İlk ve öncelikle yapılması gereken saptama önümüzdeki beş senenin
Türkiye ve geleceği için yaşamsal bir önem taşıyacak seneler olacağı.
Ülkemizin geleceğini,
özgürlük ve
refahını yani istikrar ve güvenliğini belirleyecek olan
AB süreci bu dönemde ya rayına oturarak ilerleyecek ya da Türkiye AB rayından çıkacak, başka maceralar arayacak.
Bu yeni macera arayış ve heveslerinin de ülkemiz geleceğine özgürlük ve refah yani istikrar ve güvenlik taşımayacağını biliyoruz, ısrarla söylüyoruz.
Kuzey Irak ve bu meseleye bağlı olarak ülkemizin önemli bir bölümünün güvenlik ve refah meselesi de bu dönemde yine ya rayına oturacak ya da sonu belirsiz mecralara sürüklenecek.
Her demokratik
seçim önemlidir ama 22 Temmuz seçimleri belki de bu açılardan bugüne dek yapılmış olan seçimlerin en önemlisi.
22 Temmuz seçimlerinin önemi laik cumhuriyet kavramının oylanmasından değil, AB süreci ve
Kuzey Irak’ta macera arayışlarından kaynaklanıyor; yaratılmaya çalışılan tüm öcülere rağmen, çok önemli olan laik devlet sisteminin ülkemizde ciddi bir tehdit altında olduğunu söylemek pek olanaklı değil.
22 Temmuz günü, şayet Hudson Enstitüsü’nde
muvazzaf iki tuğgeneralimizin de katıldığı toplantıdaki senaryolar (temenni mi?) gerçekleşmezse, yapılacak olan seçimlerde hangi partiye oy atacağınızdan ziyade hangi fikre ve ilkelere oy atacağınız, nasıl bir Türkiye geleceğine oy kullanacağınız çok önemli.
Benim, 22 Temmuz günü hangi beklentiler doğrultusunda oy kullanmak isteyeceğimi aşağıda özetlemeye çalışacağım.
Oy kullanırken ilk beklentim, oy vereceğim siyasal partinin 22 Temmuz sonrası son iki senedir ivmesi çok düşmüş AB sürecinde ve buna bağlı olarak da siyasal kriterlerde yeniden canlanma yaratması; son üç aydır yaşadıklarımız AB perspektifini kaybetmiş bir Türkiye’nin geri vitesinin hızının çok yüksek olabileceğini hepimize göstermiş bulunuyor.
Bu temennim bugün bazı çevrelere ters gelebiliyor ama ülkemizin sürdürülebilir demokratik istikrar ve refahının AB sürecinden geçtiğini bir kez daha çok ama çok daha net görüyorum.
Oy vereceğim partiden ikinci temel beklentim, iktisat
politikalarında istikrar kavramından asla ve asla vazgeçmemeleri.
Ekonomik istikrar ise ülkemizde öncelikle
bütçe disiplininden geçiyor; ikinci olarak da siyasal istikrarın ve AB sürecinin belirlediği doğrudan
yabancı sermaye yatırımlarından.
Ekonomi programında sıfır bütçe açığı ve senede en az yirmi milyar dolar doğrudan yabancı sermaye yatırımı öngören ve bu öngörüyü gerçekçi temellere oturtan siyasal parti bir yurttaş olarak benim oyumu almaya
aday.
İçinde bulunduğumuz konjonktür ve coğrafya
dış politika tercihlerini de seçimlerde çok önemli kılıyor; Türkiye’nin küresel konumlanmasını
batı ittifakları, mesela NATO ve AB dışında aramanın ülkemizin geleceği için felaket olacağını düşünüyorum.
Yeni bir dış politika yönelimi olarak
Rusya ve
İran eksenini gösterenlerin de
zeka düzeylerinden ciddi kuşku duyuyorum.
Sözün özü
22 Temmuz seçimlerinde benim oyum; AB sürecini yeniden hızlandıracak, ulusal onuru kabadayılıkta değil de yurttaşları özgürleştirecek ve zenginleştirecek politikalarda arayan, bütçe disiplininden taviz vermeyecek, senede ülkeye yirmi milyardan fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı çekecek ortamı hazırlayacak, uluslararası tercihlerde batı ittifaklarından kopmayacak partiye gidecek.
Eser Karakaş/
Star