Özal siyasetçinin, Erdoğan rantçının ayarını bozdu
Türkiye’de kurulu düzen ilk
Turgut Özal’la sarsıldı. 1984 yılında yapılan
genel seçimler öncesinde Özal,
Boğaz Köprüsü’nü satacağını söyledi ve
ANAP olarak seçimlerde yüzde 45 oy aldı.
Başbakanlık koltuğuna oturur oturmaz da köprüyü sattı. ‘Kutsal devlet’ in malının satıldığını gören anayasa
profesörü
Mümtaz Soysal, Özal’ı hukuk bilmemekle suçladı.
Oysa gerçek bu değildi...
Anayasacı Soysal dünyadaki hukuki gelişmeleri izlemediği için devletin yetersiz kaldığı durumlarda piyasanın devreye girdiği kuralını kavrayamadı. Hukuku sadece yerel düzeyde algılayabilen Mümtaz Soysal da daha sonra bir parti kurdu ama Özal gibi başbakan ya da
cumhurbaşkanı olamadı.
Sıradan bir
Anadolu çocuğu olan Turgut Özal, başbakan ve ardından cumhurbaşkanı seçilerek, bu ülkede sadece Mümtaz Soysal benzeri seçkinlerin ayarını bozmadı. Mevcut sistemde kendine yer arayan taşralı siyasilerin de ayarını bozdu. Ordunun genelkurmay başkanlığı için yaptığı 12 yıllık atama planlarını alt üst ederek, askere böyle bir
sivil müdahaleyi aklından bile geçirmeye cesaret edemeyen Süleyman
Demirel’i alt üst etti. Demirel, “tapulu arazime gecekondu yaptırmam” diyerek Özal’ın aldığı oyların kendisine ait olduğunu iddia edecek kadar tuhaf durumlara düştü.
Aynı dönemin politikacılarından biri de Profesör
Erdal İnönü’ydü. Türkiye için bir projesi olmayan
Erdal İnönü, yaptıklarıyla dünya liderleri arasına giren Özal’ın
İngilizce konuşmasıyla alay etti. Daha sonra 1991’de Turgut Özal cumhurbaşkanı olduğunda, o da Demirel’le birlikte
koalisyon hükümeti kurdu ve ikilinin yaptığı ilk büyük iş, kadınlarda emeklilik yaşını 38’e, erkeklerde de 42’ye düşürmek oldu. Böylece Demirel-İnönü ikilisi sosyal güvenlik sistemini iflas ettirdiler. Popülist uygulamalarla kamu maliyesini ve kamu bankalarını büyük borçlara soktular. Vatandaşlar bu politikacıları ve onların uygulamalarını sonuçlarıyla görünce Özal’ın değerini anladılar ama iş işten geçmişti.
Attığı cesur adımlarla Özal, bu ülkede siyasilerin dengesini sarstı. Şimdi sıra işadamlarının geleneksel çıkar dengelerini sarsmaya geldi. Bunu da
Tayyip Erdoğan yapıyor. Rantlardan para kazanan büyük işadamlarının ayarını o bozuyor. Halkın oyuyla iktidara gelirken onu küçümseyen ve ‘nasıl olsa ekonomiyi yönetemez,
kriz çıkartır ve hemen gider’ diyen iş dünyasının bazı büyüklerinin beklentisi bir türlü gerçekleşmiyor.
Aksine Tayyip Erdoğan, son altı yılda
disiplini elden bırakmayarak kamu maliyesini düzeltti,
bütçe açığını kapattı v
e devlet borçlarını azalttı.
Bütçe açığının ulusal gelire oranı 2002’de yüzde 24,5; devlet borçlarının oranı da yüzde 98 idi. 2008 yılı sonunda bütçe açığı yüzde 1,7’ye, devlet borçları yüzde 37’ye geriledi.
Erdoğan, kamuyu disiplin altına alarak işini başarıyla yaptı. Asıl işini yapmayan büyük işadamları oldu. Erdoğan devletin maliyesini düzeltirken, büyük işadamlarının önemli bölümü kendi şirketlerinin mali dengelerini bozdular. Dış borçlarını 42,9 milyar dolardan yedi yılda 196,2 milyar dolara çıkardılar. Şirketlerini kırılgan hale getirdiler. Dünya mali krizinde yurtdışında para kaybettiler.
Bu yüzden de şimdi hiç gerekmediği halde IMF’yle yeni bir
anlaşma istiyorlar. Bugüne kadar Türkiye’ye her zaman IMF’yi devlet çağırırdı, şimdi büyük işadamları IMF’yi çağırıyor. Çünkü çok borçlular ve IMF’nin anlaşma karşılığında Türkiye’ye vereceği parayı kendilerine istiyorlar.
Bunu açıkça söyleyemedikleri için de, IMF olmazsa Türkiye’de kamunun mali disiplininin bozulacağını ileri sürüyorlar. Anlayacağınız, ekonominin yönetimi konusunda seçimle gelen hükümete güvenmeyip, IMF’ye güveniyorlar. Oysa Türkiye’nin IMF’ye ihtiyacı yok. Çünkü kamu maliyesi sürdürülebilir durumda.
Dün açıklanan 2009
ocak ayı bütçe rakamları da yaşanan
ekonomik kriz koşullarında oldukça iyi görünüyor. Krize rağmen ocak ayında
vergi gelirleri geçen yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 2,4 oranında azaldı. Ama toplam gelirler yüzde 0,3 oranında arttı. Faiz dışı harcamalarda ise yüzde 24,9 oranında artış var. Zaten ekonomik krizle başa çıkmak için harcamaların artması şart.
Hazine’nin nakit dengesi açısından da sorun yok. Ocak ayında bütçe açığı 2,9 milyar lira olurken, Hazine’nin nakit açığı 1,9 milyar lira oldu.
Nakit açığının
küçük olması ve Hazine’nin kolayca borçlanması kamu maliyesinin iyi durumda olduğunu teyit ediyor.
Bütün bu gerçeklerden hareketle Başbakan Tayyip Erdoğan, “menfaatimiz yoksa IMF ile anlaşmayız” dedikçe, bazılarının asabı işte bu yüzden bozuluyor ve gerçekler gizlenmeye çalışılıyor.
Demokrasiye inanıyorsanız,
Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi bırakın seçimle gelen hükümet ekonomiyi yönetsin. Eğer hükümetin icraatını beğenmiyorsanız, artık içeride askere, dışarıda IMF’ye müracaat etmeyin. Lütfen siz de bir siyasi parti kurun ve seçimlere girin. Belki kazanırsınız.
SÜLEYMAN YAŞAR-TARAF