İşte Nazlı Ilıcak'ın ilgili yazısı...
TİB'deki kayıtları kim sildi?
Star Gazetesi yeni bir bomba patlatmış... "7 bin kişi dinlendi" ya da "Kaset montajmış" şeklindeki manşetlerin temelsiz olduğunu bildiğimden, buna da gülüp geçtim. Haberin içeriğinde teknik yanlışlar var. Meselâ TİB'de hiçbir zaman ses kaydı tutulmaz ve ses kayıtlarının kâğıda dökülmüş şekli olan tapeler bulunmaz. TİB dinlemeye aracılık eder. "Log kayıtları" vardır ki, buna "sistem bilgileri" denir. Bu da hangi telefonla hangi telefon, hangi saatte irtibatlıydı, GSM operatöründen kaç megabayt ses geçti, dinleme izni verilen Emniyet Organize Şube'ye ya da MİT'e kaç megabayt gönderildi... Eğer, dinleme kaydını ihtiva eden dijital belgede montaj, dublaj, eksiltme, çoğaltma gibi en ufak bir değişiklik yapılırsa, bu durum megabayt farklılığından ortaya çıkıyor ve (h) değeri düşüyor. Böylece sahtecilik ispat edilebiliyor.
Log kayıtları, dijital bir sistemde, bir bilgisayarda yapılan bütün işlemleri gösteren kayıtlar. Meselâ Emniyet'te hangi personel, hangi şifreyle girmiş sisteme ve hangi numarayı sorgulamış. Bunun izleri, log kayıtlarında görünüyor. Bir örnek vermek gerekirse, Uğur Dündar'ın eşinin sık sık yurtdışına gittiği medyaya yansımıştı. Hemen Emniyet Polnet sistemindeki log kayıtları incelendi. 67 personelin sisteme girip, yurtdışına çıkış bilgilerini sorguladığı ortaya çıktı. Böylece sorumlular tespit edilebildi.
Bu arada log kayıtlarını hiçbir iz bırakmadan ancak özel şifreye sahip kişilerin silebileceği, bunların da sayısının 2 ya da 3'ü aşmayacağı belirtiliyor.
Kaldı ki, Star'ın haberine göre, sadece 2012'ye kadar olan TİB kayıtları silinmiş. Bizi ilgilendiren ise, 2012 ve 2013 yılına ait bilgiler. Özellikle 17 Aralık 2013 sabahı Başbakan ile oğlunun görüşmesi, log kayıtlarıyla teyit edilebilir. Böylece biz de, montaj, dublaj ya da bir komployla karşı karşıya olup olmadığımızı anlarız.
Yargıyı ele geçirmek!
Tayyip Erdoğan, yerel medyayla yaptığı toplantıda, Cemaat'le arasında, 2010 referandumundan sonra sorun çıktığını belirtti. Yargının o tarihten itibaren ele geçirildiğini ileri sürdü.
Oysa, HSYK seçimlerinde alt derece mahkeme üyeleri oy kullanırken, Adalet Bakanlığı eski Müsteşar Yardımcısı İbrahim Okur'un organize ettiği listeyle, YARSAV'ın rakip listesi çatışmıştı. O tarihte İbrahim Okur'un, Adalet Bakanı'nın yakın mesai arkadaşı olmasından dolayı, "Hükümet yargıyı ele geçirdi" iddiaları seslendirilmişti. Ben bu iddialara da hiç inanmadım. Listelerin, birinci derecedeki adli ve idari hâkim ve savcıların birden fazla kişiye oy kullanması mecburiyetinden kaynaklandığını düşünüyordum. Her biri sadece tek kişi için oy atsa, çoğulcu bir yapı ortaya çıkabilir, listeye gerek kalmazdı. Ama Anayasa Mahkemesi "tek oy" kuralını Anayasa'ya aykırı gördü.
Şimdi HSYK Kanunu yeniden düzenlendi. Maalesef, alt derece mahkemelerin hâkim ve savcıları, HSYK'nın asıl ve yedek üyelerini belirlemek üzere gene bir listeye oy verecek. Madem çoğulculuğu zedelediği için sakıncaları görüldü, niçin bu konuda ısrar ediliyor? Öte yandan, Yargıtay ile Danıştay'dan HSYK'ya seçilecekler için, "tek oy" kuralı getiriliyor. Bunun sebebi malum: Yüksek mahkemede azınlıkta olan hükümet taraftarları bu sayede HSYK'ya üye sokabilecek. Alt derece hâkim ve savcılarının katıldığı seçimlerde ise, AK Parti kendi listesiyle HSYK'da topyekûn bir hâkimiyet kurabilecek.
Erdoğan'ın "2010'da Cemaat yargıyı ele geçirdi" iddiasının hiçbir somut ve objektif dayanağı yok. Nitekim HSYK seçimlerinde listeyi organize eden İbrahim Okur, bugün HSYK'da hükümetle birlikte hareket ediyor. Hükümet yanlısı olmasa bile, Cemaat'e mensubiyetini ileri sürmek mümkün değil.
Bülent Arınç, CNN Türk'teki konuşmasında Tayyip Erdoğan'ın sözlerini nakletti: "Dershane konusunda bana geldiler, 'Elimizde kasetler var piyasaya süreriz, hükümetini yıkarız' diye konuştular. Ben de restini gördüm. Sonunda bu alçaklığı da yapacak mıydınız diye onlara söyledim."
Dünkü yazımda tehdit edenlerin isimlerinin açıklanmasını talep etmiştim. Zira, böyle bir iddia, isim verilmedikçe pek inandırıcı değil. Hatta, şöyle bir soru da ortaya atabilirim: Acaba Erdoğan'ı tehdit edenler, üzerleri çıplak, ellerinde eldiven olan, başlarında bandana takılı kişiler miydi?
Başbakan, her yerde, Sivas mitingi sırasında 8 genç kızın yanına geldiğini, "Başbakanım çok büyük baskı altındayız. Geceleri ablalar bizi kaldırıyor ve size beddua ettiriyor" dediğini açıkladı.
İnanalım istiyorsa, bu 8 bacının isimlerini, hangi Hizmet evinde kaldıklarını belirtmeli. Çünkü farklı bir iddia daha var: Meğer Başbakan'a bu şikâyeti iletenler AK Parti teşkilâtında görev yapıyormuş ya da teşkilâta mensup olanların yakınlarıymış.