'Hz. Üstad, şartlar gereği bir dönem hutbenin bile Türkçe okunmasına, bir zaman Risale-i Nurlar’ın yeni harflerle yazılmasına karşı çıkmıştır. Ama nasıl daha sonra bu yasaklar ortadan kalkmışsa, bir zaman da gelmiş, Risale-i Nurlar’da yeni neslin anlayacağı şekilde bir sadeleştirmenin yapılmasını bırakın yasaklamayı, tavsiye etmiştir (Kastamonu Risalesi)' diyen Ali Ünal, bu tavsiyenin Hz. Üstad tarafından çıkarıldığının sadece bir iddia olduğunu ve Risale-i Nurlar’dan daha başka çıkarılan bölümler gibi, hiç de hoş olmayacak bir tartışmaya kapı açabileceğini vurguladı.
Ünal, Kur’ân ve Risale-i Nur'un, sadeleştirmeden daha çok manâ kaybına uğraması muhakkak olarak ve yüzlerce yanlışla başka dillere çevrilirken, aslı bâki Risale-i Nurlar’ın “yeni Türkçe”ye çevrilmesine karşı çıkmanın gülünç bir durum olduğunu da belirtti.
Samimî, sâdık Risale-i Nur talebeleri aleyhinde düşünmemeyi bile düstur edinmiş bir insanım.
Ne var ki, son dönemde Hocaefendi’ye ve Hizmet hareketine Risale-i Nurlar’ın sadeleştirilmesi bahanesiyle çok fazla hücum edildi ve dayandıkları akım itibarıyla da Risale-i Nur hizmetine hiçbir zaman sıcak olmamış iktidar, bunu çok istismar etti.
Peygamber Efendimiz’den (s.a.s.) önce vahiy alan ve insanlara dinî sahada rehberlik yapan nebîler, kendilerine Kitap verilen ve Din’de belli sahalarda tecdit yapan rasûller ve kitaplarında Şeriat sahibi dört büyük rasûl vardı. Peygamber Efendimiz’den sonra vahy-i metlûv ve vahy-i gayr-ı metlûv olarak Kur’ân ve Sünnet korunduğu için yeni bir peygamber gelmesi gerekmediğinden insanları irşad adına önceki nebîlerin vazifesi hakikî âlimlere ve mürşidlere, rasûllerin vazifesi Din’in belli sahalarında tecditte bulunan mücedditlere, Şeriat sahibi dört büyük rasûlün vazifesi, mezhep sahibi dört mezhep imamına kaldı. Risale-i Nur ise Âhir Zaman’da İslâm’ın tamamında tecdit ve ihya hizmetidir; bütün peygamberler içinde Peygamber Efendimiz’in yeri ne ise bütün tecdit hareketleri içinde Risale-i Nur’un da yeri odur. Öyleyse:
1. Nasıl peygamberlere veraset, mallarına değil, misyonlarına veraset ise Risale-i Nur’a veraset de, onun vazifesine verasettir ve nasıl kimse Kur’ân’ı temellük edemez ve basıp yayınlamayı tekeline alamazsa, aynı şekilde kimse, Risale-i Nurlar’ı temellük edemez ve yayınlamayı tekeline alamaz; tam tersine, Hz. Üstad (r.a.), herhangi bir kimsenin Din’e hizmet adına onun parçalarını kendi adıyla bile yayınlamasına izin vermiştir (Emirdağ Lâhikası 1). Eğer Bediüzzaman ismi, Risale-i Nur ismi, bir yerde Risale-i Nurlar’ın, onlardaki hakikatlerin yayınlanmasına mâni oluyorsa, bir başka kişinin ismi altında o hakikatleri bırakın yayınlamayı, yayınlamamak, Risale-i Nur’a da, Hz. Üstad’a da ihanet olur. Çünkü önemli olan, isim değildir; Hz. Üstad, kaç yerde Risaleler’in kendisine değil, Kur’ân’a ait olduğunu vurgulamakta ve kendisini aradan çekmektedir. Risale-i Nur’a en büyük bir kötülük, onu evrensel bir İslâmî hizmet olmaktan, meşrep olmaya indirgemektir.
2. Hz. Üstad (r.a.), Risale-i Nur adına üç dönemden bahsetmekte, her bir dönem için ayrı bir vazife bulunduğuna dikkat çekmekte ve “Üç vazifenin birden bir şahısta yahut cemaatte mükemmel ve birbirini cerhetmeden bulunmasının mümkün bulunmadığı”nı belirtmektedir. (Kastamonu Lâhikası) Öyleyse bu, Hz. Üstad’ın talebelerinin ikinci dönemi, ikinci dönemde gelenlerin üçüncü dönemi temsil edemeyeceği demek değil midir? O halde, Hz. Üstad’dan sonra bir İslâmî hizmet olarak Risale-i Nur’la ilgili söz, ikinci dönemin temsilcilerinindir.
3. Dönemler arasında şartlar, zamanlar ve mekânlar gereği fürûâtta farklılıkların olması tabiîdir, hattâ gereklidir.
4. Hz. Üstad, şartlar gereği bir dönem hutbenin bile Türkçe okunmasına, bir zaman Risale-i Nurlar’ın yeni harflerle yazılmasına karşı çıkmıştır. Ama nasıl daha sonra bu yasaklar ortadan kalkmışsa, bir zaman da gelmiş, Risale-i Nurlar’da yeni neslin anlayacağı şekilde bir sadeleştirmenin yapılmasını bırakın yasaklamayı, tavsiye etmiştir (Kastamonu Risalesi). Bu tavsiyenin Hz. Üstad tarafından çıkarıldığı, sadece bir iddiadır ve Risale-i Nurlar’dan daha başka çıkarılan bölümler gibi, hiç de hoş olmayacak bir tartışmaya kapı açar.
Kur’ân ve Risale-i Nur, sadeleştirmeden daha çok manâ kaybına uğraması muhakkak olarak ve yüzlerce yanlışla başka dillere çevrilirken, aslı bâki Risale-i Nurlar’ın “yeni Türkçe”ye çevrilmesine karşı çıkmak, gerçekten gülünç kaçıyor.