Ne sağcıyım, ne solcu...

Siyaset Bilimcilerin bile ağzının açık kaldığı bir siyasi bir süreçten geçiyor Türkiye.Kalem oynatmaktan çekinir hale geldiler.Çünkü hiç bu kadar karışmamıştı siyaset biliminin yapı taşları...

Ne sağcıyım, ne solcu...

İşte siyasetin 'Toz dumanda savrulanlar'ını gösteren ve millete 22 Temmuz seçimleri için yol haritası çizen yazı... Sağcı bildiğimiz bazı kişilerin "sol denilen" partilere, solcu dediğimiz bazı kişilerin de "sağ denilen" partilere katılması zihinleri karıştırmış durumda. Mesela CHP'nin eski genel sekreteri Ertuğrul Günay, AKP'den aday olacak. Günay geçen gün yayınlanan demecinde, birçok sağ değeri CHP'nin, kimi sol değerleri ise AKP'nin savunur olduğunu belirtiyordu. (Sabah, 22 Mayıs) Bu tip değerlendirmeler hemen akla İdris Küçükömer'i getiriyor. İdris Küçükömer 1925'te doğup 1987'de vefat eden bir iktisatçıydı. İstanbul Üniversitesi'nde dersler veriyordu. Sol görüşlüydü. Türkiye İşçi Partisi'nde (TİP) çalışmıştı. Entelektüel olarak çıkışını 1960'larda yapan Küçükömer, ortaya çok çarpıcı bir tez atmıştı: "Bizde sol denilen kesim sağdır, sağ ise aslında soldur." 'Düzenin Yabancılaşması' adlı ünlü kitabında bu fikrini şöyle özetlemişti: "Türkiye'nin 'sağ' güçleri, batıcı-laik bürokratik güçleri temsil eden Jöntürklerin İttihat ve Terakki kanadı, Birinci Meclis'te Cumhuriyet Halk Fırkası, Cumhuriyet Halk Partisi ve Ortanın Solu'dur. 'Sol' güçler ise Hürriyet ve İtilaf Partisi, Demokrat Parti ve Adalet Partisidir." Bu sözler, dönemi (1969) için öylesine acayip, öylesine şaşırtıcı bir 'yeniden kavramlaştırmaydı' ki İdris Hocaya 'meczup' muamelesi reva görüldü. Günümüzde Küçükömer'in kitap ve makalelerinin editörlüğünü yapan Yücel Yaman, Hocanın bazı saptamalarını şöyle özetliyor: 1) Sol denilen kesim gericidir çünkü üretim güçlerinin gelişmesini engellerler. 2) Türkiye'nin ilericileri 'İslamcı' halk kitleleridir. Değişmeye ve gelişmeye açık olan onlardır. 3) 1960 Anayasası gerici, antidemokratik bir anayasadır. Milli Güvenlik Kurulu antidemokratik bir oluşumdur. Çarpıcı tezler uzayıp gidiyor. Biz burada keselim ve 1969'dan 2007'ye gelelim. Artık partilerimizi nitelerken 'sağ' ve 'sol' kavramlarını kullanmak çok zor hale geldi. CHP'ye sol, AKP'ye sağ dememiz sadece ağız alışkanlığından ibaret. 'Gerici' ve 'ilerici' tabirleri de öyle... Mesela AKP'nin dört buçuk yıllık iktidarında ekonomi büyüdü. Üretim ve tüketim arttı. Muhafazakar halk kesimleri modern yaşamla tanıştı; uçağa bindi, otomobil sahibi oldu, blucin pantolon giydi, başını kapayan kadın sayısı azaldı. Öte yandan yoksul ve dar gelirli kesimlere belediyeler, dernekler, vakıflar, hayırsever adamları aracılığıyla, Müslüman dayanışması" adı altında yardımlar yapıldı. Şimdi bu olanlara ne isim vereceğiz? Sağcılık mı, solculuk mu? Muhalefette kalan CHP ise bir yandan aslına döndü. "Bürokratik elitin siyasi partisi" işlevini üstlendi. Tek parti (1923-1946) dönemine uygun söylemler üretti. Ama öte yandan gelişen ekonomi ve eğitimle birlikte ortaya çıkan yeni orta sınıfın da sesi oldu. Nedir bu; sağcılık mı, solculuk mu? Bence yaşamakta olduğumuz sürecin adı kapitalistleşme ve onunla birlikte gelen modernleşmedir. Bu süreç, bürokratik elitin maddi ve manevi imtiyazlarını aşındırdığı için gerilim çıkmakta, taraflar birbirine babalanmakta. Tabii işin içine; laiklik, etnik ve dini değerler, PKK sorunu, ABD, Avrupa, yabancı sermaye, çağdaş yaşam, mitingler gibi konular da girince, ortalık toz duman oluyor, göz gözü görmüyor. Bu kaotik ortam, insanları ilkelerinden uzaklaştırıyor; normal zamanda bir alternatif dahi saymayacağı odaklara yönlendiriyor. Aksi halde uzun yıllar "kalkınmacı" ekolün bünyesinde ekonomiyi geliştirmek için çabalayan ve 'milli hakimiyet' kavramı çerçevesinde politika yapan bir İlhan Kesici'nin CHP'de işi ne? Tabii yanılıyor olabilirim: Bir zamanlar bürokratik elitin kalesi olan Devlet Planlama Teşkilatı'ndaki müsteşarlık koltuğunu özlemiş olabilir. Emra AKÖZ/ Sabah
<< Önceki Haber Ne sağcıyım, ne solcu... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER