O isim konuştu; işte eski 1 numara

"Beyin takımının beynidir. Görevi kime devretti bilmem ama uzun müddet bir numara oydu"

O isim konuştu; işte eski 1 numara

1979-83 yılları arasında 1. Ordu'da askerî hâkimlik yapmış, 12 Eylül'le birlikte İstanbul sıkıyönetim savcılığı görevi de üstlenmiş eski milletvekili Faik Tarımcıoğlu, önceki hafta vefat eden Orgeneral Haydar Saltık zihniyetinin orduyu 28 Şubat sürecine götüren zihniyet olduğunu anlatıyor. Tarımcıoğlu'nun, 1. Ordu komutanı olduğu süreçte Selimiye'de iki yıl kadar birlikte çalıştığı Orgeneral Haydar Saltık'ı yakından tanımasını sağlayan, onun topluma bakış açısını ortaya koyan, bizzat yaşadığı başka tecrübeleri var. 12 Eylül'ü yapanlar olarak Kenan Evren ve dönemin kuvvet komutanları Nurettin Ersin, Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer, Sedat Celasun'dan oluşan 5 kişilik komuta kademesi resmedilir hep. Ancak 88 yaşında vefat eden Ali Haydar Saltık, darbeyi yürürlüğe koyan plan olan Bayrak Harekâtı'nın müellifidir. Tarımcıoğlu'na göre de darbenin kurmay başkanıdır. Yani ‘beyin takımının beynidir' Saltık. Önde başka isimler olsa da 12 Eylül'ü planlayan, pişiren, kotaran ekibin başında Haydar Saltık vardır. Aslında Haydar Saltık'ın ehemmiyetini, 1. Ordu Komutanlığı'nın yanındaki Selimiye Camii'nde düzenlenen cenaze merasimi de ortaya koymaktadır. Saltık emekliye ayrıldığında genelkurmay başkanı olan Necdet Ürüğ başta olmak üzere, 28 Şubat süreci ve sonrasının genelkurmay başkanları İsmail Hakkı Karadayı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ da onu dünyadan uğurlamaya gelenler arasındaydı. Mevcut Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ve kuvvet komutanları da yoğun yağmura rağmen tam kadro oradaydı. Kenan Evren gelememiş, çelenk göndermişti. Ağustos 1980'de deniz kuvvetleri komutanıyken emekliliği gelen ancak 12 Eylül darbesiyle başbakan atanan Oramiral Saim Bülent Ulusu, dönemin Millî Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz da onu uğurlamaya gelenler arasındaydı. Yani ekip arkadaşları onu yalnız bırakmamıştı. İş dünyasından da Rahmi Koç, oğlu Ali Koç ve Koç ailesinin damadı İnan Kıraç da iş dünyasını temsilen oradaydı. Haydar Saltık'ın büyük oğlu İhsan Tahsin'in yıllardır Koç Topluluğu'nda çalışıyor olmasının dışında başka vefa duyguları da ön plana çıkmış mıydı bilmiyoruz. Fakat şu bir gerçek ki, son yıllarda, bütün genelkurmay başkanlarının bu nevi dikkat kesildiği başka bir tören yok. Haydar Saltık'ın eski 1 numara olduğu da söyleniyordu. Hatta Faik Tarımcıoğlu'na göre uzun müddet 1 numara Haydar Saltık'tı: “Görevi kime devretti bilmem ama devretmeden evvel uzun müddet bir numara buydu.” Saltık, 1985'te ordudan kara kuvvetleri komutanı olarak emekliye ayrıldıktan sonra da bu görevini devam ettirmişti iddialara göre. Bilindiği gibi Saltık, 1985'te, İsviçre-Bern'e büyükelçi atanmış, 1988'e kadar orada kalmıştı. Gazeteci Şamil Tayyar da ‘1 numara'yı tarif eden açıklamalarda bulunuyordu zaman zaman. Tayyar, “1 numara değişen birisi. 1 numarayı bir güç hiyerarşisi içinde değerlendirmeyin. Türkiye'de en güçlü adam kim? A şahsı diyelim. Bu adam 1 numaradır diye algılamayın. 