"Referandumda bu paketin iyi bir sonuçla evetle sonuçlanacağını. Muhtemelen yüzde 60 civarı. Türk halkı sağduyulu bir şekilde AK Parti ile referandum arasında bir ayrım yapmayı iyi bilir. AK Parti ile sorunu olanlar seçimde hesaplaşacaktır. Referandumla onun birbirinden farklı olduğunu Türk halkının çok iyi bildiğini düşünüyorum."
Ana
yasa Mahkemesi Raportörü ve Demokrat
Yargı Derneği
Eşbaşkanı Osman Can mahkemenin esasa girererek
Anayasayı açıkça ihlal ettiğini söyledi. Anayasaya aykırı bir kararın ise içtihat olamayacağını ifade eden Can, referandum süreci için ise; "Yargıda bir aydınlanma dönemi başlıyor. Yargıda ortaçağ dönemi kapanıyor, yeni bir çağ başlıyor" değerlendirmesini yaptı.
Ben en güçlü sözün, en çığır açıcı
önerilerin hangi dönem olursa olsun; dönemin en muhafazakâr, tutucu kurum ve yapısından geleceğine inanlardanım. Bu söylenilen sözün gücünden ya da çığır açıcılığından değil; bizatihi sözü söyleyenin ait olduğu kurumun meşruiyetinden kaynaklanır. Çünkü kimse bu kurum böyle bir söz beklemez.
Türkiye'de yakın geçmişte bunun somut örneği; yıllarca bir anlamda devletin merkezinde olmuş Mehmet Ağar'ın "düz ovada
siyaset" söylemidir. Bu sözü ya da mealindeki sözü Ağar'dan önce bir çok kişi söylemiştir ama hiç biri Ağar'ın söylemi kadar etkili olmamıştır. İşte AYM Raportörü Osman Can'ın mahkemenin
anayasa değişiklik paketi için vereceği olası bir
iptal kararı için önerdiği "yokluk" argümanın bu kadar tartışılmasını sağlayan önerinin bizatihi AYM Raportör olan birinden yani bizatihi kurumun içinden gelmiş olmasındadır. Ve bu
tartışmanın AYM kararına etkisi olduğu da muhakkaktır. Yeni bir hayat kurmanın telaşında olan Can, bize zor gününde zaman ayırdı. Kendisi ile buluştuğumuz mekanda gözler onun üzerindeydi. Onların içinden orta yaşın üzerinde bir beyefendi yanımıza geldi ve; "Osman bey tanışmıyoruz ama elinizi sıkmak istiyorum. Çok sağolun" dedi ve gitti. Oturduğumuz kafede hesap istediğimizde arka masamızdakı kız arkadaşıyla oturan gencin bizim adımıza hesabı ödediğini öğrendik. Sahi mutluluk dediğiniz nedir ki? Benim için bu anlara şahit olmaktı mutluluk. Can için daha fazlası belki de. Osman Can ile AYM kararını, referandum sürecini konuştuk. Çok konuşulan
istifası için tarih verdi: "1
Eylül'den itibaren artık yokum".
AYM'nin verdiği karar kimseyi memnun etmedi. Nasıl okumalıyız bu kararı?
AYM karar süreci çok ciddi bir siyaset bilimi ve çok ciddi bir siyaset sosyolojisi analizini gerektiren bir karar. Yaklaşık 80 yıllık bir geleneği okumak mümkün. Son dönemdeki kamuoyu
baskısının ne kadar etkili olduğunu görmek mümkün. Eski güçlerin ne kadar direnç içerisinde olduğunu ama bu dirence rağmen ne kadar zayıfladıklarını da görmek mümkün. Bu kararda, bir yandan pozisyonu kaybetmemek ama öbür yanda gelişime karşı kaybetmemek arasında orta yol bulma çabalarını okumak mümkün. Bu açıdan tipik bir AYM kararı değil. Karar tamamen siyaset bilimi analizini gerektiriyor.
Karar hukuki mi?
Burada hukuk aramayacağız, hukuksal ölçütlere vurursak zaten baştan anayasanın açık hükümlerine aykırı olduğundan dolayı bu karar yoklukla maluldür.
AYM KARARI ANAYASAYA AÇIKÇA AYKIRIDIR
Peki bu kararla birlikte AYM bir içtihad yolu açmış oluyor mu?
