun ana fikri bu değil. İleriki günlerde, derin odakların masum insanlara bir tezgâhı olabileceği noktasında öngörü paylaşılıyor. Dindar insanların suça bulaşmaması, iftiralara maruz kalmaması adına yapılan uyarılar var. Nitekim bütün dünyaya açık bu konuşma daha sonra Vatan, Hürriyet ve Zaman gazetelerinde haber olarak yer alıyor. Hüseyin Gülerce ve Ahmet Şahin de içinde ‘Tahşiye’ geçen yazılar kaleme alıyor. Ama 14 Aralık operasyonunda bu yazıyı yazanlardan Ahmed Şahin gözaltına alınırken, Hüseyin Gülerce ise ifadeye davet edildi. İki yazar da yazılarını kendi iradeleriyle yazdıklarını, herhangi bir talimat almadıklarını savcılığa beyan etti. Buna rağmen Ekrem Dumanlı, Tahşiye ile ilgili yazı yazılması talimatı vermekle suçlanıyor. Hakim Bekir Altun’un da sorgudaki teyidiyle ‘bir haber ve iki yazı’ suçlama sebebi. Dumanlı, talimat iddiasını teyit eden tek delil olmamasına rağmen iki yazıdan tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edildi. İlginç olan ise içinde ‘Tahşiye’ geçen yazıları kendi iradeleri ile yazdıklarını söyleyen yazarlar serbest kaldı.
Dumanlı, dershaneler konusunda kamuoyu oluşturmakla suçlandı
Ekrem Dumanlı’ya ilişkin bir başka tutuklama gerekçesi olarak ‘Fethullah Gülen’in dershanelerin kapatılması karşısında yaptığı açıklamalarını yayınlayarak kamuoyu oluşturmak’ iddiasının yöneltildiği mahkeme kararında yer aldı.
Hâkim: Bugüne kadar cebir ve şiddet eylemi tespit edilmedi
‘Silahlı örgüt' iddiasını yönelten hakim, mahkeme kararında senaryo soruşturmayı bir kez daha ifşa ediyor ve “bugüne kadar cebir ve şiddet içeren eylem ve işlemleri tespit edilmemiş olsa da…” diyor. Devamında, Emniyet Müdürlüğü bünyesinde oluşan bu birimin ‘terör örgütleriyle mücadele' adı altında yetki ve görevlerine aykırı davranıp, amaca ulaşmak için baskı, yıldırma korkutma yaptığı iddia ediliyor. Yani, gözaltına alınan polisler üzerinden Dumanlı ve Karaca ‘silahlı örgüt' yapılmak için bir kurgu ortaya atılıyor ama aralarındaki bağa dair hiçbir delil sunulmuyor. Sunulan tek delil gazetede tahşiye konulu iki yazı ve bir haber ile STV'de yayınlanan bir dizi repliği. Yani, sözde terör örgütü, emniyette birim oluşturuyor ve bu yapı da dizi senaryosu ile ilham verip operasyon yaptırıyor. Akıl var mantık var, madem bu kadar güçlü kişiler emniyette bir birim oluşturmuş, baskı ve korkutma operasyonu yaptıracak, dizi ile mi talimat verir? Biraz akıl, biraz izan…
Başsavcı Vekili Tosun hâkimden önce ‘örgüt’ kararı verdi
Ergenekon davası sırasında, daha ilk başta soruşturma 27 el bombasının bulunmasıyla başlamıştı. Daha sonra birçok bomba ve LAW silahları ele geçirildi ama buna rağmen dava bitene kadar mahkeme kararı ile “iddia edilen Ergenekon terör örgütü” denildi. Bugün ise medyaya darbe operasyonu soruşturmasında savcılık ve mahkeme, gazetecileri “terör örgütü” ilan etti. Hatta İstanbul Başsavcı Vekili Fehmi Tosun, Ekrem Dumanlı ile Hidayet Karaca'nın çıkarılacağı mahkeme önüne gelip, “Burada silahlı örgüt var.” dedi. Böylece, bu sözlerle soruşturmaya hukuken yaklaşılmadığını ilan etmiş oldu.
‘Devletin egemenliğini ele geçirmek’ suçlaması buharlaştı
14 Aralık sabahı yapılan gözaltı işlemlerine dair kararda, gazetecilere yöneltilen ilk suçlama ‘devletin egemenliğini ele geçirmeye çalışmak' idi. Öteki suçlamalar ise ‘terör örgütü, iftira, yıldırma, baskı, hürriyeti tahdit'. Tutuklama kararında ise iftira suçunun kanunda olmadığı ortaya çıkarken ‘devletin egemenliğini ele geçirmek' suçunun da buharlaştığı görüldü. Madem hiçbir delil yok, niye gözaltı kararına bu suçlama yazıldı? Kamuoyuna algı operasyonu için malzeme vermek mi amaçlandı? Yargının yeni görevi bu mu? 4 kişi, sadece ‘terör örgütü' suçundan tutuklandı. Bu da, dosyada delil olmadığının yine en açık göstergesi. Ve en kolay tutuklanabilecek nokta ‘örgüt' suçlaması. Ama buna dair sundukları ne silahlı eylem, şiddet eylemi ne de herhangi bir silah var. Projeden menkul bir terör suçlaması.
Örgütün kuruluş tarihi 22 Ocak 2010 olarak belirlenmiş
Bir diğer nokta ise 14 Aralık soruşturmasının konusu sözde ‘terör örgütü'nün kuruluş tarihinin 22 Ocak 2010 şeklinde gösterilmesi. Hükümete yakın Sabah gazetesinde yer alan habere göre, Fethullah Gülen'in 2008 yılında Yargıtay tarafından ‘örgüt' suçlamasında beraat ettirilmesi sebebiyle çelişki olmaması için Tahşiye, yani 2010'daki El Kaide, operasyonunun tarihi temel alınmış. Güya bu tarihten sonra örgüt ‘silahlı' hale gelmiş. Yani, Gülen'e ve medya mensuplarına atfedilen ‘silahlı örgüt' yapılanması için Yargıtay kararı nedeniyle hileye başvurulup, örgüt tarihi 22 Ocak 2010 olarak belirlenmiş. Bunun için gösterilen tek delil de 2010'daki El Kaide-Tahşiye operasyonunda bombalarda polisin parmak izi bulunması. Ancak, El Kaide operasyonunda görevli olmayan idari amirler, operasyonla en ufak bağı olmayan Hidayet Karaca tutuklanırken, bombalarda parmak izi bulunan, asıl somut delille suçlanması gereken polislerin serbest kalması 14 Aralık soruşturmasının temel mantığını çökertiyor. Sonuç olarak, polis ve yargı şu anda vatandaşlara karşı ‘hile' ile örgüt soruşturması oluşturmuş. Bu en basit tabirle görevi kötüye kullanmak ama daha ağır bir şekilde hukuk devletine ihanet edip başka güçlerin emrine girmek oluyor.
Yalanlanan ses kaydı, delil diye sunuldu
STV’nin suçu ise Tek Türkiye dizisinde ‘tahşiye’ ve ‘rahle’ ifadelerinin geçmesi. Bu dizinin senaryolarını yazan senaristler serbest kalırken, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca tutuklandı. Karaca’nın tutuklanması için gösterilen tek delil ise gerçek olup olmadığı hukuken kanıtlanmamış bir konuşma. Karaca, söz konusu konuşmayı kabul etmiyor. Mahkeme kararı ile dinleme sonucu elde edilmediği için dosyada hukuki delil olması mümkün değil bu konuşmanın. Ancak bu gerçeğe rağmen, hukuksuz ve kaynağı belirsiz bir ses kaydı Karaca için ‘silahlı örgüt yöneticiliği’ suçlaması yöneltilmesine yetiyor. Ses kaydının illegal olduğu bahsi hiç geçmeden legal gibi sunuluyor. Karaca, ses kaydını inkar ettiği halde mahkeme kararında ‘ses kaydının inkar edilmediği’ yazıyor. Halbuki Karaca, savcılık ifadesinde ses kaydını kabul etmediğini, zaten daha önce montaj olduğu gerekçesiyle yayınlayan siteye suç duyurusunda bulunduğunu açıkça anlatıyor. Ayrıca Dumanlı’nın bir televizyon kanalındaki konuşması da sahte olduğu iddia edilen bu illegal kaydı doğruluyormuş gibi delil sunuluyor ama gerçekte böyle bir konuşma yok. İşin ilginç ve trajik olan tarafı da, 17-25 Aralık soruşturmasında mahkeme kararı ile yapılan dinlemeleri ‘delil’ kabul etmeyen, ‘özel hayatın gizliliğini ihlal’ deyip soruşturmalara takipsizlik gerekçesi yapan savcıların şimdi illegal ve Karaca tarafından yalanlanmış ses kaydıyla tutuklama talep etmesi. Hâkimin de, bu kayda göre tutuklama kararı vermesi.ZAMAN