1 numarayı profesyonel bir şirketin genel müdürü, o şirketin CEO'su gibi düşünün.” dedikten sonra mevcut 1 numara için “İstanbul'da yaşıyor. Eskisi gibi çok etkin değil. Çok zengin olduğunu sanmıyorum. Silah kullanmasını biliyor. Emekli bir asker.” açıklamasını yapmıştı. Tarımcıoğlu, Tayyar'ın ‘emekli bir asker ve İstanbul'da yaşıyor' tanımına katılmakla beraber şunları söylüyor, ilaveten: “Hatta gayet nazik, gayet diplomattır; briç oynar, Büyük Kulüp'te boy gösterir, orada ‘buyurun paşam' falan diye kapılar açılır kendisine vs... Yani normal ilişkileri böyledir. Ama bu görev bir bayrak yarışıdır, birinden birine devredilir. Tek kişi her zaman, uzun müddet hâkim olmaz. En fazla diyelim ki konjonktürel olarak 3 sene, 5 sene, ama o kadar...” Anlatılanlara bakılırsa, masonik yapıyla çok iç içedir, hatta masonik bir yapıdır tarif edilen sistem. Tarımcıoğlu'na göre, 28 Şubat'ta Necmettin Erbakan'ı siyaset sahnesinden silen de Fransa Yüce Mason Locası'nın talimatını uygulamaya sokan Türkiye'deki bu yapının ‘kabul edilmiş' uzantısıdır. “Talimat oradan verilmiştir. Türkiye'de bunu canıgönülden uygulayacak, ideolojik yönden destekleyecekler vardır. Üniversite çevreleri vardır, finans çevreleri vardır. 1 numara her zaman asker olmayabilir. Asker kanadının 1 numarası farklıdır, sermayenin kanadının 1 numarası farklıdır. Bunları karıştırmayın. Yani her şeyi asker yönlendirmez. Büyük basın patronlarından birisi mesela geçmişte 1 numaraydı veya o görev ona verilmişti.” Onun için cenaze merasiminde bir anlamda Haydar Saltık değil, zihniyeti değer görüyordu. Çünkü Haydar Saltık zihniyeti 28 Şubat sürecini meydana getiren, orduya hâkimmiş gibi görünen ana zihniyetin de ‘beyni, ağababasıydı.' Tarımcıoğlu, onu da şöyle izah ediyordu: “İşte BÇG (Batı Çalışma Grubu), 28 Şubat'ın muharriki motivasyonu, onun fikrî temelleri ve adım adım uygulayıcılarının ağababasıdır o anlamda. Laikliği ön plana alarak Türkiye'ye tavizsiz bir şekilde Batı sistemini entegre etmeyi amaçlamışlardır. Batı sistemi derken, asla ilericilik, moderniteyi kastetmiyorum. İsrail'in hegemonyasını Ortadoğu'da pekiştirmekle görevli bir yapı. Bana göre millî olmayan bir damar. Onun uzantıları da 28 Şubat'tan bir müddet sonra tasfiye edildiler, yani Güven Erkaya, Çevik Bir vs. falan. Ama geride kalanlar, işte Sarıkız, Balyoz zihniyeti ile o işi devam ettirmek istediler. Fakat hepsinin tasfiyesi zaten mümkün değildi. Ama ana zihin Haydar Saltık çizgisidir.” Peki, baştan beri değindiğimiz Haydar Saltık Paşa çizgisi nedir? Tarımcıoğlu neden bu kadar iddialıdır? Faik Tarımcıoğlu, 1. Ordu Savcılığı'nda, Haydar Saltık'ın girişimi sonucu emekli olacağı 1983'e kadar iki yıl birlikte çalışmıştı onunla. Bu süreçte aralarında çok ciddi münasebetler de olmuştu. Hukukun üstünlüğüne inanmış biri olan Tarımcıoğlu, hukukun gereğini yapmıştı hep. Buna karşılık 1. Ordu Sıkıyönetim Komutanı Haydar Saltık, adli müşavirini de atlayarak savcı Tarımcıoğlu'nun verdiği kararlara kendi el yazısı ile itiraz ediyordu. İtirazlara da en yakın mahkeme bakıyor, onlar da Tarımcıoğlu'nu onaylıyordu. 