Kesinlikle karar meşru bir karar değil ve meşru bir içtihat olmayacaktır. Çünkü anayasaya aykırı verilmiş bir karardır bu. Yasaya aykırı yargısal içtihat, Anayasaya aykırı Anayasa yargısal içtihatı olmaz. Aksi durumda Anayasanın değil, Mahkemede oturan 11 üyenin iradesinin üstünlüğü söz konusu olur ki, bu bizatihi Anayasanın ortadan kaldırılmış olduğunun resmidir.
Anayasa Mahkemesi Anayasal sınırlar içinde kalmak zorundadır. Siyasal kararlar siyaset kurumunun
yetki alanına girer.
Peki ne anlama geliyor AYM'nin siyaset yapması?
AYM'nin siyaset yapması konusunda kafalar karışık elbette. AYM siyasal alanda yer alan bir
organdır dediğimiz zaman; mahkeme siyaset yapmalı, dolayısıyla siyaset yapması doğaldır gibi bir şey ortaya çıkıyor. Burada birbirinden ayırmamız gereken iki nokta var. AYM anayasaya uygunluk denetimi yapar. Anayasanın maddeleri politik maddelerdir. Yani hukuk formata bürünmüş politikalardır. AYM'nin hukuk adına yapması gereken, bu siyasetin hukuksal çerçevesinin güvencesi olmaktır. Anayasanın hâkimi değil, yalnızca bekçisi olmaktır. Maalesef Türkiye'de AYM bu bekçilik sınırını aşıp siyaset yapıcılarının alanına giriyor ve kendini onlarla eşitlemeye çalışıyor. Kendini hakim kılıyor. Buna izin verilemez.
AYM VESAYETİNİ SÜRDÜRMEK İSTİYOR
Siyasi parti gibi mi?
Siyasetin alanı içerisine girdiği andan itibaren AYM siyasal bir aktöre dönüşür. AYM'nin Türkiye'deki pratiğine bakıldığı zaman Türkiye'de az önce tanımladığımız çerçevede hukukla siyaset arasındaki ilişki tamamen birbiriyle karışıktır. AYM, bütünüyle temel siyaset konusunda parlamentoya
vesayet unsuru olarak karşı çıkmak, parlamentonun
tercihlerini anayasanın derin ve yazılı olmayan ideolojik tercihleri ile uyumlu hale getirmek, gerekiyorsa parlamentoyu bu doğrultuda baskı altına almak işlevini yerine getiriyor. Mahkeme, bu son karar da dâhil olmak üzere bu işlevinden vazgeçmemiştir. Burada siyasetin yapması gereken AYM'ye hukuksal sınırlarını hatırlatmaktır.
HYSK Başkan Vekili
Kadir Özbek'in açıklaması...
Sayın Özbek'in açıklamasını dinlediğimizde herhangi bir parti üyesi konuşmasından farklı değil. Oysa
HSYK Başkan Vekili bir kamu erki kullanıyor. Ancak "
yargıçlar şuna karşı, buna karşı mücadele edecektir" derken adeta yargıçlardan oluşan bir siyasi parti lideri gibi bir dil kullanıyor. Bu durum, Türkiye'de yargı kültürünün siyasal bir kültür olarak,
sınıfsal bir yapı kültürü olarak biçimlendiğini ve bugüne kadar da hep bu refleksle hareket ettiğini bize gösteriyor. Yüksek yargıçlar sanki bir sınıf mücadelesi veriyorlar. Sanki bir
işçi sınıfı bir de
yüksek yargıçlar sınıfı varmış gibi politik mücadele gösteriyorlar. Ve savundukları mesleki yarar,
toplumsal
adalet beklentileri vs. değil, devletin ideolojik bekası. Bu tavır, bu kişilerin yargıç olmadıklarını aslında ideolojik birer
misyoner olmaya çalıştıklarının tipik bir göstergesi.
ESASA GİRDİ AMA İPTAL EDEMEDİ
Belki üzerinde fazla durulmadı ama AYM'nin bu kararında esasa girilmesine rağmen paket iptal edilmemesi de çok önemli. Ne dersiniz?
Evet AYM, esasa girmiş ama reforma onay vermiştir. Bu çok önemli. Yani mahkeme, "esasa girdim esas itibariyle baktım bir tane
teknik konuda, anayasanın değiştirilmez hükümleriyle hiçbir ilgisi olmayan bir noktada şunu şunu çizdim adeta
senato olarak çalıştım" dedi. Politik sonuçları itibariyle bakıldığı zaman reform olduğu gibi duruyor. Mahkeme hiç beklenmedik bir şey yaparak reformun cumhuriyetin temel niteliklerine uyumlu olduğuna ilişkin bir karar verdi. Şu anda cumhuriyetin temel niteliklerine de AB'ye de uyumlu bir reform paketi var artık.
Yokluk hükmünde ısrarlı mısınız?
Bakın biz bu görüşü ortaya atarken politik pozisyon kazanmak için değil, hukuki bir argüman ileri sürdük. Bütün kurumlar ancak kaynağını anayasadan alan bir yetkiyi kullanabilirler. Kaynağını anayasadan alan bir yetki kullandıkları sürece onların verdikleri karar hukuki karar olur. Bir kurumun kaynağını anayasadan almayan bir yetkiyi kullanması ile ortaya çıkacak kararın hukuksal geçerliliği ise olamaz.
Kamu hukukunda yetkisizlik esastır. İster AYM, ister hükümet olsun ister başka bir idari birim olsun anayasanın şekil şartlarına ağır bir ihlal, ağır bir yetki ve ağır bir fonksiyon gaspı gerçekleştirdikleri andan itibaren onların işlem ve kararları yok hükmündedir. Böyle bir karara geçerlik tanıyamazsınız. Bunu
tescil edecek kurum ise parlamentodur, böyle bir kararın muhatabı kimse odur. AYM de anayasaya aykırı olarak esasa girip iptal kararı verdiği andan itibaren siz bu karara hukuki olarak var diyemezsiniz.
Hukuk sistemimiz 'yokluk hükmü'
yabancı değil...
Evet.
Yargıtay dâhi bazı mahkeme kararlarını yok sayabiliyor. Yani yok hükmünde sayılmanın Türkiye'de pratiği vardır.
Danıştay pratiği vardır. AYM ağır bir anayasa ihlali gerçekleştirdiğinde yok hükmünde sayılmak da politik organların ona karşı dile getirmesi gereken bir önlemdir, bir imkândır. Çözümdür. Hukuk organları anayasayı ihlal ettiklerinde artık tepki göreceklerini bilmeliler. Bunu sadece mahkeme için söylemiyoruz. Bu hükümet için de böyledir, bütün devlet organları için de. Biz bu konuda ısrarcı olacağız.
İSTİFA DEĞİL AYRILIK TARİHİ: 1 EYLÜL
Sizin "yok sayma" önerinize,
özgürlükçü hukukçular
kaos olur diye karşı çıktılar. Neden?
AYM'nin kararı kaos yaratmıyor da, Meclis'in milletin iradesinin hukuksuz bir kararı yok sayması nasıl kaos yaratabilir? Ben gerçekten bunu anlamıyorum. Mahkeme yarın parlamentoyu feshettim, seçimlerin 20 yılda bir yapılmasına karar verdim, devletin siyasal yapısının faşizm olduğuna karar verdim derse ne diyeceksiniz, üstelik bu tür kararlar 550 kişilik parlamentolardan daha çok, 5 veya 10 kişilik kurullar tarafından alınabilir, çünkü halkın temsilcisi olan 550 kişiyi halka en fazla lazım olan özgürlük ve demokratik taleplerin ortadan kaldırılması konusunda uzlaştıramazsınız, ancak 5 kişiyi ya da 11 kişiyi rahatlıkla uzlaştırabilirsiniz. Mahkeme pratiklerine bakarsanız bunu rahatlıkla anlayabilirsiniz.
Ben hukuki bir argüman ortaya attım ve kimse buna hukuki olarak karşı bir tez ileri sürmedi. Bu hukukçular da teorik olarak beni desteklediler ancak kaos olur gerekçesi ile "matrix"e döndüler. Maalesef Türkiye'de liberal kanadın böyle bir problemi ortaya çıktı. Ama bu öneri şunu ortaya çıkardı, artık paradigma değiştirilmelidir. Ancak bunun için de somut adım atmak gerekiyor. Biz "birkaç cesur yargıç" bu paradigmanın değişmesi için ısrarını sürdürdük ve aslına bakarsanız bu ısrar Türkiye'de etkisini de gösterdi. Her şeye rağmen çok güçlü bir etki de gösterdi.
Sık konuşulan konu da istifanız.
Tarihi nedir?
Eğitim öğrenim yılı başı itibariyle herhalde ben de AYM
raportörlüğünden ayrılmış olacağım, istifa değil ayrılma. Tahmini Eylül başı gibi. Şimdi ben esas mesleğime akademisyenliğe döneceğim. Artık profesörlüğüm yaklaşıyor,
öğretim üyesiyim ve üniversitede dönmek ve burada halkımıza
hizmet çalışmaya devam edeceğim. 8 yıldır AYM'deyim ve bir üniversite
öğretim üyesi için fazla. Öğrencilerimi özledim.
Peki siyaset...
Şimdilik yok ama gelecek ne getirir bilmiyorum. Şu an üniversiteye dönmeyi düşünüyorum.
BDP'NiN BOYKOTU FAiLi MEÇHULÜN 34 BiN'E ÇIKMASINA ONAYDIR
Gelelim referanduma. Üç tane cephe var. Evet, hayır ve boykotçular. Ne düşünüyorsunuz?
Bu tablo Türkiye'de safları biraz netleştiriyor. Türkiye'de siyaset yapma biçimleri hakkında insanlara fikir vermeye başlıyor. Siyasal partilerin hangi dinamiklerden beslendiğini hangi öncüllere göre hareket ettiğini bir şekilde topluma gösterecek önemi bir veri sunuyor gibi geliyor bana. Toplumsal siyaset mi yoksa farklı bir siyaset mi? Yani siyasetin yeni baştan Türk halkının gözünde siyasilerin yeniden tanımlanmasını ve konumlandırmasını imkân sağlayacak olan bir farklaşma bu.
CHP ve MHP'nin "hayır"ı ne anlama geliyor?
Hayırcı cephenin bu anayasa değişikliğini bir AK Parti meselesine indirgiyor olması tarihi bir yanlışlık. Bu AK Parti'nin seçimle ilgili bir paketi değil, anayasal bir değişiklik paketi. Paket Türkiye'nin yargı üzerinden demokratikleşmesini sağlıyor ve yargıyı ideolojik bir
silah olmaktan çıkarıyor. Türkiye tarihinde ilk defa yapısal yönden de demokratikleşmeye doğru adım atmaya başlıyor. Her şeyden önce bu anayasaya paketine hayır demek, "
12 Eylül Anayasası'nı savunuyorum" demektir. "12 Eylül'ü onaylıyorum, ona dokundurtmam" demektir. AK Parti'den ya da bu paketi yetersiz görenlerin daha farklı bir şey düşünmesi gerek. Bu paket içlerine sinmediği zaman evet demeyebilirler ama hayır diyemezler. Sandığa gidip boş kullanabilirler. Evet dememek için hayır dediğiniz andan itibaren siz 12 Eylül anayasasına onay vermiş ve Türkiye'nin tarihi bir fırsatını heba etmiş olursunuz. Evet demiyorsanız hayır da demeyin. "Hayır"ın tarihi sorumluluğunu hiçbir şekilde üzerinden atamazsınız. Bu paket ilginç şekilde aslında kapatılmaktan çekinen, vesayetten şikayet eden,
faili meçhul cinayetlerin kurbanı olan, ulusal iradenin baskı altında olduğunu düşünen tüm siyasal kesimlerin ortak iyiliğini sağlıyor. Aslına bakarsanız bu paketin zarar verdiği tek şey,
darbe düzeni ve bunun ideolojik korumacılığı. Tüm partilerin bunu çok iyi düşünmesi gerekir. Basiretleri bağlanmamalı.
REFERANDUMU AK PARTİ MESELESİ DEĞİL
BDP'nin boykot kararı hakkın ne düşünüyorsunuz?
Ben hiçbir şekilde anlayamıyorum.
Boykot kararı ile birlikte hayır pozisyonuna geçmekle birlikte 17 bin faili meçhulün 34 bine çıkmasına onay verdiklerini fark etmeleri gerekiyor. Anayasa paketi bir AK Parti sorunu değil. AK Parti ile sandıkta veya başka bir kulvarda hesaplaşsınlar. O, onların politik tercihleri. Ama yargıda demokratikleşmeye hayır demenin hiçbir şekilde izahı mümkün değildir. Çünkü kendi taleplerinin dinlenme ihtimali ortaya çıkıyor, buna sırf AKP kızgınlığıyla karşı çıkmak, işkenceye razı olmak demek. AİHM'nin saptadığı sayısız ihlalin devamına razı olmak demek, kendi halklarına dışkı yedirilmesine onay veren,
Diyarbakır cezaevi yargılamalarının hesabının sorulmasına karşı olmak demek, tüm işkencecilerin yargı eliyle temize çıkarılmasından rahatsızlık duymamak demektir. 12 Eylül'e ve 27 Mayıs'a evet demektir bu. Boykotu ve "hayır"ı hiçbir surette anlayamam.
