Sabah gazetesi yazarı
Umur Talu'nun
Ertuğrul Özkök'e cevabı...
Biat kültürü imiş!
Sanırım kimilerinin hayattaki en büyük kabiliyeti bu: Pozisyon değiştirdiğinde, kendisinin bir önceki pozisyonunda yakalananı, sanki kendisi hiç öyle olmamış, hiç öyle değilmiş gibi yerden yere vurabilmek.
Cumhurbaşkanlığı,
cumhurbaşkanı sevmek, kovulan veya sahip çıkılan yazarlar, memlekete ve güzide medyasına, birbirinden omurgalılara dair ne çok şey öğretti.
Bir podyum var.
Bir de soyunma odası.
Odada askılarda, çekmecelerde; işte
özgürlük,
demokrasi, meslek ahlakı,
bağımsızlık,
baskıya karşı olmak gibi çeşitli
kıyafet ve aksesuarlar duruyor.
Arkadaşlar duruma göre içeri giriyor, takıp takıştırıyor.
Vallahi çok da yakıştırıyor.
Birbirlerine karşı salınırlarken dahi, birbirlerine ne çok benziyorlar!
Bildiğim ilke şudur:
Bir kudret; devlet, siyasi
iktidar, askeri odaklar, para ve servet güçleri filan, birisine fikrinden, yazdığından, konuştuğundan, yaşadığından ötürü baskı yaptı mı, buna girişti mi,
hakaret, aşağılama veya tehditte bulunduğunda...
Önce buna tavır koyarsın.
Bunun "haklı" gerekçelerini aramadan çok çok önce.
Tabii "ilke" bir de şudur:
Bunu, ayrımcılıkta bulunmadan, her seferinde yapmaya çalışırsın.
Yani başbakan yaparsa başka,
Genelkurmay yaparsa daha başka, patron yaparsa bambaşka, cemaat büyüğü yaparsa bir tuhaf olmazsın.
Ama inanamadım.
Aslında inanıyorum da hayal kırıklığım koyulaştı.
"Demokrat" bildiğim nicesinin böyle içten bir derdi yokmuş.
Birdenbire "demokrat,özgürlükçü" kesilenlerin de hiç utanması yokmuş.
Birinciler, "haklı gerekçe imalatçısı" olarak harikalar yarattılar.
Yahu, baskı veya tehditte bulunan herkesin mutlaka "haklı" gerekçesi, bahanesi olur!
(Bu arkadaşların bir kısmının "demokrasi kültürü", mesela yüz binlerce çalışanın zaten kağıt üstünde can çekişen "
grev hakkı" nı da "ekonomiyi mahveden bir canavar" yapıp
manşetten taşlamak!)
İkinciler ise bir alem:
Hiç bilmeseniz, mesela Ay'dan, yok Ay en azından geceleri aydınlatıp hakikatin bir kısmını görüyor da, ister Mars'tan ister Venüs'ten gelseniz, ilk defa okusanız, mesela
Ertuğrul Özkök' ü o kadar haklı bulabilirsiniz ki.
Dediğinin doğru tarafı çok: Birileri "hükümetin, ekselanslarının medyası" olmuş; "biat gazeteciliği" yüzünden bağımsız bir tavır geliştirememiş; hükümet medyası olunca her gün bir yerden gelecek "emir" beklenirmiş.
İyi de...
Bugün, bir süreliğine, bu olayda siz öyle değilmiş gibi yapıyorsunuz diye...
Ne çabuk "tam bağımsız", ne çabuk "her daim mert" oluverdiniz!
Onca senede tek emirle atılan onca manşet, tek emirle gizlenen onca haber, "hükümet medyası" olarak,
RTÜK,
banka, benzin vesaire için onca
manipülasyon ve otosansür, Genelkurmay andıç emirlerinde hazır ol durmak, hükümetlere yaranmak için kovulanlar, manşetlerden
linç edilenler, "biat gazeteciliği" nin had safhası köşe sansürleri: RTÜK ekindeki baskıcı basın kanununa dair tek satır yazamamak, azledilen bir bakanın lehindeki yazıların sayfalardan çıkarılması.
Sadece gazeteciliğe, gazetecilere yapılanlar değil:
Bütün bir ülkenin aklının, fikrinin, geleceğinin; siyasetin, ekonominin, özellikle çalışanların rehin alınması? Şantaj ve tehditler?
Bir tarafta 301'lere filan
bayrak açan demokrat özgürlükçülerin, bir tarafta mesela bu iktidara bindiren cumhuriyetçi yiğitlerin; patron,
holding, grup, piyasa "kültürü" ne boynu ve başı eğik, vicdanı yamuk "biat gazeteciliği"?
Onlar neydi ha?
Laikliğin, cumhuriyetçiliğin, demokrasinin, medya ahlakının mı gereği!
Şaşıra şaşırmaya, binmişiz bir alamete...
UMUR TALU/SABAH