1. Ordu Komutanlığı ve savcılık, Selimiye'nin Haydarpaşa tarafına bakan kısmında idi, en yakın mahkeme ise Selimiye'nin Marmara'ya bakan bölümündeydi. Tarımcıoğlu'nun böyle yüzlerce dosya sebebiyle münasebeti olmuştu Saltık'la. Faik Tarımcıoğlu'nun elini güçlü kılan bir husus daha vardı. Sicili mükemmeldi. Ona bu sicili verenlerden biri de Saltık'tan önceki 1. Ordu Komutanı Orgeneral Necdet Ürüğ Paşa idi. Ürüğ, Konsey Genel Sekreterliği'ne, ardından da Kara Kuvvetleri'ne atanmış ve nihayet genelkurmay başkanı olmuş bir isimdi. Dolayısıyla Saltık da onun bu parlak sicilini bildiği için Tarımcıoğlu'na menfi sicil verme şansı bulamıyordu. Hatta onunla başka türlü de mücadele edemiyordu. Mesela, iki defa şark emri geldiği hâlde doğuya gönderilmemiş birisiydi Tarımcıoğlu. Onu da en başta Necdet Ürüğ Paşa sağlamıştı. Üruğ, şark emri kararı üstüne özel notlar yazmış ve Ankara'da Genelkurmay'a özel telefonlar ederek “Devletin bekası bakımından yerinde kalması uygundur.” demişti Faik Tarımcıoğlu için. Velhasıl, bütün bunların üzerine Haydar Saltık Paşa, savcı Tarımcıoğlu'nun kararlarına boyun eğmek durumunda idi. Saltık, onu ancak, ayağındaki rahatsızlık sebebiyle aldığı raporu 5 yıl üzerine yürürlüğe sokarak emekli edebilmenin yolunu bulabilmişti. Saltık'ın zihin yapısını anlamak için Tarımcıoğlu'nun onunla nasıl bir ideolojik çekişme içinde olduğuna bakmak gerekiyordu. Mesela, başta Hürriyet olmak üzere Milliyet ve Tercüman gazeteleri dâhil 6 gazetede bir hocaefendinin şöyle bir ilanı yayımlanmıştı: “İrtihal, Emanet-i Sübhaniyye, vâris-i esrar-ı Muhammediyye, tacü'l-urefa, (ariflerin tacı), Evkaf Başmüdürlüğü'nden emekli Mustafa Özeren, el-Halveti, el-Şa'bani efendi hazretleri davet-i Rahman'a icabetle âlem-i manaya intikal etmiştir.” Savcı Tarımcıoğlu, o gün yoğun mesaisini tamamlamış odasından çıkıp evine gidecekken, kapının önünde Milliyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Doğan Heper, Hürriyet Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Erol Türegün, Nobel İlaç Fabrikası'nın sahibi Ayhan Ulusoy, Tercüman Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Aydoğdu İlter ve bir de Gülhane'den tanıdığı bir emekli doktor albay ile karşılaşır. İçlerinden tanıdığı Doğan Heper'e ne olduğunu sorar. O da ‘Tutuklanmaya geldik' der. Ayhan Ulusoy da gazetelerdeki ölüm ilanından dolayı olduğunu söyleyince, Tarımcıoğlu soluğu başsavcının odasında alır. Başsavcı da bunun üzerine dosyayı Tarımcıoğlu'na uzatır. Dosyada üç sayfa vardır. Ölüm ilanının fotokopisi, polisin aldığı ifade ve bir de Sıkıyönetim Komutanı Saltık'ın soruşturma emri. Tarımcıoğlu, bunları görünce oradakilerin ifadesini dahi almadan ‘tutuklama talebine iştirak edilmemiştir' diye savcılık notunu yazar ve onları mahkemeye sevk eder. Ardından da telefon edip hâkime ‘Bu akşam evlerinde çorba içecekler' der. Ertesi gün bir ölüm ilanından dolayı laikliğe aykırı hareket edilmesinin mümkün olmadığını anlatarak takipsizlik kararı verir. Haydar Saltık, bu takipsizlik kararına el yazısı ile 5 sayfa itirazname yazar. Ama mahkeme savcıyı haklı bulur. İkinci bir hadise daha vardır ki o daha vahimdir. Aralarında yaşlıların da bulunduğu başı örtülü, açık, etek veya pantolon giymiş 57 kadın, asker gibi dizilmiş esas duruşta Selimiye Karargâhı'nda bekletilmektedir. Daha vahimi ellerine de kelepçe vurulmuştur. Mahalleden toplanmış bir görüntüleri vardır. Gerisini Tarımcıoğlu'ndan dinleyelim: “Dosyayı okudum. Evlerinde mevlit okuyan bu kadınlara bir komşunun ihbarı üzerine ayin yapıyorlar diye polis baskın düzenlemiş. Baskında hiçbir şey çıkmamış ama bütün kadınlar derdest edilip götürülmüş, 6 gün de Metris Cezaevi'nde tutulmuş. İddia, sadece laikliğe aykırı hareket vs... Ben bunu o zaman dinî inanç ve ibadet özgürlüğüne indirilmiş en büyük darbe olarak saydım bir hukukçu olarak.” Soruşturma emri yine Saltık'tan gelmiştir. Tarımcıoğlu, çok ağır bir takipsizlik kararı yazar: “Ve yazarken, bugünkü hissiyatımı anlama anlamında çok samimi söylüyorum. Savcılar özel hissiyatlarını şeye katmazlar ama ağladığımı biliyorum. 