Fıkhî mezheplerin yaklaşımları ve görüşlerini temellendirdikleri deliller ışığında, sorularda ifade edilen detaylara girmeden, genel ilkeler çerçevesinde bu hususu intikale çalışacağız. Fakat buna geçmeden önce, bir konuya açıklık getirmek, daha doğrusu herkesin bildiği o konuyu bir kez daha vurgulamak lazım.
Namaz, "Namaz, müminlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır." (5/103) ayetinin mucibince, her bir namaz için takdir buyrulan zaman diliminde kılınması gerekli olan bir ibadettir. Başka bir ifadeyle, vaktinde eda edilmesi itibarıyla eda dediğimiz bu keyfiyet, namazda asıl ve esastır. Vakti haricinde kılınan namaz ise fıkıh literatüründe
kaza diye isimlendirilir. Namazın Hak katındaki makbuliyeti, kulluk borcunu ifa ile elde edilecek vicdani tatmin ve inşallah ahirette alınacak mükafat açısından
Efendimiz'in (sas) namazın vaktinde eda edilmesi ile alakalı birçok beyanı vardır. Kaldı ki kendisinin fiili tatbikatı, bu tatbikatta göstermiş olduğu hassasiyet de Efendimiz'in (sas) meseleye bakışını ve verdiği önemi göstermesi bakımından oldukça önemlidir.
Bu kısa hatırlatmadan sonra cem'e geçebiliriz. Cem, -namazların birleştirilmesi de diyebiliriz- öğle ile ikindi,
akşam ile yatsı namazının herhangi birisinin vaktinde peşi peşine kılınması demektir. İkindi öğle, yatsı akşam vaktinde kılındığında cem-i takdim, tersi olduğunda cem-i tehir adını alır.
Sabah namazı ise hiçbir şekilde cem'in konusu olamaz.
Cem, yukarıda namazların vaktinde edası ile alakalı sunduğumuz çerçevenin dışında ama çeşitli sebeplerle, seyrek de olsa bizzat Efendimiz'in (sas) uygulamaları içinde yerini almaktadır. Nedir bu uygulamalar? Hangi şartlarda
Allah Rasûlü (sas) cem yapmış?
Bu konuda hadis kitaplarında var olan vakıaları tek tek sıralamak,
gazete makalesinin sınırlarını aşar. Onun için söz konusu vakıaların kategorize edilerek toplandığı üst başlıkları sunalım. Efendimiz (sas) hacda
Arafat ve
Müzdelife'de,
yolculuk esnasında, hastalıkta, kar, yağmur, çamur gibi insanların camiye gelmesine mani olacak derecedeki hava muhalefetinde, gerek savaş gerekse başka sebeplerle korkunun hasıl olması gibi -ki bunu
tehlike diye de isimlendirebiliriz- ihtiyaç ve zaruret durumunda namazları cem etmiş veya cem edilmesine izin vermiştir.
Bu vakıalara bir bütün olarak
bakan mezheplerin cem meselesindeki yaklaşımlarına gelince; çok kısa ifade ile Hanefi mezhebi Arafat ve Müzdelife haricinde cem'i kabul etmez. Diğer mezhepler ise, bazı spesifik meselelerde kendi içlerinde görüş ayrılıkları olsa da, yukarıda sıraladığımız meşru mazeretlere binaen cem'i caiz görürler.
Hanefi mezhebinin hac haricinde cem'i kabul etmeyiş nedeni, Kur'an ve Hz. Peygamber'in (sas) genel uygulamaları ile tevaturen sabit olan namaz vakitlerinin ahad bir haberle terk edilemeyecek olması. Bunu usul diliyle ifade edecek olursak, tevaturen sabit olan haberler ahad haberlerle terk edilemez. Görüldüğü gibi söz konusu hadisleri Hanefiler ret veya inkar ediyor değil, sadece ferdi rivayetlerle sabit olan ve nadiren gerçekleşen vakıaların, bir hükme medar olamayacağını söylüyorlar. Pekala cem'in gerçekleştiği bu hadisleri nasıl yorumluyorlar derseniz; "cem'i muvasalava" veya "cem'i suri" adını verdiğimiz, cem edilen namazların ilkinin kendi vaktinin son cüzünde, diğerinin ise ilk cüzünde kılındığı şeklinde açıklama getiriyorlar.
AHMET KURUCAN-ZAMAN