Cevaplayamayacağı, mahcup duruma düşeceği sorular sorulmasından mı çekiniyor?
Tamam da o hafriyat neden hâlâ orada?
En son konuşması, hatta belki hiç konuşmaması gereken insanlar da Ergenekon'da dayanamıyor, konuşuyor.
Böyle insanlardan biri de, halen bağımsız
Rize Milletvekili olarak parlamentoda bulunan eski başbakanlardan
Mesut Yılmaz.
Yılmaz, 1997 yılında, 28
Şubat kumpasları sonrasında
Başbakan olduğunda aslında çok büyük bir fırsatı da yakalamıştı:
Susurluk'u çözmek ve Türkiye'de asker-
sivil ilişkilerini, güvenlik gücü-hükümet ilişkilerini olması gereken hale getirmek, bir anlamda 'post-
modern darbe' sonrasında hızla 'normalleşme'yi sağlamak fırsatını...
Çok da umut verdi başlangıçta. Güvenilir bürokrat ve
müfettiş Kutlu
Savaş,
Başbakanlık Teftiş Kurulu
Başkanvekili sıfatıyla, gücünü de bizzat Başbakan'dan alarak Susurluk'u araştırmaya başladı.
Mesut Yılmaz bu araştırmanın doğru dürüst yapılmasına, adam gibi bir sonuç elde edilmesine o kadar büyük önem veriyordu ki, mesela Milli
İstihbarat Teşkilatı Kutlu Savaş'a arşivini açmayınca, Savaş'la birlikte MİT'e gitti, orada bir koca gününü geçirdi ve gereken bilgilerin alınmasını sağladı.
Diyorum ya, o dönem çok
ümit veriyordu Yılmaz ve yaptığında da samimi gözüküyordu. Ama sonra, Kutlu Savaş'ın raporu yazıldı, ekindeki 11 klasör belgeyle birlikte Başkana Yılmaz'a teslim edildi ve açıkçası Susurluk o gün orada bitti.
O kadar bitti ki, Mesut Yılmaz bizzat kendi emriyle hazırlanan
soruşturma raporundaki kimi suç ihbarlarını bile mahkemeye göndermedi, adalete yardımcı olmadı. Sadece yardımcı olmamakla kalsa neyse, bazı mahkemeler gayrıresmi yollardan Kutlu Savaş'ın raporuna ulaştılar ve Başbakanlık'tan raporun ilgili bölümüne ilişkin belgeleri istediler, onlar da gönderilmedi.
Mesela raporda
Musa Anter cinayetini kimin işlediğinin saptandığı söyleniyordu. Bu saptamanın sonucu herhangi bir mahkemeye gönderilmedi. Böyle başka
faili meçhul bilinen
cinayetler ve olaylar anlatılıyordu ama hiçbir şey mahkemelere yansımadı.
Kısacası, Başbakan olarak Mesut Yılmaz, en azından kendi yazdırdığı raporda yer aldığı kadarıyla Susurluk'u örtbas etti.
Ağır bir tabir kullandığımın farkındayım: Evet, Susurluk'u örtbas etti.
Ve şimdi o Mesut Yılmaz çıkmış, 'Bugün yaşananlar eskinin hafriyatı' diyor.
Diyelim ki öyledir, bugün yaşananlar Susurluk'ta başlayan çeteleşmenin devamıdır, hafriyatıdır.
Peki ama sormazlar mı adama o hafriyat neden orada duruyor? Kim yığdı o molozları
sokak ortasına? Kim o hafriyatı temizlemedi de kokuşmuş halinin bugüne kadar sarkmasına neden oldu?
Benim anladığım, Mesut Yılmaz bu sözleri sarfettiği televizyon programına soru sorulmaması şartıyla katılmış.
Neden acaba sorulardan kaçıyor Yılmaz? Cevaplayamayacağı, mahçup duruma düşeceği sorular sorulmasından mı çekiniyor?
İbrahim Şahin'in tutuklanması sayesinde Ergenekon'la birlikte Susurluk da güncellik kazandı bir kez daha.
Mesut Yılmaz konuşsa, sorulara
cevap verse ve hepimize Kutlu Savaş raporunun gereğini neden yapmadığını, 'araştırma'yı neden güvenlikle ilgili diğer devlet kurumlarını da, özellikle Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği,
Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nü de kapsayacak bir 'soruşturma'ya neden dönüştürmediğini anlatsa, hiç değilse elindeki raporu ve eklerini o sırada
İstanbul DGM'de görülmeye başlanan Susurluk davasına neden göndermediğini anlatsa...
Hadi Mesut Bey, kendi hafriyatınızı temizleme fırsatı çıktı. Bu kadar olsun
hizmet edin ülkenize, demokrasiye...
(
İsmet Berkan /
Radikal / 16-01-2009)