4 savcı daha vardı odamda, onlar da şahitti. Gözlerimden yaşlar aktı. Kararı yazdıktan sonra 1. Ordu Kıdemli Hâkimi Albay Nihat Güner'e telefon açtım. Ve telefonların dinlendiğini de biliyordum. Nihat abi ‘Sana bir karar okuyorum' dedim. Birkaç paragraf okuduktan sonra ‘Eline diline sağlık' dedi. ‘Dosya sana gelecek' dedim. O da ‘Gelsin, geleceği varsa göreceği de var' dedi.” Tarımcıoğlu, orada da laikliğin dinî inanç ve ibadet özgürlüğünün teminatı ve bütün bunların insan haklarına aykırı olduğunu belirten çok müdellel bir takipsizlik kararı yazar. Haydar Saltık Paşa yine bunun irticai hareket olduğunu, bu irticai hareketlerin yaygınlaşması hâlinde Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılacağını falan öngören, yine el yazısı ile bir itirazname kaleme alır. Tarımcıoğlu'nun ifadesiyle bu itirazname de 28 Şubat'ın gerekçesini, temelini oluşturan zihniyetin aynasıdır: “O karar da siyasi iklimde nasıl bir değişme olduğunu, 1982'den 1996'ya Türkiye'nin nasıl yol aldığını, 28 Şubat'ın hangi zihniyetle gerçekleştiğini çok iyi anlatan bir örnektir.” Bir başka hadise de Kuleli Askerî Lisesi'nde okuyan 14 öğrenci ile alakalıdır. Ve suçları ‘ülkücü olduğu iddia edilen' bir teğmenle Üsküdar vapurunda veya bir çay bahçesinde karşılaşıp selamlaşmaktır. Saltık, bu duruma da kafayı takmıştır. Garabete bakın ki ‘ülkücü olduğu iddia edilen teğmen' görevine devam ederken o 14 öğrencinin askeriye ile ilişikleri kesilir, üstüne üstlük ailelerine de borç çıkarılarak... 12 Eylül darbesinin beyni olarak nitelendirilen bir komutan bütün bu işlere nasıl vakit ayırabilmektedir? Tarımcıoğlu, “Özel olarak uğraşırsa vakit bulur. Demek ki bütün fikriyatı buraya aitti. Yani devlet-millet niye bu kadar patinaj yapıyor? Niye bu kadar büyük sıkıntılar çekildi? Neden bu kadar insan cezaevlerinde süründü, ıstırap çekti veya hukuksuzlukla karşılaştı? Bu sebeplerden dolayı.” diyor. Vatandaşı hep karşısında gören, en ufak bir müsamaha göstermeyen, onun üstüne giden, çok uzun süre komünizm, irtica ve bölücülük tehlikesi ile Türk siyaset tarihini etkileyen argümanlardan birisidir bu zihniyet. Haydar Saltık zihniyetinin devamı için kendisinin muvazzaf olup olmaması önemli değildir. O zihniyetin, kadrolara hâkim kılınması yeterlidir. Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrasi Partisi'nden (MDP) siyasete giren, sonra ANAP'ta devam eden Faik Tarımcıoğlu, sürecin nasıl işlediğini de şöyle özetlemektedir: “Bunun için öyle biri seçilerek general yapılır ki tayinde, terfide bir ekip seçersiniz. O kadro kimin genelkurmay başkanı olacağına, liyakati ve mutlak mesleki beceriyi değil, ideolojiyi ön plana alarak karar verir. Bu bir sistem meselesidir. Onu kurmazsanız bundan sonraki ideolojinizi kabul ettiremezsiniz.” Faik Tarımcıoğlu, bu çizginin büyük bir ihtimalle Tel Aviv, Londra ve Washington'un etkisinde bir çizgi olduğunu da düşünmektedir. “Özellikle bazı dikteleri Tel Aviv yapar. Ve ordunun ana çizgisi buna müştekidir. Ama maalesef kadrolar bunu laikliğin bir teminatı olarak görürler. Türkiye'nin İslam dünyasına bakmasını, dönmesini asla istemezler. Böyle bir ekip işte bir zihniyet, bir ideoloji zinciri olarak bunu alır götürür. İşte Haydar Saltık da bunlardan birisidir.” Peki, kimdir 12 Eylül 1980 darbesinin beyni Ali Haydar Saltık? Kudreti nereden gelmektedir? 