Fransızlaştırama-dıklarımızdan mısınız?
Nerde kalmıştık? Galiba... Erdoğan’ın
İsrail Başbakanı ile yaptığı 1.5 saatlik görüşmesinden devam etmekte fayda var.
Görüşmenin içeriği
Anadolu Ajansı’na şöyle yansıdı: ‘Edinilen bilgilere göre, Erdoğan-Olmert görüşmesinde ağırlıklı olarak,
Türkiye-İsrail ilişkileri ve
Ortadoğu barış süreci ele alındı.
Bu konuda, Türkiye’nin Ortadoğu barış sürecine yapacağı katkılar üzerinde duruldu.
Görüşmede ayrıca, Erdoğan’ın Olmert’e, Haremüşşerif’teki kazılarla ilgili gönderilen
teknik heyetin hazırladığı ve
UNICEF’e sunduğu raporu takdim ettiği belirtildi.
Erdoğan-Olmert görüşmesinde, İsrail-
Filistin sorununun çözümüne Türkiye’nin katkısının da ele alındığı, bu konuda neler yapabileceğinin konuşulduğu da bildirildi.
Öte yandan, İsrail’in
Suriye’ye düzenlediği
operasyon sırasında Türk sınırları içine düşen
yakıt tankı ile ilgili İsrailli yetkililerin önümüzdeki günlerde bir açıklama yapacağı öğrenildi.’
Ancak sanırım bu görüşme de, Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan’ın 5
Kasım da yapacağı ABD gezisi kadar önem taşımaktaydı...
***
Hızlı
Londra gezisi, içinde bulunduğumuz iç sıkıcı durumu ABD ile birlikte aşacağımızı göstermekte...
Ama bu, bundan sonra hep huzurlu bir
ülke olacağız anlamına maalesef gelmiyor...
O huzuru bulabilmek için bu sürece nasıl gelindiğini, arkasındaki dinamikleri ve güçleri derinlemesine
tartışmak ve nihayetinde de çözmek mecburiyeti var.
Bunu yapmadıkça, Türkiye her an allak bulak edilebilecek bir ülke görüntüsü veriyor.
Ancak şimdiki yangını söndürme çabası, derin analizlerin ciddiyetle yapılmasını önler gibi...
***
Bizim yapmadığımızı,
dış basın yapıyor.
Önceki gün
Le Monde Gazetesi’nde, gazetenin ağır toplarından Daniel Vernet’in ilginç bir yorumu vardı...
Şöyle diyordu:
‘Ak Parti Lideri Başbakan Erdoğan, hatasız sayılabilecek bir süreci geride bıraktı. AB tam üyelik müzakere görüşmelerini başlattı. Ekonomiyi liberalleştirerek Türkiye’nin kronik hastalığı enflasyonu
kontrol altına alarak ciddi bir
büyüme yakaladı.
Kopenhag kriterlerini tam olarak yerine getirmemiş olmamasına rağmen kurumsal reformları başlatarak,
insan hakları konusunda ilerleme kaydetti. Askerlerin
siyaset üzerindeki gücünü azaltarak sağ kolu Gül’ü Cumhurbaşkanlığına taşıdı. Genel Kurmayın, bir güç gösterisi olmasından ziyade bir zayıflık olarak nitelendirilecek e-muhtıralı
darbesini önledi.’
Sonra da olup biteni tahlil ediyordu:
‘Askerlerin yitirdikleri
iktidar gücünün bir kısmını geri almak için
sivil ve laik Kemalist kesimden medet ummalarına ve son aylarda
sokak gösterilerini yoğun bir şekilde sergilemiş olmalarına rağmen bu
destek sandığa yansımadı. Askerler,
modern Türkiye tarihinde son döneme kadar sahip oldukları gücü yeniden elde edebilmek için
Irak’a yapılacak bir harekattan medet ummakta. Çünkü silahlı her çatışma askerlerin gücünü arttırıyor. Askerlerin bir dış müdahalenin süresini ve kapsamını belirleyecekler ve demokratik tartışma ortamına karşın bir ulusal birlik talep edebilecekler.
Nihayet ciddi ağır bir darbe de AB ile olan ilişkilere yansıyacaktır. Türkiye’nin etrafında şekillenen bu çalkantı, askerin siyasete
egemen olmak için dönüşüne de, ülkenin AB tam üyeliğine karşı olanlara da bir imkan teşkil edecektir.
Kemalist cumhuriyeti çağdaş ve daha modern bir hale getirmek için
Avrupa Birliği sürecine güvenen Erdoğan, bu konuda çok şey kaybedeceğinin bilincinde olarak askeri bir müdahaleye en son bir çare gözüyle bakacaktır.’
***
Bu analize baktığınızda, başbakanın hem Olmert ile görüşmesinin...
Hem de
Amerika ile ortak bir operasyona sıcak bakmasının...
Türkiye’de
demokrasiyi hırpalamamak için atılmış adımlar olabileceği de akla geliyor.
Çünkü nedense, bu ülkede yaşanan ne varsa...
Sonunda gelip ‘demokrasi olacak mı olmayacak mı’ tartışmasına dayanıyor.
MEHMET ALTAN/STAR