Referandumdan beklentiniz nedir?
Referandumda bu paketin iyi bir sonuçla evetle sonuçlanacağını. Muhtemelen yüzde 60 civarı. Türk halkı sağduyulu bir şekilde AK Parti ile referandum arasında bir ayrım yapmayı iyi bilir. AK Parti ile sorunu olanlar seçimde hesaplaşacaktır. Referandumla onun birbirinden farklı olduğunu Türk halkının çok iyi bildiğini düşünüyorum.
Kritik kararların hepsinde raportörlerin görüşleri ile AYM kararları farklı çıkıyor. Raportörlerin durumu nedir mahkemede?
Raportörlük mahkemede yardımcı bir birimdir, yardımcı bir hizmettir. İkinci olarak, bir
raportörün ulaştığı hukuksal sonucun mahkeme tarafından paylaşılması zorunluluğu da yoktur. Zorunluluk olsa mahkemeye ihtiyaç duyulmazdı. Raportörün önerdiği sonuç, üyeleri bağlamaz. Türk yargı geleneğinde AYM de dâhil yüksek mahkemelerin kritik konularda genelde ideolojik vesayetçi, kimi zaman totaliter kararlar verdiğini biliyoruz. Yargının DNA'sı böyle. Ama mahkeme raportörlerinin böyle bir tutum içerisinde olması pek rastlanabilir bir durum değil.
Demokrat Yargı Derneği ne durumda gelecekte neler yapacak?
Demokrat Yargı kurulduğundan beri hukuk ve yargı kültürü açısından bakıldığı zaman bir devrimin öncülüğünü yaptı, yol haritasını ortaya koydu. Yargı reformunun niçin gerekli olduğunu bugüne kadar kimse anlatamamıştı ama Demokrat Yargı, örnekleriyle, Avrupa'daki karşılaştırmalarıyla, yaptığı siyaset bilimi tartışmalarıyla bunun argümanlarını üretti ve yargıda reformun neden gerekli olduğunu çok net bir şekilde halka anlattı. Temsilcileri katıldığı tartışma programları itibariyle bunu yaptı. Demokrat Yargı Türkiye'nin demokrasisinde önemli bir rol oynamaya devam edecektir. Üye sayımızın bundan sonra ciddi bir şekilde artmasını bekliyoruz. Çok kısıtlı imkânlarla ve az sayıda yargıçla biz bütün bu başarılar gerçekleştirdik ve başarılarla tarihe geçtik. Bunu Türkiye'nin demokratikleşmesini destekleyecek yeni projelerle devam ettireceğiz.
Yargıda aydınlanma başlıyor
Peki referanduma sunulacak paket ne getiriyor?
Şuradan başlayalım. Belki toplum paketteki yüksek yargı ile düzenlemeleri, diğer yenilikleri çok bilmiyor olabilir. Ama şunu biliyor; yüksek mahkemelerin yapısı çok kötü... Tüm toplum bunu iyi biliyor. Yargının yapısına dokundurtmama çabası içinde olanlar da bunu çok iyi biliyor. Bu durum onların
iktidarına yaradığı için koruyorlar. Bu paket, mini bir reformdur. Bu paket, yargıyı ideolojik silah olmaktan çıkaran bir pakettir. HSYK yargıçlar üzerinde keyfi baskı yaratan bir organ olmaktan çıkıyor.
Adalet Bakanı falan yargıca
telefon açtı deniyor, doğru ama HSYK üyelerinden Yargıtay ve Danıştay üyelerinden giden sayısız telefonları kimse tartışmıyor. İkinci olarak ilk derece mahkeme hâkim ve savcıları halkın gözüne bakarak onları memnun etmek için karar verecek. Yani yukarıya bakarak ve acaba Ankaradakiler ne der diye değil, halka, davanın taraflarına bakarak, yani toplumsal onayı esas alarak karar verecekler. Adliyelerde ne karar verilirse verilsin, nasılsa Ankara'dan işleri hallederiz diyen Avukatlık pratiği bitecek. Adliyeler
adliye olacak!
Yani toplumsallaşacak...
Hukuk toplumsallaşacak. Toplumsal tepki, toplumsal onay yargının temel dinamiği haline gelecek. Şu ana da kadar hâkimler Yargıtay, Danıştay ne der diye tercih veriyorlardı. Artık üst derece mahkemeler alt derece mahkemeler üzerinde keyfi denetim, iktidar sahibi olamayacaklar. Başka önemli bir şey Adalet Bakanı'nın elinden HSYK teftiş silahı alınıyor.
Teftiş kurula bağlanacak. Yüksek mahkemelerin HSYK'daki sultası bitiyor. Türkiye'de bundan önce adalet yoktu bundan sonra olabilme ihtimali arttı. Artık ilk derece mahkeme hâkim savcıları üst derecelere sesini yükseltebilecek. Paketin siyasete de etkisi olacak.
YARGIDA ORTAÇAĞ DÖNEMİ BİTİYOR
Nasıl olacak?
Bundan sonra muhalefet Türkiye'de nasılsa her şeyi yargıya götürür ve yargı nasılsa benim dediğim şekilde iptal kararlarını verir ve benim adıma politik muhalefeti yerine getirir diyemeyecek. Artık
siyasi partiler, parti olmaya başlayacak. Siyasal partiler, toplumsal siyasete dönecek. Toplumun taleplerine bakarak siyaset yapmaya başlayacaklar. Topluma dayalı siyaset yapmak zorunda kalacağı için kendini meşrulaştırmak zorunda hissedecek ve belki de tarihinde ilk defa siyasi parti olma şansını yakalayacak. İktidar partisi, ben yasalar çıkarıyorum şunu bunu yapıyorum ama yargı sürekli engel oluyor elimizden bu kadarı geliyor diyemeyecek. Bu da iktidarların da toplumsallaşmasını sağlayacaktır. Belki de şunu diyebiliriz: Türkiye Ankara'nın hegemonyası'ndan kurtulabilecek. Çevre'nin, ekonominin,
sivil toplumun sesi daha güçlü çıkacak. Daha önemlisi yargıda bir aydınlanma dönemi başlıyor. Yargıda ortaçağ dönemi kapanıyor yeni bir çağ başlıyor.
Yargı dışında önemli değişikler de var...
Şüphesiz. YAŞ kararlarının yargıya açılması, AYM'ye bireysel başvuru hakkı vs. Ama bunların hiç birisi yargı kadar önemli değil ve yargıdan bağımsız değil.
Neden?
Anayasanın şu ana kadar bir sürü değişiklikleri yapıldı. Çoğunluğu temel hak ve özgürlüklere ilişkindir. Bunların hayata geçebilmesi için ne gerekiyor? Bunları hayata geçirme azim ve iradesi olan bir yargı gerekiyor. Ama bütün anayasa değişiklilerine rağmen yargı bu temel hakları hayata geçirmedi. Çünkü yargı ideolojik bir yargıydı. Anayasa ne derse desin kendi bildiğini okuyan bir yargı sistemi var Türkiye'de. Şu an o ideolojik yargı sistemi ortadan kaldırılacağı için temel hal ve özgürlükler hayata geçebilecek. Yargıyı demokratikleştirmediğiniz sürece yasa ve anayasalarınızda yer alan temel hak ve özgürlükler hiçbir anlam ifade etmez. Darbecilere yargı yolu, ancak yargıda reform varsa anlam ifade eder. Aksi takdirde darbeciler bu defa yargı eliyle temize çıkmış olur. Askeri yargının görev alanı daraltılsa bile, yargıda reform yoksa hiçbir işe yaramaz, Yargıtay'ın
Şemdinli kararının nasıl bir fecaat olduğunu biliyoruz. Kısacası yargıyı demokratikleştirmediğinizde ne darbecileri yargılayabilirsiniz, ne yeni bir Anayasa yapabilirsiniz, ne de temel hak ve özgürlükleriniz yaşama geçer. Bu mini reform ile ilk defa 50 yıllık darbe anayasasına dokunuldu. Tüm
gürültü de burada kopuyor ve zamanında özgürlük laflarını etmiş olanların şimdi nasıl darbe anayasasına dokundurtmama mücadelesi verdiğini gördükçe, ne diyeceğinizi şaşırıyorsunuz.