1923'te İstanbul'da doğan Saltık, Çanakkale eşrafından bir aileye mensuptur. Babası, eczacı Yüzbaşı Tahsin Bey, 1940'larda Çanakkale'de CHP İl Başkanlığı yapmış birisidir. Fatma Muazzez Hanım'la evli olan Tahsin Bey'in, Ali Haydar'dan büyük, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Başkanlığı'ndan emekli ve 1997'de vefat eden Halit Saltık adında bir çocukları daha vardır. Aile hakkında başkaca pek bilgi yoktur ortalıkta. Ancak vefatından sonra Vatan gazetesinin de aynen şu ifadelerle kayıtlara geçirdiği üzere, ‘ailesinden bazı kişilerin 1938 Dersim olaylarında öldüğü söylenen Saltık'ın, soyunun ünlü Bektaşi ailesi Sarı Saltuk'a dayandığı da bilinmektedir.' Haydar Saltık, orgeneral rütbesiyle emekli olana kadar hep kritik zamanlarda kritik sayılabilecek mevkilerde görev almıştır. Muhtemeldir ki babasının etkisiyle askerî okula yazılan Ali Haydar, 1940'ta Kuleli Askerî Lisesi'ni bitirir. Bir yıl sonra Kara Harp Okulu'ndan topçu asteğmen rütbesi ile mezun olan Saltık, 1943'te de Topçu Sınıf Okulu'ndaki eğitimini tamamlar. Çeşitli birliklerde batarya takım komutanlıkları yapan Saltık, Demokrat Parti'nin iktidar olduğu yıllarda Harp Akademisi'ni bitirir ve 1955'te kurmay çıkar. 1958'de Washington'da görev yapar. 1966'da tuğgeneral olur. Bu arada CENTO Eğitim Dairesi Başkanlığı ve 8. Piyade Tugay Komutanlığı yapar. 1970'te tümgeneral olarak 3. Ordu Kurmay Başkanlığı'na getirilir. 12 Mart 1971 döneminde adı MİT Müsteşarlığı'na önerilir. Bu gerçekleşmez ama daha pek çok hizmette de bulunur. Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı, Genelkurmay Eğitim Daire Başkanlığı yapar bu süreçte. Yani Haydar Saltık, hızlı ve mükemmel bir kariyer sağlamıştır bu dönemde. Saltık'ın esas vazifesi aslında 1974'ten sonra başlayacaktır. 1974'te korgeneralliğe terfi eder. Genelkurmay Harekât Başkanlığı yapar ve Kıbrıs Barış Kuvvetleri'nin sevk ve idaresi ona teslim edilir. Harekât Başkanlığı, o ana kadar üstlendiği görevler arasında en kritik vazifedir muhtemelen. Faik Tarımcıoğlu, karargâh için en önemli iki birimi, Harekât Başkanlığı ve Genelkurmay İkinci Başkanlığı olarak ifade etmektedir: “Karargâhta ya harekât başkanı olursunuz, bu planları yaparsınız, ya kurmay başkanı, yani ikinci başkan olursunuz bu planların talimatını verirsiniz. Yani Genelkurmay'ın en önemli iki kritik noktası bunlardır.” Haydar Saltık Paşa, 1978'de orgeneralliğe yükselir. Bu rütbede iken üstlendiği vazifeler arasında, Tarımcıoğlu'nun en önemli iki vazifeden saydığı Genelkurmay 2. Başkanlığı da vardır. Zaten Kenan Evren de anılarında darbe hazırlığını ilk Haydar Saltık'la başlattığını anlatmaktadır: “Kuvvet komutanları ile mutabakata vardıktan sonra İkinci Başkanım Orgeneral Haydar Saltık'ı çağırarak kendisine şu görevi verdim: Senin başkanlığında çok itimat ettiğimiz iki kurmay subayla bir çalışma grubu kurunuz. Bu gruba kapalı olarak başka bir görev veriniz. Ancak esas görevleri, bir müdahale zamanı gelmiş midir, müdahale mi daha iyi netice verir yoksa ilgilileri ikaz mı daha münasiptir? Bunları etüt etsinler ve zaman zaman bana rapor versinler. Rapor daktilo ile değil, el yazısı ile olmalı ki, gizlilik ihlal edilmemeli.” Evren'in ifadelerine göre Saltık, görevi aldıktan sonra iki kurmay subayı seçip kendisine bildirir. Onay aldıktan sonra da 11 Eylül 1979'dan itibaren çalışmaya başlar. Kenan Evren'e göre Saltık o kadar gizli çalışmaktadır ki, bazıları ona, Saltık'ın ihtilal hazırlığında olduğu ihbarında bile bulunur o süreçte. Kısa sürede iki rapor hazırlayan Saltık özetle, “Meclis'in feshedilmesi ve yönetime el konulması, bir kurucu meclis kurulması gerektiğine, bunları yapmakta gecikilirse bir iç savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalınacağına” dikkat çekmektedir. Sokak kan gölüne çevrilmişken, Türkiye'nin güvenliğini sağlamak yerine Genelkurmay Başkanı Kenan Evren bu arada ne mi yapmaktadır? Anılarından anladığımız kadarıyla ‘raporları okuyup dolapta saklamakla meşguldür. Çünkü henüz böyle bir durumun mevcut olmadığı düşüncesindedir.' Yani Bedrettin Demirel Paşa'nın dediği gibi ‘şartların olgunlaşmasını' beklemektedir. Yoksa, Şubat 1979'dan beri sıkıyönetimin uygulandığı bir ortamda her gün onlarca insan nasıl öldürülebilir ki! Faik Tarımcıoğlu, burada, gazeteci Yıldıray Oğur'un da şüpheye düştüğü bir noktaya dikkat çekiyor. O da Evren'in aslında darbe sürecine sonradan dâhil olduğuydu. Zaten Evren, emekliliği geldiği için bavulunu toplamak üzere değil miydi? Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun, darbe peşinde koştuğu iddiasıyla Başbakan Süleyman Demirel tarafından emekliye ayrılmıştı. Yerine Demirel, 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ali Fethi Esener'i, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk de 1. Ordu Komutanı Orgeneral Adnan Ersöz'ü getirmek istiyordu. İkisinin isteği gerçekleşmeyince, bavulunu toplamakta olan Ege Ordu Komutanı Kenan Evren, hesapta yokken önce kara kuvvetleri komutanı, ardından da genelkurmay başkanı oluvermişti. Tarımcıoğlu, “Kenan Paşa kara kuvvetleri komutanı olduğunda, plan hazırdı.” iddiasındaydı. Dolayısıyla Evren, hazır planın üzerine gelmişti: “Yani planın rötuşları kalmıştı, ana iskeleti hazırdı.” Evren'in, Saltık'a “Önünde sonunda bu işi temizlemek bize düşecek. Ancak, henüz o noktaya gelmedik. Daha beklemek zorundayız.” demesi de bunu çağrıştırıyordu biraz. Darbenin adını Bayrak Harekâtı olarak koyan Saltık, darbenin tarihini de önce 11 Temmuz 1980 olarak belirlemişti. Ama ağustostaki Yüksek Askerî Şûra ve tayin-terfiler sorunu ile Demirel Hükümeti'nin az farkla da olsa henüz güvenoyu almış olması darbe tarihinin ertelenmesini gündeme getirdi. Ekipten Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Ulusu, 30 Ağustos'ta emekli olarak aralarından ayrılacaktı. Ama bu bir kayıp sayılmazdı. Darbeden sonra başbakan olarak ona yöneleceklerdi çünkü. Saltık Paşa, hakikaten darbenin beyni idi. Bütün detaylar onun kontrolü altındaydı. Evren Paşa'yı istediği gibi yönlendiriyordu. Sonunda darbe tarihi 5 Eylül 1980'den sonrası olarak tespit edildi. Darbeden sonra işleri yürütecek heyet için de Millî Güvenlik Konseyi ismi uygun görülmüştü. Bunun bir de sekretaryası olacaktı. Onun için de Evren'in aklındaki isim, başından beri işin içinde olduğunu söylediği Saltık'tı. Fakat Saltık kıta görevi olarak Ege Ordu Komutanlığı'na gitmişti. Ancak Evren'e göre darbede Saltık olmazsa olmazdı. Ondan dinleyelim: “Ancak onu getirmemiz şarttı. Zira harekât emirlerinin ve diğer konuların hazırlanmasında her şeyi en ince teferruatına kadar o biliyordu.” O sorun da bir planla aşılacaktı. Harekâttan birkaç gün önce Harp Akademileri Komutanı Orgeneral Süreyya Yüksel, İzmir'e gönderilecek, gayriresmî olarak ordu hakkındaki gerekli bilgiler Saltık'a aktarılacak, 11 Eylül günü de Saltık, yerine Yüksel'i bırakarak Ankara'ya gelecekti. Plan yürürlüğe kondu. Amerikan'ın son andaki onayı da ihmal edilmemişti. 3 Eylül 1980 tarihli gazetelerin iç sayfalarında küçük bir haber vardı: “Hava Kuvvetleri Komutanı bugün ABD'ye gidiyor.” Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın Amerika'dan dönüşü ise 11 Eylül'ü bulacaktı. Ve bu kadar emek boşa gitmedi! Bayrak Harekât Planı başarıyla gerçekleşti. Saltık, 12 Eylül'le birlikte Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreterliği ile Devlet Başkanlığı Genel Sekreterliği'ne getirildi. Zaten birkaç hafta önce Ege Ordu Komutanlığı'na giderken böyle bir görev alacağını da biliyordu. Genel Sekreterlik makamı askerî darbe dönemlerinde her zamankinden önemli bir makam hâlini alıyordu. Zira bakanlıklara gidecek bütün kanun, tüzük ve kararnameler ile devletin bütün atama vs. işlemleri buradan yönlendiriliyordu. Hatta darbeden sonra Turgut Özal'a ‘bizimle beraber çalışır mısınız?' teklifini de genel sekreter sıfatıyla Saltık yapmıştı. 1981'de MGK Genel Sekreterliği'ni Orgeneral Necdet Üruğ'a devrederek 1. Ordu Komutanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutan Yardımcılığı'na atanan Saltık, 1983'te ise Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na getirildi. Saltık, her konuda canla başla çalışıyordu. 1982 Anayasası için nasıl çalıştığının şahidi bizzat Faik Tarımcıoğlu idi. Saltık, evet oylarının yüzde 80'in altında kalması sebebiyle Bandırma Kaymakamı'na telefonda çok ağır laflar sarf ediyordu. Tarımcıoğlu'na göre halkın anayasaya yüksek oranda evet demesinin sebebi de bir an önce askerî yönetimin idareyi bırakıp gitmesini sağlamaktı. ‘Diplomat-asker' olarak da ifade edilen Ali Haydar Saltık, Alevi-solcu-antiemperyalist bilinerek bazılarına göre solun darbeye bakış açısını değiştirmişti. Ama gerçek olan herhâlde Saltık'ın, merkezî sistemle devleti yöneten, vatandaş adına her şeye karar veren devletçi zihniyete sahip olduğuydu. Bu da onun solcu zannedilmesine vesile olmuştu. Kendisini tanıyan Tarımcıoğlu'nun tanımlamasıyla Saltık için ‘solculuk konusu biraz yakıştırmaydı.' Doğrusu sosyal faşizm veya devlet faşizmiydi ki bu da solculukla karıştırılmaktaydı. Hayatını Bilge Hanım'la birleştiren Haydar Saltık'ın bu evlilikten 3 erkek çocuğu olmuştu. İhsan Tahsin, uzun yıllar Koç Grubu'nda çalışmış ve Demet Evrensel ile birleştirmişti hayatını. Aynı zamanda mason da olan Tahir Mehmet Saltık ise Rengin Ayşe (Yurdakul) ile Kenan Evren ve Nurettin Ersin'in şahitliğinde, 1983'te evlenmişti. Ailenin küçük oğlu Aziz ise doktor Gülbin Hanım'la evli. ENKA'da çalışıyor ve sualtı fotoğrafçılığına meraklı, tıpkı babası gibi. Haydar Saltık'ın özel tutkusu da fotoğraf çekmekti. Özellikle hafta sonları dağ tepe dolaşarak insan ve doğayı fotoğrafladığı pek bilinmeyen bir özelliğiydi. Saltık, Türk müziği de seven birisiydi. Yakın tarihte bu kadar mühim vazifeler üstlenmesine rağmen, İsviçre'nin Bern Büyükelçiliği görevinden ikinci kez emekli olduğu 1988'den sonra adeta suskunluğa bürünmüştü. Ya da kamuoyu onun inzivaya çekildiğini düşünüyordu. Ama o sessiz sedasız, ülke için önem arz ettiğini düşündüğü, bugün için biraz da ‘ulusalcı hassasiyet' içerdiği yorumları yapılabilecek pek çok yerde hazır bulunmuştu. Bunu sonradan yaptığımız araştırmalarda fark etmiştik. Kıbrıs ve Ege ile ilgili toplantılara katılmış, 2000 yılındaki Kuleli Askerî Lisesi'nin 154. dönem diploma töreninde bulunmuş, 2. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Ercan Birol'un, öğrencilerden ‘şeriat düzeni getirmek isteyenlere karşı daima uyanık olmalarını' istediğine tanıklık etmişti. 2006'da yine güvenlikle ilgili bir toplantıda gazeteci Ardan Zentürk'e belki de basında ilk kez konuşarak “Artık dünyada ve Türkiye'de darbe yapılamaz.” demişti. Haydar Saltık, sürece müdahale edilmediği takdirde 1985'te kara kuvvetleri komutanı olarak emekliye ayrılacaktı. Kenan Evren, bir yıl daha süresini uzatmayı düşünmüştü ama bunun bir yararı olmayacaktı. Çünkü Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ'un görev süresinin dolmasına iki yıl vardı. Dolayısıyla Saltık, yerini Necdet Öztorun'a devredecekti. Necdet Üruğ da Necdet Öztorun'un kara kuvvetleri komutanı olmasını istiyordu, halefi olarak Genelkurmay Başkanlığı'na onun gelmesini arzu ediyordu. Fakat Başbakan Turgut Özal, Öztorun yerine Necip Torumtay'ı tercih edecekti. Evren, Üruğ ile Saltık'ın ters düşmemesi için bu konuyu zamanı geldiğinde düşünmeyi önerdi Özal'a. Ve Saltık için de büyükelçi olarak görevlendirilmesini kararlaştırdı. Fakat emekli edildikten sonra Saltık'ın pozisyonundaki birinin, yani Kara Kuvvetleri Komutanlığı'ndan emekli bir askerin büyükelçi atanması pek alışık olunmayan bir durumdu. Belki daha ilginci, Saltık'ın, onca başka başkente rağmen neden İsviçre'yi, neden Bern'i tercih ettiğiydi? Burada sözü, Haydar Saltık'la çalışmış, onu yakından tanıyan, devletin işleyişine hâkim, milletvekilliği de yapmış Faik Tarımcıoğlu'na bırakıyoruz: “Devlet kayıtlarına geçti mi geçmedi mi bilmiyorum. Soru işareti olarak değil de iki sorunun cevabının bulunması lazım. Birincisi, Haydar Saltık zamanında, yani 1. Ordu komutanı iken Üsküdar Meydanı'nda bir kamu görevlisi birisini dövüyor, ağzını burnunu kırıyor. Ve bu kamu görevlisi o olayda neden bu kadar çok büyük reaksiyon gösteriyor? O kamu görevlisinin ağzını burnunu kırdığı vatandaş ne yapıyordu veya ne yapmak istiyordu? Bunun Haydar Paşa ile ilgisi neydi? Bu irtibatın aydınlanması bazı şeyleri açığa çıkarabilir. Bu bir. İkincisi, bir kara kuvvetleri komutanı ne diye Bern'de büyükelçi olur? Yani ne zaruret vardı da Bern'i tercih etti?” “Sizin yorumunuz nedir?” diye sorduğumuz Tarımcıoğlu, sorularına yenilerini eklemekle yetiniyor: “Bern'de ne oldu? Bunun Özal'ın vurulması ile ilgisi var mıydı? Bern'de toplanan bir küçük konsey kimlerden ibaretti? Bunun içinde çok ünlü gazeteciler, gazete patronları var mıydı? Mafya ile ilişkileri neydi? Saltık niye bu hengâmede Bern'de büyükelçi oldu? Yani bunlar izaha muhtaç suallerdir.” Ardan Zentürk de 1988'de, Davos dönüşü Haydar Saltık'ın, büyükelçi olarak Başbakan Turgut Özal'ı havaalanında uğurlamaya geldiğini, ancak rahmetli Özal'ın, sırf Saltık'la konuşmamak için sırtını dönüp bir saat boyunca gazete okuduğunu anlattı bizlere. Anlaşılan sorular havada uçuşuyor. Zira Haydar Saltık, vefatına rağmen fenomen olmayı sürdürüyor. CEMAL A. KALYONCU
<< Önceki Haber O isim konuştu; işte eski 1 numara Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER